Ana içeriğe atla

Turan Aktaş


Eşi, "Umutluyuz işte" demişti en son. Tabii ki umutluyuz diye düşünmüştüm, gencecik delikanlı yahu, yenecek bu illeti elbet...
Olmadı. Bu konuşmanın üzerinden birkaç gün geçti geçmedi, bir ortak arkadaşımız verdi kötü haberi; "Turan'ı kaybettik."

Dondum kaldım. Donup kalıyor insan. Kanser olduğunu öğrendiğimde de donup kalmıştım. Ama sonra "Yeneceksin elbet" demiştim. Gencecik delikanlısın yahu... Ölecek değildi ya... Öldü...
İnsan bu tür kötü haberler aldığında donup kalıyor, şok oluyor, üzülüyor ve hemen sonrasında "Bu işte bir yanlış var" duygusuyla duyduğu haberi tuhaf ve insani bir refleksle yalanlama arayışına giriyor. "Ne ölmesi? Daha çok genç..." Ben de öyle yaptım. Kendime gelir gibi olduğumda hemen ulaşabildiğim bir yakınını aradım. Sesi yorgun ve üzgündü. Haber, doğruydu; "Turan'ı kaybettik..."
Gençti daha, 30 yaşında. Daha genç sanıyordum ben. Yeni evlenmişti. Fransa'ya yerleşmişlerdi ya da yerleşmek niyetinde idiler. Çoluk çocuk sahibi olacaktı daha... Gazeteciydi, seviyordu mesleğini. Hedefleri, iddiaları vardı. Ama kanser olmuş? Yener elbet diye düşünürken...

***

2010 yılında çalıştığım TV kanalında tanımıştım onu. Daha doğrusu işe ben almıştım. Ekonomik olarak sıkıntılı bir kanaldı (Su TV), açık yüreklilikle anlatmıştım durumu. Ama orada işe başlamak için çok kararlıydı. Gıyabımda tanırmış beni, sever sayarmış ve benimle çalışmak istermiş. Onu işe almamak gibi bir şansım yoktu yani.

Disiplinli ve çalışkandı. Kanalda Kürtçe haber bültenimiz de vardı. O bülteni hazırlayan ve sunan kişi, biraz "artist" biriydi; yollarımızı ayırdık. Bülten ne olacaktı peki? İlk defa özel bir televizyon kanalında Kürtçe haber veriyorduk; bundan vazgeçmemeliydik...

Turan'ı çağırdım odama. "Kürtçe bülteni sen hazırlayıp sunacaksın" dedim. Panikledi. "Yapamam" dedi. Kürtçesinin yetersiz olduğunu, çok heyecanlı biri olduğunu (öyleydi gerçekten) söyledi, kırk dereden su getirdi. Ama ben daha inatçı ve kararlı idim galiba. "Sorumluluk benim, en kötü ihtimal patron beni işten atar; var mı ötesi?" dedim. Bilebildiğimce nelere dikkat etmesi gerektiğini anlattım ve akşam kamera önüne geçti. Rejideki arkadaşları da uyarmıştım yardımcı olmaları için. Sonuçta kabul edilebilir hatalar yaptı ama bülteni de sundu... Her gün daha az hata yaptı ve kısa sürede iyi bir Kürtçe haber editörü ve sunucusu oldu...Zaten saygılı, temiz, düzgün biriydi ve bu spikerlik deneyiminden dolayı bana karşı saygısı, beni mahcup edecek denli arttı...
 
Su TV serüveni bittikten sonra (Bir gün anlatırım TV hikayelerimi), TRT 6'te iş buldu. "Ne dersiniz çalışayım mı?" diye arayıp bana sordu. Biraz eleştirel ve temkinli yaklaştığımı biliyordu. İşe, çalışmaya ihtiyacı vardı; "Tabii ki çalış" dedim, "İşine bak, kanalın yayın politikasını sen belirleyecek değilsin ya, bir çalışan olacaksın neticede. Belki başka imkanlar da çıkar" filan dedim. Sonuçta Ankara'ya gitti. TRT 6'in ilk Kürtçe haber spikerlerinden biri oldu. Gayet de iyi yaptı işini... Bakıyordum ara sıra...
***
2 yıldır tedavi görüyordu ve İstanbul'a dönmüştü. Haberlerini alıyordum ama ziyaretine bugün yarın derken gidemedim bir türlü. Genç bir insanı hasta yatağında ziyaret etmek, insanın içinden gelmiyor işte. Geri geri gidiyor ayakların. "İyileşsin de ıslatırız" diye düşünüyorsun; farkında olmadan kendini kandırıyorsun yani... Bir de olmayası yaşam gaileleri işte...
Hasta yakınlarınızı, arkadaşlarınızı ziyaret etmeyi ihmal etmeyin. Kendimden biliyorum; sonra çok üzülüyorsunuz...
Maksat kayda girsin diye iki satır da olsa yazayım dedim. İki satırda anlatmak kolay ve mümkün olmasa da...
Ailesinin, yakınlarının, sevenlerinin başı sağolsun...
Hoşçakal kardeşim...

7 Şubat 2019

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

"Murat öldü Cafer"

“Murat çok hasta” diye haber vermişti Fatma. İki gün geçmeden, olsun, yine de gideyim hastaneye, belki bir mucize olur diye düşünürken, “Murat öldü Cafer” haberi geldi bu kez... Önce “Murat çok hasta, hastanede” haberini aldım. Nesi var ki? Kanser... “Ne kanseri?” bile diyemedim. Alacağım cevaptan korktum. En kötüsü olmasından.  En kötüsüymüş... Hangi hastanede? Geleyim, göreyim, moral olur, iyi gelir belki, ne bileyim. “Gelsen de göremezsin ki. Yoğun bakımda. Entübe edildi. Belki bir mucize olur diye bekliyoruz işte.” Bir mucize olur belki. Bir mucize olsa. Bir mucize olsun... Daha çok genç yahu! Ölecek değil ya!  Öldü... “Murat çok hasta” diye haber vermişti Fatma. İki gün geçmeden, olsun, yine de gideyim hastaneye, belki bir mucize olur diye düşünürken, “Murat öldü Cafer” haberi geldi bu kez... İnsan evladı tuhaf bir varlık. Telefon ekranındaki “Murat öldü Cafer” mesajına bir süre bakakaldım öylece. Nasıl olduysa, bir üzüntü emojisi ile yanıt vermeyi akıl edebildim. Bir şey...

İlla da İzmir...

 Hep siyasi gündemin iç karartıcı sorunlarına dair yazacak, konuşacak değiliz ya... Dedim ve İzmir’deki imza buluşmasını paylaşayım sizinle istedim. Buyurun: Geçtiğimiz 16 Aralık cumartesi günü İzmir’de imza günüm vardı, Yakın Kitabevinde. Ne zamandır İzmir’e gitmek için “bahane” lazımdı; bundan âlâ bahane mi olur :) Fakat bir şanssızlıktır tuttu yakamdan ve bir türlü bırakmadı. Bakın nasıl... İzmir’de aile çevremden insanların yanı sıra birçok da arkadaşım var. Bir arkadaşım da yeni eve taşındı ve bizim “Kaptan” Mithat ayda birkaç kez gidiyor İzmir’e ve dönüşte Erhan’ın yeni evinin manzarasını öve öve bitiremiyor. Kaptan zevk sahibi adamdır, beğeni ölçüleri vardır, estetik duygusu gelişkindir; Siirtlidir ama bizim gibi (“bizim” derken kendimi kastediyorum, yanlış anlaşılmasın) köylü de değildir yani. O övüyorsa demek ki harbiden güzel manzarası var evin. Velhasıl bu da bizim arkadaş grubu için imza etkinliğinin yanında bir başka “bahane” idi. (Belki de asıl “bahane.”) Yakın Kitabe...

'Kontrol'lü mü? 'Tiyatro' mu? 'Darbe' mi?

Belki biraz uzun bir yazı olacak, ama mevzu önemli ve doğru anlaşılması gerek... 15 Temmuz darbe girişiminin yıldönümünde bu alçakça girişimi kınayan birkaç tivit attım ve çok "ilginç" ve düşündürücü tepkiler aldım. Darbe girişiminin ilk saatlerinde ve izleyen günlerde de darbeye karşı demokrasiyi savunmanın "ilkesel" bir anlamı, değeri olduğuna dair görüşlerimi yazmış, paylaşmıştım. Darbeye karşı demokrasiyi savunmak, ideolojik, siyasi görüşlerimiz, tercihlerimiz ne olursa olsun, hepimiz için bir "ortak payda" anlamı taşır; en azından, naçizane, yıllardır nefesim, kalemim yettiğince böyle olması gerektiğini savunuyorum. "İyi darbe-kötü darbe"? Bunu önemsemem boşuna değil. Zira biliyorum ve biliyoruz ki, toplumda öteden beri "iyi darbe, kötü darbe" şeklinde bir kötü yaklaşım tarzı var. "Düşman" bellediğine "karşı" ise o "iyi" darbedir ve kendisine karşı ise, "kötü." Bu, sadece kötü değ...