Savaş acı, kan, gözyaşı ve yıkım demektir

"Girdik, gireceğiz" derken Suriye'nin kuzeyine yönelik askeri bir harekat noktasına gelindi. Belki bu satırları okuduğunuzda sınıra konuşlandırılmış TSK birlikleri Suriye'ye girmiş olacak. TV ekranlarında arz-ı endam eden "güvenlik uzmanı", "stratejist" sıfatlı ve her konuda "uzman" bir takım kişiler nereden girilecek, "terör" yuvaları nasıl kurutulacak üzerine zaten çoktan savaşı başlattı hatta bitirdi bile... 

Oysa mesele milliyetçi hamaset kaldırmayacak kadar ciddi. 

Sayın "uzmanlar" ABD Başkanı Donald Trump'ın bir öyle bir böyle açıklamaları (aslında tivitleri) için de "Trump işte, Trump'tır ne dese yeridir" şeklinde özetlenebilecek değerlendirmeler yapıyorlar. Söz konusu olanın ABD olduğunu bilerek ya da bilmeyerek unutarak. Trump'ın açıklamalarının "tutarsız" olduğu açık elbette. "Askerlerimizi çekiyoruz, kimseyi desteklemiyoruz, karışmıyoruz" diyen de o, "Çizdiğim çerçevenin dışına çıkarsa Türkiye ekonomisini mahvederim, daha önce yaptım yine yaparım" diye arsızca tehdit eden de. Ama bizim "uzmanlar" için sorun yok. İlkinde "dik durduk, Amerika geri adım attı" dediler, sonrasında da "Trump işte, ciddiye almayalım"... 

Trump'ın kişiliği ve yönetim üslubuyla ilgili değerlendirmeler bir yana, söz konusu olan ABD olunca, akılda tutmak gereken gerçek; ABD'nin hangi adımın nelere yol açabileceğine dair detaylı planlar yapmadan hareket etmeyeceğidir. Türkiye'nin Suriye'ye girmesiyle ortaya çıkacak yeni durumun olası sonuçları ve senaryoları ile ilgili Türkiye'nin de hazırlıkları vardır herhalde. Yoksa, yok mudur? 

Gündemdeki harekat için "terör" gerekçe gösteriliyor ama bunun "olağan" veya "rutin" bir "operasyon" olmayacağının da herhalde herkes farkındadır. Suriye Demokratik Güçleri (SDG) ve YPG'nin ağır silahlarla donatılmış, eğitimli bir yerleşik güç olduğunu herkes biliyor. Öte yandan Rusya, İran ve Şam rejiminin de bu "yeni" durumla ilgili "Bakalım ne olacak?" şeklinde seyirci bir tutum almayacağı da herkesin malumu olmalı. Çok boyutlu, karmaşık ve olasılıkları hayli çeşitli, çetrefilli bir denklem...

Ama ben bu çetrefilli denkleme bakıp soğuk bir analiz yazmaktan ziyade, savaşın masa başında oynanan bir satranç oyunu olmadığını altını çizerek vurgulamak istiyorum.

İnsanlık tarihi acıyla, kanla, gözyaşı ile, savaşlarla yazılmış bir tarih. Bu, savaş nedir konusunda ziyadesiyle deneyim sahibi olmamızın en büyük gerekçesi. Ülkemizin bir parçası olduğu bölgenin tarihi de etnik, mezhepsel ve politik savaşlarla, çatışmalarla yazılmış bir tarih ve halen de öyle. Bunun, emperyalist güçlerin, bölgesel güçlerin egemenlik hesaplarının kaynaklık ettiği bir tablo olduğunu da eklemek gerek. Ülke olarak yaşadığımız tarihi deneyimler de var elbette. Etnik, dini çeşitliliğiyle değerli, anlamlı bir ülkede yaşıyoruz ama siyasi kutuplaşmaların bu "farklılıkları" da istismar ederek yürüttüğü kutuplaşma politikalarının olumsuz etkileri barış içerisinde bir arada yaşama özlem ve çabamız üzerinde koyu bir gölge...

Uçaklar, tanklar, toplar, ölümcül savaş teknolojileri var, ama sonuçta insanlar savaşacak ve insanlar ölecek... Ne denli "siviller konusunda hassasız" denilse de sivil insanlar ölecek... Sağ kalanlar göç yollarına düşecekler, aç kalacaklar, perişan olacaklar... Ve bir "zafer" de olmayacak. Etkileri kimsenin kestiremeyeceği uzun bir vadeye yayılan yeni savaş ve çatışma tohumları ekilecek... "Savaş", "güvenlik", "terör" uzmanlarının bize söylemedikleri savaşın asıl yüzü işte bu... Acı, kan, gözyaşı, yıkım...

Oysa "diplomasi" diye bir seçenek de var. "Barış" diye bir seçenek de var. Savaş, sadece başka hiçbir ihtimal veya seçeneğin olmadığı meşru müdafaa şartlarında bir mecburiyet olabilir. Tercihini savaştan, yani ölümden, yıkımdan değil barışçıl çözümlerden yana kullanmak, sadece bir erdem değil aynı zamanda tarihe ve geleceğimize yönelik büyük bir sorumluluk konusudur.

8 Ekim 2019 TKNMZHBR




Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

İlla da İzmir...

#ŞehirNöbeti notları :)

Dersim'de hakim kanaat: Gülistan Doku...