Ana içeriğe atla

'İçimiz yana yana' siyaseti

Cumhurbaşkanı Erdoğan, uzun zamandır varlığı dikkate bile alınmayan HDP hariç TBMM’nin desteğini de almış olarak nicedir “Bir gece ansızın gelebiliriz” diye ilan ettiği askeri harekatın düğmesine bastı ve Türk ordusu, adı “Suriye Milli Ordusu” olarak değiştirilen ÖSO’cuları önüne katıp Suriye’nin kuzeyine girdi. 

Olup bitenleri yineleyecek değilim. Herkesin malumu olsa gerek. Nefesimizi tutup izledik ve izlemeye devam ediyoruz. Tabii, “Mehmetçiğin ayağına taş değmesin” türü dilekler, temenniler, dualar eşliğinde…

Bu, gerçekten de eğer “dilek” ise dilek olarak, “dua” ise dua olarak oldukça ilginç. Zira eğer içtenlikle kimsenin ayağına “taş” değmesin ise düşünceniz, kimsenin “burnu kanamasın” istiyorsanız, yüreği ağzında analar umurunuzda ise, o halde hiç de “kaçınılmaz” olmayan bu harekata itiraz etmeniz gerekmez miydi? Sonuçta kurşunların, bombaların, tankların, topların, yani ölümün kol gezdiği bir ortama yolcu ettiniz o çocukları…

Tabii ki bu sorunun muhatabı herkesten önce CHP ve Kemal Kılıçdaroğlu. Sayın Kılıçdaroğlu “İçimiz yana yana” diyerek harekata destek vereceklerini açıkladı ve partisi de öyle davrandı. (Sezgin Tanrıkulu’nun “farklı” tutumunu kaydetmek gerekir elbette. “Savaşa hayır” tutumu takındığı için adeta lince uğradığı gibi partisi tarafından da disipline sevk edildi.) 

Kılıçdaroğlu’nun sözleri ister istemez akıllara, milletvekili dokunulmazlıklarını kaldıran düzenlemeye “Anayasa’ya aykırı ama yine de evet diyeceğiz” şeklindeki tutumunu getirdi. Anayasaya aykırı ama yine de evet demenin sebeb-i hikmeti, malum, HDP ile yan yana görünmemek konusundaki hassasiyet. Ne var ki CHP ve Kılıçdaroğlu’nun bu “hassasiyeti” gerçekte kendilerini izahı zor bir tutarsızlık düzlemine oturtuyor. 

Bu arada söz konusu “hassasiyetin” bir işe yaramadığını da belirtmek gerek. AKP sözcüleri ve yorumcular CHP ile HDP’nin adını aynı cümlede anmaya, CHP içindeki ulusalcı damarı tahrik ederek bu partiyi siyaseten yıpratma beklentilerini canlı tutmaya devam ediyorlar. Tabii CHP’liler de “savunma” yapmaya…

Ama adına “Barış Pınarı” denilen bu harekatla ilgili CHP’nin tutumu sadece HDP ile yan yana gelmeme hassasiyetlerinin yol açtığı bir tutarsızlık değil, aynı zamanda Suriye konusunda savundukları politika ile de tezat oluşturduğu için de tutarsızlık… Hatırlanacaktır; bir süre önce bir uluslararası Suriye konferansı bile düzenlediler ve Suriye’deki kanlı kriz ve kaos ortamına çözüm bulmak için Şam yönetimiyle görüşülmesi gerektiği mesajını verdiler dünyaya. 

Doğru veya yanlış bulabilirsiniz ama bu kendi içinde tutarlı ve “Suriye’nin toprak bütünlüğünden yana olmak” ile de uyumlu bir görüş idi. Peki bu görüş Türk askerinin Suriye’ye girmesine “içi yana yana” da olsa destek vermek ile bağdaşıyor mu?

CHP’nin sorunları çok ama en temel sorunu, ilkeli siyaset yapmaması, ilkeli bir duruşu olmamasıdır. Bunun kamuoyu nezdinde ciddi bir inandırıcılık sorunu olarak yansıdığını görmemek için siyasi manada kör olmak gerekir. Yerel seçimlerde Kürt seçmenin de desteğiyle uzun zaman sonra ilk defa önemli bir başarı elde eden CHP, bu “krediyi” çok hoyratça harcıyor.

Zira AKP-MHP (ve dolaylı olarak İyiParti) koalisyonu ile milliyetçilik, “terörle mücadele”, “Bir gece ansızın gelebiliriz” rekabeti yapacaklarsa, sadece mevcut egemen devlet aklına hizmet etmiş, iddia ettikleri “farklarının” bir hükmü olmadığını, CHP’nin herkesin bildiği CHP olmaya devam ettiğini kanıtlamış olurlar… 

“E sen ne sanıyordun ki?” diye sormak tabii ki okurun hakkı…

Neyse, biz TV ekranlarından eksik olmayan sayısı bir elin parmaklarını geçmeyen her bir konunun uzmanı yorumculara kulak vermeyi sürdürelim, bakalım neler oluyor hayatta…

CS. 3 Kasım 2019  TKNMZHBR




Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

"Murat öldü Cafer"

“Murat çok hasta” diye haber vermişti Fatma. İki gün geçmeden, olsun, yine de gideyim hastaneye, belki bir mucize olur diye düşünürken, “Murat öldü Cafer” haberi geldi bu kez... Önce “Murat çok hasta, hastanede” haberini aldım. Nesi var ki? Kanser... “Ne kanseri?” bile diyemedim. Alacağım cevaptan korktum. En kötüsü olmasından.  En kötüsüymüş... Hangi hastanede? Geleyim, göreyim, moral olur, iyi gelir belki, ne bileyim. “Gelsen de göremezsin ki. Yoğun bakımda. Entübe edildi. Belki bir mucize olur diye bekliyoruz işte.” Bir mucize olur belki. Bir mucize olsa. Bir mucize olsun... Daha çok genç yahu! Ölecek değil ya!  Öldü... “Murat çok hasta” diye haber vermişti Fatma. İki gün geçmeden, olsun, yine de gideyim hastaneye, belki bir mucize olur diye düşünürken, “Murat öldü Cafer” haberi geldi bu kez... İnsan evladı tuhaf bir varlık. Telefon ekranındaki “Murat öldü Cafer” mesajına bir süre bakakaldım öylece. Nasıl olduysa, bir üzüntü emojisi ile yanıt vermeyi akıl edebildim. Bir şey...

İlla da İzmir...

 Hep siyasi gündemin iç karartıcı sorunlarına dair yazacak, konuşacak değiliz ya... Dedim ve İzmir’deki imza buluşmasını paylaşayım sizinle istedim. Buyurun: Geçtiğimiz 16 Aralık cumartesi günü İzmir’de imza günüm vardı, Yakın Kitabevinde. Ne zamandır İzmir’e gitmek için “bahane” lazımdı; bundan âlâ bahane mi olur :) Fakat bir şanssızlıktır tuttu yakamdan ve bir türlü bırakmadı. Bakın nasıl... İzmir’de aile çevremden insanların yanı sıra birçok da arkadaşım var. Bir arkadaşım da yeni eve taşındı ve bizim “Kaptan” Mithat ayda birkaç kez gidiyor İzmir’e ve dönüşte Erhan’ın yeni evinin manzarasını öve öve bitiremiyor. Kaptan zevk sahibi adamdır, beğeni ölçüleri vardır, estetik duygusu gelişkindir; Siirtlidir ama bizim gibi (“bizim” derken kendimi kastediyorum, yanlış anlaşılmasın) köylü de değildir yani. O övüyorsa demek ki harbiden güzel manzarası var evin. Velhasıl bu da bizim arkadaş grubu için imza etkinliğinin yanında bir başka “bahane” idi. (Belki de asıl “bahane.”) Yakın Kitabe...

'Kontrol'lü mü? 'Tiyatro' mu? 'Darbe' mi?

Belki biraz uzun bir yazı olacak, ama mevzu önemli ve doğru anlaşılması gerek... 15 Temmuz darbe girişiminin yıldönümünde bu alçakça girişimi kınayan birkaç tivit attım ve çok "ilginç" ve düşündürücü tepkiler aldım. Darbe girişiminin ilk saatlerinde ve izleyen günlerde de darbeye karşı demokrasiyi savunmanın "ilkesel" bir anlamı, değeri olduğuna dair görüşlerimi yazmış, paylaşmıştım. Darbeye karşı demokrasiyi savunmak, ideolojik, siyasi görüşlerimiz, tercihlerimiz ne olursa olsun, hepimiz için bir "ortak payda" anlamı taşır; en azından, naçizane, yıllardır nefesim, kalemim yettiğince böyle olması gerektiğini savunuyorum. "İyi darbe-kötü darbe"? Bunu önemsemem boşuna değil. Zira biliyorum ve biliyoruz ki, toplumda öteden beri "iyi darbe, kötü darbe" şeklinde bir kötü yaklaşım tarzı var. "Düşman" bellediğine "karşı" ise o "iyi" darbedir ve kendisine karşı ise, "kötü." Bu, sadece kötü değ...