Ana içeriğe atla

Bak Sevan efendi...

 Hayatımda hiç görmedim. Şahsen tanışıklığım yok. Bir zamanlar benim de yazdığım Taraf gazetesindeki köşesini izlerdim; gıyaben hakkında “akıllı bir adama benziyor” derdim. Kamuoyuna yansıyan insanların dinine imanına savaş açan tutumu, ayrıldığı eşinin başına b.k dökmesi gibi haberlerle hatırlıyorum bir de. Şirince’de kaçak inşaat yapmaktan gayet “ayrıcalıklı” bir mahkum iken açık cezaevinden firar etme “hakkını” kullandı. Yunanistan’a iltica etmiş bildiğim kadar.

Sevan Nişanyan’ın bir kez daha “gündem” olması, malum, 24 Ocak’ta Elazığ’da meydana gelen depremin ardından attığı ırkçı tweetlerle oldu. Gözlerime inanamadım; birçok kişi gibi ben de ilkin fake bir hesap olduğunu ya da adamın hesabının hacklendiğini filan düşündüm safça. Hayır; “real” Sevan Nişanyan idi… 

Dürüst olmak gerekirse, o ırkçı paylaşımları faşist, ırkçı görüşleriyle bilinen birileri yazmış olsa, bu kadar zoruma gitmezdi, muhtemelen üzerinde bile durmazdım. Ama Ermeni bir yazar, bir tarihçi, bir dilbilimci, “entelektüel” olarak tanınan bir zat olunca, evet, insan hem şaşırıyor hem de öfkeleniyor. 

Mevzunun “kişisel” bir boyutu da var, şart değil ama okurun bilmesinde yarar var diye düşündüğüm için paylaşmalıyım.

Depremin olduğu gün, bir sivil toplum etkinliği vesilesiyle Ankara’da idim. Depremi duyunca, başka binlerce insan gibi ben de Elazığ’daki yakınlarımdan endişe ile haber almaya çalıştım. Annem Elazığ’da yaşıyor benim, çok sayıda yakınım, akrabam, arkadaşım. Ancak iki gün sonra haber alabildim. Ben, binlerce başkası gibi yakınlarımın durumunu öğrenmeye çalıştığım o anlarda gördüm Sevan Efendi’nin tweetlerini…

Birisi, durduk yere ananıza küfür edip arkasını dönüp kaçsa ne hissedersiniz? Buna benzer bir duygu idi benimkisi de…

Deprem olmuş, orada bir can pazarı yaşanıyor, yıkıntılar altından yükselen feryatlar var, kim ölmüş kim kalmış… Kuş olsam da oraya uçsam diye düşünüyorsunuz… Ama tam da bu ortamda birileri felaket ve kötülük tellallığı yapıyor, “Bunların hepsi şudur budur, hepsi ölse…” diyor. Burada durup bu alçaklığı kimin yaptığına bakıp ona göre mi tutum alacaksınız? “Bunu diyen Sevan Efendi ise, vardır bir bildiği, koskoca entelektüel biri, ölsünler diyorsa demek ki ölmeleri iyi bir şey” filan mı diyeceksiniz? Kimse kusura bakmasın, benim öyle çifte standartlarım yok; sol mememin altında da bir kalp taşıyorum!

Herkes elini vicdanına koysun: Bu nitelikte, bu içerikte bir “görüş” herhangi biri tarafından dillendirilseydi, acaba tepkiniz ne olurdu?

Mesela bu deprem Dersim’de olsaydı ve birileri de kalkıp “Bunların yüzde yüzü Kürt, Zaza, Alevi, Kızılbaş, solcu, tarihleri boyunca bir türlü devletimize biat etmemişler; yeryüzünden topluca silinseler fena mı olurdu?” dese, tepkiniz ne olurdu?

(Arada söylemiş olayım: Depreme çevre illerden ilk koşup gelen Dersim’deki arama kurtarma ekibimiz oldu. Sağolsunlar, varolsunlar.)

Başka biri dese ağzınıza geleni söyleyeceğiniz lafı Sevan Nişanyan söyleyince “Vardır bir bildiği, entel adam neticede” diyenler akılları fikirleri vicdanları yerinde duruyor mu, bir yoklasalar iyi olur…

2011’de Van depremi olduğunda bir haber spikeri (Duygu Canbaş), “Her ne kadar haber Van’dan da gelse, üzücü” demişti. Bir başka televizyon sunucusu (Müge Anlı) da adeta “Oh olsun!” diye bir açıklama yapmıştı. Hatırlıyor musunuz? Sevan Nişanyan’ın sözleri bu iki kişinin sözlerinden daha mı az ırkçı? Neden peki? Hala “Ama o Sevan Nişanyan, bir entelektüel” diyorsanız, benim Türkçem ve “entelektüel kapasitem” orada kalakalır…

Buraya kadar, sosyal medyada “Ama adam Ermeni?”, “Ama adam entelektüel?”, “Ama adam muhalif?, “Ama adam bizden?”, “Ama adam delidir ne dese yeridir, hoş görsek?” mealinde gerekçeleriyle benim Sevan Nişanyan’a gösterdiğim tepkiye itiraz edenlere hitaben yazdım. Özeti şu: Çiftestandart iyi bir şey değildir. Irkçılık ve halk düşmanlığı, kimden gelirse gelsin kötü bir şeydir ve karşı çıkmak gerekir… 

Şunu da altını çizerek vurgulamış olayım tekrar: Burada bir “entelektüel” tartışma yok! Dolayısıyla laf cambazlığının da alemi yok.  

Bizim ahlakımızın temelinde haksızlığa, kime yapıldığına bakmaksızın karşı çıkmak vardır. Çünkü düsturumuz, “Haksızlığa karşı susarsanız, hakkınızla birlikte şerefinizi de kaybedersiniz” (Hz. Ali) düsturudur.

Arada hakkımda uçuk kaçık laflar edenleri de cehaletlerine bağışlıyorum; bana “Ermeni düşmanı” diyen bile oldu, düşünün… Neyse…

Şimdi ise Sevan Efendi’ye hitaben söylemem gerekenler var…

Bak, Sevan Efendi! Bana cevaben bir yazı yazmışsın ve yazında bana “Cafer Ağa” diye hitap etmişsin. Ben “Ağa” filan değilim, hiç de olmadım, “Bey”, “Efendi” filan da olmadığım gibi. Ama sen “beyaz” bir adamsın, “kalburüstü” bir adamsın, sana “Efendi” denilebilir, değil mi? Muhtemelen hoşuna bile gider. “Efendi”leri sevmediğimi, sevmediğimizi de geçerken belirtmiş olayım; aklında bulunsun. 

Laf cambazı ırkçı, içi nefretle kararmış faşist ve de “entelektüel” arkadaş… ustası olduğun kelime oyunlarıyla aklınca beni aşağılamaya çalışmışsın. Doğrudur ben kolejlerde, kalburüstü üniversitelerde filan okumadım. Ama sen benim bitirdiğim üniversitelerin kıyısından bile geçmiş biri değilsin. Tırnak içine alıp “devrimciliğime” de dil uzatmışsın. Anlamadığın, bilmediğin konularda bu kadar ucuz lafazanlık yapma! Senin dünyanda her şey satılık olabilir ama bazı şeyler “satılık” değildir!

Yaşını başını almışsın ve “olduğunu” sanıyorsun ama daha öğreneceğin çok şey var hayatta…

Bunlardan biri de “namus” kavramıyla ilgili. Çünkü bana “namussuz” demişsin… Sen namustan ne anlıyorsun bilmiyorum. Ama bilesin namusu ve onuru için yaşayan insanlar var bu hayatta ve ben de naçizane o insanlardan biriyim. “Namusu ve onuru için yaşamak” sözcükleri öyle görünüyor ki sana çok yabancı. Bu yaştan sonra öğreneceğin de, kuşkulu… 

Diasporada ekmek davası peşindesin belki. Senden bu lafları duymak isteyenler mi tutuyor iplerini? Sana tüyo: “Bak memleketin sadece feministleri, dindarları, kadınları değil solcuları, demokratları da sevmiyor beni” diyerek yazılarımı “işine yarar” deliller olarak kullanabilirsin. Biraz riskli, zira “geride kim kaldı o halde?” diye düşünebilirler. 

“Sıfır entelektüel birikim, sıfır emek, sıfır üretim” diye de sıralamışsın peş peşe, 40 yıldır böyle “geçiniyormuşum.” Yok, 40 yıl olmadı. “Dışarıdaki” hayatım AKP’nin iktidar tarihiyle yaşıt ve aynı rakamda kitaplarım, binlerce yazım ve demokratik mecrada emeğim var. Tek tek sıralayarak seni “kendini bana ispatlamaya çalışıyor” diye zevkten dört köşe etmeyeceğim. Cehaletinle barışık yaşamaya devam et. 

Uzun uzun döktürmüşsün de bir türlü esas mevzuya gelememişsin… 

Mevzuyla ilgili söylediğin şundan ibaret: “Bunların tümü geberse dünya daha güzel bir yer olmaz mı diye yarı ciddi sormuşum. Mesele bu. Çıldırtmış Cafer Ağayı.”

“Yarı ciddi” mi? Yani diğer yarısı da “şaka”, öyle mi?

Sana sinkaflı küfürler edenleri asla tasvip etmediğimi söylememe gerek var mı? O tür küfürlere maruz kalmışlığım çoktur benim de. O beğenmediği düşünce sahiplerine küfür etmek için pusuda bekleyenler benim ezberlerini bozan görüşlerime saldırmışlardı. Senin hangi “görüşüne” küfrettiler? 

Sana o aşağılık küfürleri edenlerle üstündeki yaldızlar döküldüğünde aynı ağzı konuşan bir lümpen olduğunun farkında mısın? 

Ben hatırlatayım: “Elazığ Tr'nin en bağnaz, en cahil, en paranoyak, cinsel saplantılı, maddi ve manevi tecavüz kültürü gelişkin kentidir. Gasp edilmiş emlak üzerine kuruludur, inkâr edilmiş kimliklerden örülü bir hapishanedir. İdolü Mehmet Ağar'dır. Çocuklara yazık tabii, onlar suçsuz.”

Bu laflar da “yarı ciddi” miydi?

Bir içki sofrasında, ahbaplarıyla muhabbet ederken edildiğinde bile en azından soğuk rüzgarlar estirecek olan bu lafları ederken, “Şimdi dört bir yandan hücum edecekler” diye düşünmediğini söyleme; inanmam! 

Ve bu da o “tepkilere” cevabın: “Gelen tepkilerden net olarak anlaşılıyor ki Elazığlıların ve onları savunanların yeryüzünden topluca silinmesi -Elazığlıların kendileri dahil- tüm insanlık için hayırlı olacaktır.”

Twitter bile bu paylaşımını muhtemelen ırkçı içeriği nedeniyle sildi! Sen ise hala “yarı ciddi” deyip laf salatası yaparak geçiştirmeye çalışıyorsun!

“Bakın işte Türkler böyle” diye kimlere yaranacaktın acaba?

Hesabını ben mi bozdum?

İşte sana bilmediğin, yabancısı olduğun bir konu başlığı daha: Bu ülkede “solcu” deyince aklına Doğu Perinçek geliyorsa, fena halde cahil ve zavallısın! Senin bilmediğin, tanımadığın, anlamadığın, bencil ve hastalıklı dünyandan uzak vicdan sahibi insanlar yaşıyor hala bu ülkede! Her etnik kökenden, her görüşten, her inançtan hem de… İnsan ve vicdan fukarasısın… 

Bu da diğer tweetin: “Yorum yazan 1500 kişi Elazığ ortalamasını temsil ediyorsa, demek ki %99,7'si a) bağnaz, b) düzgün cümle kuramayacak kadar cahil, c) paranoyak, d) ırkçı, e) akılları fikirleri tecavüzle meşgul kişilerdir. Kalan binde üçten özür dileyerek soralım, yaşasınlar mı sizce?”

Durmamış, devam da etmişsin: “Elazığ'da ‘maddi ve manevi tecavüz kültürü çok gelişkin’ dediğim için bu laflar. Adamların tarihlerinde, kültürlerinde övünebildikleri tek şey günde beş vakit tecavüz etmek. Başkaca bir değerleri yok. Bunlar yaşamalı, kurtarılmalı diyenler suça ortak oluyorlar.”

Bir şehri topluca “tecavüzcü” ilan etmek, ölüme mahkum etmek… Yani kadını erkeği, yaşlısı genci, akıllısı delisi, işçisi işsizi, bir şehri velhasıl ve onları uğradığı deprem felaketinden dolayı savunanları… Lütfedip çocukları ayırt ederek… 

Elazığ’da Türkler, Kürtler, Zazalar, Aleviler, Sünniler, kaldığı kadar Ermeniler yaşıyor… Deprem hiçbirini ayırt etmedi… Bir de sen ayırt etmedin; hepsi cinsi sapıktır, idolleri Mehmet Ağar’dır, çocuklar hariç tekmil ölsünler…

Bir coğrafya için “kamuya seslenmiyorum ki” diye demagoji yapıp en kamuya açık olan bir mecrada ulu orta “hepsi ölsün” dediğinde, buna ırkçılık ve halk düşmanlığı deniyor bizim kitabımızda! Buna insan sevgisinden, değer ve duyarlılıklarından yoksun faşistlik deniyor! 

Müge Anlı deyince “ırkçılık”, sen deyince “entellik” olmuyor işte! (Kaldı ki o kadın sonradan tepkiler üzerine özür diledi! Yalandan ya da sahici…) 

Hitler’in Auschwitz toplama kampındaki cellatları akıllı, zeki adamlardı. Ama biz onları faşist ve insanlık düşmanı soykırımcılar olarak hatırlıyoruz; “akıllı adamlar” diye değil!

Hrant’a da dil uzatmışsın yazında, Hrant’ın “Marksist Leninist silahlı devrim örgütü üyeliğini bilmezsiniz” diyerek… Bilmediğimi nereden çıkardın? Hrant’ı Hrant Dink yapan biraz da o evveliyatıdır desem, anlamazsın. Muhasebe, yüzleşme, barış, adalet; bunların senin “entelektüel” dünyanda yeri yok çünkü. 

Çok uzattım. Senden kişiliğime yönelik hakaretlerinden dolayı özür dilemeni istiyorum. Böyle de safım işte, serde köylülük var ne de olsa… 

Ama o lafını “yutmayacağım” Sevan efendi! Sana “namus” kavramını öğreteceğim! Dilerim buradan göründüğün kadar kalın kafalı bir “öğrenci” değilsindir!

CS. 1 Şubat 2020 TKNMZHBR



Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

"Murat öldü Cafer"

“Murat çok hasta” diye haber vermişti Fatma. İki gün geçmeden, olsun, yine de gideyim hastaneye, belki bir mucize olur diye düşünürken, “Murat öldü Cafer” haberi geldi bu kez... Önce “Murat çok hasta, hastanede” haberini aldım. Nesi var ki? Kanser... “Ne kanseri?” bile diyemedim. Alacağım cevaptan korktum. En kötüsü olmasından.  En kötüsüymüş... Hangi hastanede? Geleyim, göreyim, moral olur, iyi gelir belki, ne bileyim. “Gelsen de göremezsin ki. Yoğun bakımda. Entübe edildi. Belki bir mucize olur diye bekliyoruz işte.” Bir mucize olur belki. Bir mucize olsa. Bir mucize olsun... Daha çok genç yahu! Ölecek değil ya!  Öldü... “Murat çok hasta” diye haber vermişti Fatma. İki gün geçmeden, olsun, yine de gideyim hastaneye, belki bir mucize olur diye düşünürken, “Murat öldü Cafer” haberi geldi bu kez... İnsan evladı tuhaf bir varlık. Telefon ekranındaki “Murat öldü Cafer” mesajına bir süre bakakaldım öylece. Nasıl olduysa, bir üzüntü emojisi ile yanıt vermeyi akıl edebildim. Bir şey...

İlla da İzmir...

 Hep siyasi gündemin iç karartıcı sorunlarına dair yazacak, konuşacak değiliz ya... Dedim ve İzmir’deki imza buluşmasını paylaşayım sizinle istedim. Buyurun: Geçtiğimiz 16 Aralık cumartesi günü İzmir’de imza günüm vardı, Yakın Kitabevinde. Ne zamandır İzmir’e gitmek için “bahane” lazımdı; bundan âlâ bahane mi olur :) Fakat bir şanssızlıktır tuttu yakamdan ve bir türlü bırakmadı. Bakın nasıl... İzmir’de aile çevremden insanların yanı sıra birçok da arkadaşım var. Bir arkadaşım da yeni eve taşındı ve bizim “Kaptan” Mithat ayda birkaç kez gidiyor İzmir’e ve dönüşte Erhan’ın yeni evinin manzarasını öve öve bitiremiyor. Kaptan zevk sahibi adamdır, beğeni ölçüleri vardır, estetik duygusu gelişkindir; Siirtlidir ama bizim gibi (“bizim” derken kendimi kastediyorum, yanlış anlaşılmasın) köylü de değildir yani. O övüyorsa demek ki harbiden güzel manzarası var evin. Velhasıl bu da bizim arkadaş grubu için imza etkinliğinin yanında bir başka “bahane” idi. (Belki de asıl “bahane.”) Yakın Kitabe...

'Kontrol'lü mü? 'Tiyatro' mu? 'Darbe' mi?

Belki biraz uzun bir yazı olacak, ama mevzu önemli ve doğru anlaşılması gerek... 15 Temmuz darbe girişiminin yıldönümünde bu alçakça girişimi kınayan birkaç tivit attım ve çok "ilginç" ve düşündürücü tepkiler aldım. Darbe girişiminin ilk saatlerinde ve izleyen günlerde de darbeye karşı demokrasiyi savunmanın "ilkesel" bir anlamı, değeri olduğuna dair görüşlerimi yazmış, paylaşmıştım. Darbeye karşı demokrasiyi savunmak, ideolojik, siyasi görüşlerimiz, tercihlerimiz ne olursa olsun, hepimiz için bir "ortak payda" anlamı taşır; en azından, naçizane, yıllardır nefesim, kalemim yettiğince böyle olması gerektiğini savunuyorum. "İyi darbe-kötü darbe"? Bunu önemsemem boşuna değil. Zira biliyorum ve biliyoruz ki, toplumda öteden beri "iyi darbe, kötü darbe" şeklinde bir kötü yaklaşım tarzı var. "Düşman" bellediğine "karşı" ise o "iyi" darbedir ve kendisine karşı ise, "kötü." Bu, sadece kötü değ...