Ana içeriğe atla

Kürt sorunu 'muhatap' sorunudur

CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu’nun “Siyaset kurumunun 35-40 yıldır çözemediği bir Kürt sorunu var” şeklindeki sözleri ve çözümün adresi olarak parlamentoyu, “meşru muhatap” olarak da HDP’yi işaret etmesi tartışmalara neden oldu. Okurun Kılıçdaroğlu’nun sözleri üzerine kim ne dedi konusunda Ümit Kıvanç’ın yazısına bakmasını öneririm: Kürt sorunu yok, eşya toplamak var (gazeteduvar.com.tr) 

Ülkenin seçim sath-ı mailine girmiş olması ve ufukta görünen seçimlerde HDP ve HDP seçmeninin tercihinin “kritik” bir öneme sahip olmasıyla doğrudan ilgili bir tartışma bu. Bunu tartışmayı önemsizleştirmek için söylemiyorum. Ancak ilgili bütün tarafların olası seçimlerin ertesinde de pozisyonlarını netleştirmeleri gereği olduğu açık. Buna katkı koyan çabalar değerlidir.

Pek üzerinde duran olmadı ama Sayın Kılıçdaroğlu’nun sorunun evveliyatını “35-40 yıl” olarak belirlemesi, bilerek veya bilmeyerek, son derece hatalı. Çünkü 35-40 yıldır kazandığı anlam itibarıyla Kürt sorununun temelleri cumhuriyetin kuruluş mantığı ile atıldı. Kuruluşunu takip eden 20-30 yıl boyunca cumhuriyetin “en mühim dahili müşkülatı” Kürt sorunu idi. Ayaklanmalar, tedip ve tenkil harekatları, katliamlar ve yoğun bir asimilasyon politikası, bu yılların özetidir.

1940’lı yıllardan 70’li yıllara değin bir “sessizlik” vardı ama sorun olduğu yerde duruyor ve aslında içten içe de büyüyor, ağırlaşıyordu. Çünkü Kürtler Kürt olmaktan vazgeçmiş değillerdi ve inkâr siyasetine karşı değerlerini koruyan, acılı hafızasını kuşaktan kuşağa taşıyan bir Kürt gerçekliği vardı.

Memleketin derin devleti de bunun farkındaydı. “Sessizlik” yıllarında bile devletin dikkati Kürtler üzerindeydi. Ortada “tehdit” olarak değerlendirilecek bir örgüt, hareket olmadığı halde 1961 yılında açılan “49’lar davası”, yine 60 darbecilerinin dönemin Kürt aşiret ileri gelenlerini Sivas Toplama Kampında toplaması devletin bu “hassasiyetinin” göstergesi olarak anlamak gereken gelişmelerdi. 1971 müdahalesinde de aynı “hassasiyetle” girişilen operasyonlar olduğunu biliyoruz. 1971 yılında TİP’in kapatılmasının gerekçesi de, “Doğu meselesi” veya “milî mesele” olarak sol hareketin gündemine giren Kürt sorunuyla ilgili tutumuydu. TİP’e göre Türkiye’nin doğusunda Kürtler yaşamaktaydı ve baskıya, asimilasyona maruz kalmaktaydı…

70’li yılların sonuna doğru sahneye çıkan PKK, bu tarihi sürecin ürünüdür. Bu anlamda altı çizilerek belirtilmelidir ki PKK eşittir Kürt sorunu değildir ama elbette ki PKK, sorunun sıcak bir parçası ve sonucudur.

PKK deyince 12 Eylül faşizminin uygulamalarına vurgu yapılır ve Diyarbakır Cezaevindeki vahşetin PKK’yi büyüttüğü dile getirilir. Bu, yüzeysel olmakla beraber doğru bir tespittir. Darbeciler, devraldıkları zihniyetin gereğini yerine getirmişlerdir ve o da cumhuriyetin kuruluşundan günümüze taşınan “bölünme” korkusudur. Başka türlü davranmaları mümkün değildi. 

Sorunu “35-40 yıllık bir mesele” olarak görmek bu nedenle hatalı.

Bir başka ifadeyle cumhuriyeti demokrasi ile taçlandırmak ve nihai barış, çözüm iddiası olan her siyasi aktörün, sorunu bu tarihsel bağlama oturtarak ele alması gereği var.

Sorunu 35-40 yıl ile yani PKK’nin varlığı ile izah etmek, doğal olarak PKK olmazsa Kürt sorunu da bitecektir demek oluyor. 

Nitekim öteden beri ve hâlâ da sorunu askerî zor uygulayarak “çözmek” çabasının tercümesi de budur. Yanlış ve yanılgılı olan da budur zaten.

*** 

Mevzunun güncel boyutu itibarıyla “muhatap” meselesi için de belirtmek gereken şeyler var elbette. 

Açık ve dosdoğru söylemek gerekir: Öncelikle konuyu bir “sorun” olarak tanımlayanlar, bu sorundan ne anladıklarını ortaya koymak durumundadır. Kürt sorunu neden bir “sorun”? Kürt olmak neden bir sorun? Bu sorunun cevabı ister istemez ne tür bir çözüm anlayışına sahip olduğunuzu da ortaya koyacaktır ve bu nedenle önemlidir.

Kürt sorununu telaffuz etmesi bile başlı başına önemli olan CHP Kürt sorunu deyince ne anlamaktadır?

Meseleyi ve tartışmayı “köprüyü geçene kadar” idareciliğiyle geçiştirme çabasında olduğu anlaşılan Millet İttifakı’nın öbür kanadı İyi Parti “Kürt kökenli kardeşlerimizin sorunları…” üslûbunun ötesine geçebilecek midir?

AKP’nin bağrından kopan partiler Kürt seçmenin dikkatini çeken “Kürt sorunu vardır” türü açıklamalarını bir çözüm perspektifi ile netliğe kavuşturabilecekler midir?

Uğradığı baskı ve tutuklamalar neticesinde “Türkiye partisi” olma iddiası Kürt partisi olma noktasına geriletilen HDP de kısa, orta ve uzun erimde çözümden ne anladığını ortaya koymalıdır tabii ki.

“Kürt sorunu diye bir şey yoktur” diyen MHP için zaten bir “şey” demeye gerek yok; Kürt sorunu olacak ki onlar da “milliyetçi” olsunlar…

Sayın siyasiler “muhatap” sorunun ta kendisidir. Eğer ortada bir “sorun” olduğunu görüyor, düşünüyorsanız…

Nasıl ki hemen her vesileyle iktidarıyla muhalefetiyle herkes “birlik-beraberlik” vaazları veriyorsa, Kürtlerin bu “birlik-beraberlik” içerisinde “Kürt” olarak yerinin ne olduğu ve olması gerektiği sorusunun cevabı, sorunun esasıdır.

Oyları üzerine hesaplar yapılan Kürtlerin merak ettiği de budur.

Bu açıdan bakıldığı zaman sorunla ilgili herkesin, İmralı ve Kandil de dahil, rolü de belirginlik kazanacaktır.

Biraz daha cesaret, ha gayret…

24 Eylül 2021 P24 Blog - Kürt sorunu ‘muhatap’ sorunudur




Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

"Murat öldü Cafer"

“Murat çok hasta” diye haber vermişti Fatma. İki gün geçmeden, olsun, yine de gideyim hastaneye, belki bir mucize olur diye düşünürken, “Murat öldü Cafer” haberi geldi bu kez... Önce “Murat çok hasta, hastanede” haberini aldım. Nesi var ki? Kanser... “Ne kanseri?” bile diyemedim. Alacağım cevaptan korktum. En kötüsü olmasından.  En kötüsüymüş... Hangi hastanede? Geleyim, göreyim, moral olur, iyi gelir belki, ne bileyim. “Gelsen de göremezsin ki. Yoğun bakımda. Entübe edildi. Belki bir mucize olur diye bekliyoruz işte.” Bir mucize olur belki. Bir mucize olsa. Bir mucize olsun... Daha çok genç yahu! Ölecek değil ya!  Öldü... “Murat çok hasta” diye haber vermişti Fatma. İki gün geçmeden, olsun, yine de gideyim hastaneye, belki bir mucize olur diye düşünürken, “Murat öldü Cafer” haberi geldi bu kez... İnsan evladı tuhaf bir varlık. Telefon ekranındaki “Murat öldü Cafer” mesajına bir süre bakakaldım öylece. Nasıl olduysa, bir üzüntü emojisi ile yanıt vermeyi akıl edebildim. Bir şey...

İlla da İzmir...

 Hep siyasi gündemin iç karartıcı sorunlarına dair yazacak, konuşacak değiliz ya... Dedim ve İzmir’deki imza buluşmasını paylaşayım sizinle istedim. Buyurun: Geçtiğimiz 16 Aralık cumartesi günü İzmir’de imza günüm vardı, Yakın Kitabevinde. Ne zamandır İzmir’e gitmek için “bahane” lazımdı; bundan âlâ bahane mi olur :) Fakat bir şanssızlıktır tuttu yakamdan ve bir türlü bırakmadı. Bakın nasıl... İzmir’de aile çevremden insanların yanı sıra birçok da arkadaşım var. Bir arkadaşım da yeni eve taşındı ve bizim “Kaptan” Mithat ayda birkaç kez gidiyor İzmir’e ve dönüşte Erhan’ın yeni evinin manzarasını öve öve bitiremiyor. Kaptan zevk sahibi adamdır, beğeni ölçüleri vardır, estetik duygusu gelişkindir; Siirtlidir ama bizim gibi (“bizim” derken kendimi kastediyorum, yanlış anlaşılmasın) köylü de değildir yani. O övüyorsa demek ki harbiden güzel manzarası var evin. Velhasıl bu da bizim arkadaş grubu için imza etkinliğinin yanında bir başka “bahane” idi. (Belki de asıl “bahane.”) Yakın Kitabe...

'Kontrol'lü mü? 'Tiyatro' mu? 'Darbe' mi?

Belki biraz uzun bir yazı olacak, ama mevzu önemli ve doğru anlaşılması gerek... 15 Temmuz darbe girişiminin yıldönümünde bu alçakça girişimi kınayan birkaç tivit attım ve çok "ilginç" ve düşündürücü tepkiler aldım. Darbe girişiminin ilk saatlerinde ve izleyen günlerde de darbeye karşı demokrasiyi savunmanın "ilkesel" bir anlamı, değeri olduğuna dair görüşlerimi yazmış, paylaşmıştım. Darbeye karşı demokrasiyi savunmak, ideolojik, siyasi görüşlerimiz, tercihlerimiz ne olursa olsun, hepimiz için bir "ortak payda" anlamı taşır; en azından, naçizane, yıllardır nefesim, kalemim yettiğince böyle olması gerektiğini savunuyorum. "İyi darbe-kötü darbe"? Bunu önemsemem boşuna değil. Zira biliyorum ve biliyoruz ki, toplumda öteden beri "iyi darbe, kötü darbe" şeklinde bir kötü yaklaşım tarzı var. "Düşman" bellediğine "karşı" ise o "iyi" darbedir ve kendisine karşı ise, "kötü." Bu, sadece kötü değ...