Ana içeriğe atla

‘Ku mirov ji ber xwe ve fedî neke yê her gûyî bixwe’

Başlıktaki Kürtçe atasözü bu tür durumları anlatan bir söz. Tercümesi, “Kendinden (yaptığından) utanmayan insan her haltı yer.”

Dokuz yıl önce bu zamanlar bir grup gazeteci ve STK temsilcisiyle birlikte Berlin Üniversitesi’nin davetiyle “Geçmişin Ağır Mirasıyla Yüzleşme” konulu bir geziye katılmıştım. Duvarın yıkılmasının ardından birleşmiş Almanya’nın başkenti olan Berlin’de, devlet ve toplum olarak Almanya’nın Yahudi soykırımı geçmişiyle nasıl yüzleştiğini sergileyen anıtlarını, müzelerini, pratiklerini görmüş, dinlemiştik. 

Bu vesileyle bir kez daha kavramış olduğum gerçek, bir ülkenin sahici ve işleyen bir demokrasi inşa edebilmesinin ancak geçmişiyle yüzleşmekle mümkün olabileceği idi. 

Nazi geçmişini “yok” sayan, Yahudi soykırımını örneğin “unutalım gitsin, geçmişte kaldı” şeklinde karşılayan bir Almanya günümüzdeki Almanya olabilir miydi?

Almanya veya Avrupa ya da “Batı” sevdalısı biri değilim, tepki vermeye hazır “yerli-milî” havasındaki okur kusura bakmasın. 

Meseleye bakış açım; adına “insanlık suçu” dediğimiz pratiklerin insanlığın ortak utancı olduğu ve bu utançla yüzleşme pratiklerinin de aynı ölçüde insanlaşma tarihimizin/serüvenimizin ortak kazanımı olduğudur. 

Başka sorunları, açmazları elbette vardır ama Almanya’nın işleyen bir demokrasi ile yönetildiği herhalde doğrudur ve vurgulamak istediğim de budur: Geçmişiyle yüzleşmeden demokrasi olamazdı…

Bahsettiğim bu bir haftalık gezi kapsamında ünlü Reichstag (Parlamento) binasını ziyaret etmiş, siyasi parti yetkilileri ve “yüzleşme” konulu çalışmalar yürüten STK temsilcileriyle, akademisyenlerle görüşmüş ve iç çekerek şehirdeki anıtları, müzeleri gezmiştik. 

Beni en çok etkileyen Berlin’in Schöneberg bölgesinde Nazilerin Yahudiler için koyduğu yasakları gösteren tabelalar ve aynı bölgede evlerin önündeki kaldırımlara konulan anma taşlarıydı. Başka şehirlerde de varmış bu. Bu bölgenin özelliği ise bir zamanlar bu mahallede yaşayan 16 bin Yahudinin çoğunun Naziler tarafından katledilmiş olması… 

Aynı bölgede bir de ilkokul gördük. Okulun 5. Sınıf öğrencileri, bir zamanlar kendileriyle birlikte aynı mahallede yaşarken katledilen 6 bin Yahudinin isimlerinin yazılı olduğu tuğlalardan bir anma duvarı örüyorlardı. 5. Sınıfa geçen her çocuk, katledilmiş Yahudilerden birinin adını, doğum ve ölüm tarihlerini, onun hakkında ne düşündüğünü yazarak duvara bir tuğla ekliyordu. 5. Sınıfa geçen her çocuğun eklediği tuğlalarla yükselen anma duvarında o zaman bin civarında tuğla üst üste konulmuştu. Aradan geçen zamanda duvar daha da yükselmiş olmalı…

Devletlerin işledikleri insanlık suçlarına ilişkin resmen özür dilemeleri, bu yönde yasalar çıkartmaları, kirli geçmişlerini “aşma” yönünde bir siyasi irade ortaya koymaları kuşkusuz ki önemlidir. Ancak daha da önemlisi o kirli geçmişe dair bir toplumsal hafıza oluşturulması, geçmişle yüzleşmenin bir toplumsal bilinç ve duyarlılık konusu haline getirilmesidir. 

Bu örneklerden etkilenmemin sebebi de buydu: Geçmişten ancak hafızalarda canlı tutarak arınabilir ve onu “güzel”, “özgür” ve “güvenli” olmasını arzuladığınız bir geleceğin teminatı hâline getirebilirsiniz.

*** 

Geçenlerde Ahmet Güneştekin’in Diyarbakır Keçi Burcu’nda açtığı “hafıza odası” sergisi ile ilgili tartışmalar aklıma bu Almanya gezisini getirdi ve bana bunları düşündürdü.

Serginin sanatsal yönüyle ilgili fazla bir şey söyleyecek durumda değilim. Neticede bir sanat eleştirmeni değilim çünkü. Kuşkusuz “izleyici” sıfatıyla bir görüşü olabilir insanların ama ben sergiyi de görmedim. Güneştekin’in gayet “seçkin” davetli listesindeki bazı popüler muhteremlerin görüntü ve fotoğrafları üzerinden sanatsal kritik yapmak da herhalde zorlama olur. 

Ancak o görüntü ve fotoğraflar için söylenecek çok şey var ve zaten tartışmalar da esas olarak etkinliğin bu yönüyle ortaya çıktı.

Faili meçhul cinayetlerin, “kayıpların” günlük haberler olduğu, devletin “rutin dışına” çıktığı 90’lı yıllarda devletin “Mehmetçik medyası” rolünü oynayan “Türkiye Türklerindir” gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Ertuğrul Özkök, “gowend” (halay) başı idi, neşeyle hoplayıp zıplıyordu. Sonrasında köşesinde “Daha horon da çekeceğim” diye yazdı; hakkında yazılanlar için “vız gelir” dercesine…

Kayıp isimlerinin yazılı olduğu levhalar ve renkli tabutlar önünde moda defilesi yaparmışçasına kameralara gayet neşeli poz veren insanların fotoğrafları vardı bir de… 

Adı “hafıza odası” olan, Kürtlerin yakın tarihteki acılarını düşündüren bir etkinliğe değil de İstanbul’un mutena bir semtinde birbirlerine gösteriş yapmaya gelmiş gibi idiler…

Bu etkinlikle ilgili sosyal medyada “sorunlarlayüzleşelim” hashtagi açılmıştı. Bu görüntü ve fotoğraflar, sorunlarımızla, acılarımızla, geçmişimiz ve geleceğimizle yüzleşmenin neresinde olduğumuzu bütün açıklığıyla bir kez daha gözler önüne serdi… 

Almanya örneği ile bırakalım kıyaslamayı hala utanma, mahcup olma, hiç değilse özeleştiri yapma aşamasının kıyısına bile varmış değiliz.

Başlıktaki Kürtçe atasözü de (“Ku mirov ji ber xwe ve fedî neke yê her gûyî bıxwe”) bu tür durumları anlatan bir söz. Tercümesi, “Kendinden (yaptığından) utanmayan insan her haltı yer.”

Çünkü utanma duygusunu yitirmiş olandan başka insani erdemler beklemek, nafiledir.

Şu da var ki, kendi nam-ı hesabımıza “Ar damarı çatlamış” medyatiklere bakınca utanıyorsak, bu umutlu bir başlangıç sebebi sayılabilir.

21 Ekim 2021 P24 Blog - ‘Ku mirov ji ber xwe ve fedî neke yê her gûyî bıxwe’


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

"Murat öldü Cafer"

“Murat çok hasta” diye haber vermişti Fatma. İki gün geçmeden, olsun, yine de gideyim hastaneye, belki bir mucize olur diye düşünürken, “Murat öldü Cafer” haberi geldi bu kez... Önce “Murat çok hasta, hastanede” haberini aldım. Nesi var ki? Kanser... “Ne kanseri?” bile diyemedim. Alacağım cevaptan korktum. En kötüsü olmasından.  En kötüsüymüş... Hangi hastanede? Geleyim, göreyim, moral olur, iyi gelir belki, ne bileyim. “Gelsen de göremezsin ki. Yoğun bakımda. Entübe edildi. Belki bir mucize olur diye bekliyoruz işte.” Bir mucize olur belki. Bir mucize olsa. Bir mucize olsun... Daha çok genç yahu! Ölecek değil ya!  Öldü... “Murat çok hasta” diye haber vermişti Fatma. İki gün geçmeden, olsun, yine de gideyim hastaneye, belki bir mucize olur diye düşünürken, “Murat öldü Cafer” haberi geldi bu kez... İnsan evladı tuhaf bir varlık. Telefon ekranındaki “Murat öldü Cafer” mesajına bir süre bakakaldım öylece. Nasıl olduysa, bir üzüntü emojisi ile yanıt vermeyi akıl edebildim. Bir şey...

İlla da İzmir...

 Hep siyasi gündemin iç karartıcı sorunlarına dair yazacak, konuşacak değiliz ya... Dedim ve İzmir’deki imza buluşmasını paylaşayım sizinle istedim. Buyurun: Geçtiğimiz 16 Aralık cumartesi günü İzmir’de imza günüm vardı, Yakın Kitabevinde. Ne zamandır İzmir’e gitmek için “bahane” lazımdı; bundan âlâ bahane mi olur :) Fakat bir şanssızlıktır tuttu yakamdan ve bir türlü bırakmadı. Bakın nasıl... İzmir’de aile çevremden insanların yanı sıra birçok da arkadaşım var. Bir arkadaşım da yeni eve taşındı ve bizim “Kaptan” Mithat ayda birkaç kez gidiyor İzmir’e ve dönüşte Erhan’ın yeni evinin manzarasını öve öve bitiremiyor. Kaptan zevk sahibi adamdır, beğeni ölçüleri vardır, estetik duygusu gelişkindir; Siirtlidir ama bizim gibi (“bizim” derken kendimi kastediyorum, yanlış anlaşılmasın) köylü de değildir yani. O övüyorsa demek ki harbiden güzel manzarası var evin. Velhasıl bu da bizim arkadaş grubu için imza etkinliğinin yanında bir başka “bahane” idi. (Belki de asıl “bahane.”) Yakın Kitabe...

'Kontrol'lü mü? 'Tiyatro' mu? 'Darbe' mi?

Belki biraz uzun bir yazı olacak, ama mevzu önemli ve doğru anlaşılması gerek... 15 Temmuz darbe girişiminin yıldönümünde bu alçakça girişimi kınayan birkaç tivit attım ve çok "ilginç" ve düşündürücü tepkiler aldım. Darbe girişiminin ilk saatlerinde ve izleyen günlerde de darbeye karşı demokrasiyi savunmanın "ilkesel" bir anlamı, değeri olduğuna dair görüşlerimi yazmış, paylaşmıştım. Darbeye karşı demokrasiyi savunmak, ideolojik, siyasi görüşlerimiz, tercihlerimiz ne olursa olsun, hepimiz için bir "ortak payda" anlamı taşır; en azından, naçizane, yıllardır nefesim, kalemim yettiğince böyle olması gerektiğini savunuyorum. "İyi darbe-kötü darbe"? Bunu önemsemem boşuna değil. Zira biliyorum ve biliyoruz ki, toplumda öteden beri "iyi darbe, kötü darbe" şeklinde bir kötü yaklaşım tarzı var. "Düşman" bellediğine "karşı" ise o "iyi" darbedir ve kendisine karşı ise, "kötü." Bu, sadece kötü değ...