Ana içeriğe atla

'Ne helalleşmesi? Hesap soracağız'

 Kılıçdaroğlu mütedeyyin seçmenin zihnindeki CHP algısını değiştirmek istiyor. Ama önce kendi bünyesinde bildik CHP zihniyeti ile yüzleşmeli

CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu’nun geleceği, çocuklarımızı işaret ederek bir “helalleşme” yolculuğuna çıktığını açıklaması, ister bir “seçim stratejisi” olsun isterse Sayın Kılıçdaroğlu’nun içtenlikle benimsediği bir zihniyet dönüşümünün deklare edilmesi olsun, ufukta seçimlerin göründüğü içinde bulunduğumuz sürece önemli bir boyut kazandırdığı kesin. 

Önceki yazımda da vurguladığım gibi, bu, Kılıçdaroğlu CHP’si için altına girdiği sorumluluğu taşıyıp taşıyamadığının sınanacağı bir konudur artık.

Açık ki Kılıçdaroğlu mütedeyyin seçmenin zihnindeki CHP algısını değiştirmek istiyor. Bunun, AKP’ye oy veren muhafazakâr Kürt seçmen üzerinde belirgin bir etkisi olduğu şimdiden söylenebilir. Zaten uzun süredir AKP’nin Kürt tabanında ciddi bir memnuniyetsizlik ve arayış var. Deva ve Gelecek Partisi ile birlikte CHP’yi izliyorlar. MHP ile koalisyon halindeki AKP’nin, tercihlerinin sonucu tayin edecek kritik bir öneme sahip olacağı besbelli Kürt seçmenin gönlünü alması pek mümkün görünmüyor. HDP seçmeninin de tercihini değiştirmediği anketlerin ortaya koyduğu bir sonuç. 

Hapishanede AİHM kararına rağmen düpedüz “siyasî rehine” olarak tutulan HDP’nin eski eş genel başkanı Selahattin Demirtaş’ın özeleştirisel bir vurguyla Kılıçdaroğlu’nun çıkışına destek verdiğini de eklemek gerek. 

Kılıçdaroğlu’nun çıkışının ülkenin “bu tarafında” ne denli etkili olabileceği, daha belirgin bir soru işareti. Ege ve Trakya’da, Orta Anadolu ve Karadeniz’de, Marmara ve özellikle İstanbul’un varoşlarında yaşayan ve “hayatta CHP’ye oy vermem” diyen insanların, “helalleşme” çıkışı yapan CHP’ye bakışları ne denli değişecek?

Bu, tamamen Kılıçdaroğlu ve beraberinde yerel örgütleriyle beraber CHP’nin bu süreçte sergileyeceği “performansa” bağlı. 

Artık sadede gelebilirim.

Önceki “helalleşme” yazıma CHP tabanından, bazılarını tanıdığım çok sayıda okurdan “farklı” tepkiler aldım.

Olumlu, övgüler içeren tepkiler bir yana (sağolsunlar), yazıma, gerçekte ise çıkışın sahibi Kılıçdaroğlu’na tepkiler, özetle, “Bunlarla helalleşme olur mu? Ne helalleşmesi? Hesap soracağız! Kürtler bizi satmazsa gümbür gümbür geliyoruz!” şeklindeydi.

Benzer tepkiler sosyal medyada da vardı. Gazeteci, yazar, akademisyen titri taşıyan birçok “ulusalcı” kişi de Kılıçdaroğlu’nun çıkışını en hafif deyişle “yersiz” bulduklarını deklare ettiler. Ergenekon, Balyoz, 28 Şubat davalarından yargılanan askerler ve yakınları, “Bizimle de helalleşecek misiniz!” şeklinde öfkeli serzenişlerde bulundular. 

Demek oluyor ki CHP’nin belki de mütedeyyin yurttaşlardan önce kendi bünyesinde bildik “CHP zihniyeti” ile yüzleşmesi gereği var. 

Örneklendirdiğim tepkileri anlamak için kendi içinde tasnif etmekte yarar var ve sondan başlıyorum: Diyorlar ya, “Kürtler bizi satmazsa…” Bu yaklaşımın sahipleri, açık ki, Kürtlerin kayıtsız şartsız kendi ideolojik hassasiyetlerinin “askeri” olmasını istiyor, bekliyorlar. Peki neden sizin askeriniz olsun Kürtler diye sorduğunuzda alacağınız yegâne cevap, lisan-ı münasiple yazıyorum, “Tayyip gitsin istiyorlarsa, bizi destekleyecekler” oluyor. Bu kadar… 

“Bu bir siyaset değil ki, Kürt sorununu nasıl çözeceksiniz? Barışı nasıl sağlayacaksınız?” diye sıralayacağınız sorulara verecekleri aklı başında bir yanıt yok…

“Ne helalleşmesi? Hesap soracağız!” yaklaşımı ise, en iyimser ifadeyle, Kılıçdaroğlu’nun “Helalleşme ayrı, hukuk ayrı” cevabını anlayamamakla malul. Açıkçası, böyle düşünenlerin hukuki bir duyarlılık taşıdıklarını da sanmıyorum. Yani “suç işleyen bağımsız yargı önünde hesabını verecek” değil de, amiyane tabirle “görecekler günlerini” beklentisi içerisindeler; eğer iktidara gelirlerse…

Bu yaklaşımların yaşadığımız kutuplaşmanın zemini olduğunu göremiyorlar.

Kendini esas alan ve başkalarını kendisine tabi olmak zorunda “ötekiler” olarak gören bu kafayla hiçbir sorunumuza kalıcı, nihai çözümler bulunamayacağını anlamak istemiyorlar.

Herkesin kendi kimliğiyle, değerleriyle barış içerisinde bir arada yaşayabileceği bir ülke olmanın gerektirdiği yüzleşmeden kaçınmakla “demokrat” olunamayacağını da anlamak istemedikleri gibi.

“Devlet” ancak kendileri yönetirse, “millet” ancak herkes kendileri gibi olursa iyidir, kutsaldır sanıyorlar. Devletin hiçbir durumda “kutsal” olmadığını, “millet” olmanın farklılıklarıyla birlikte kendi iç barışını sağlamış olmakla anlam ve değer kazandığını anlamaktan uzak duruyorlar.

O "Altı Ok" sembolünün geçtiğimiz yüzyılın iflas etmiş faşizan ideolojilerinin derme çatma, eklektik bir bulamacı olduğunu ve artık “çağdaşlık” adına bir anlamı kalmadığını kabul etmek istemiyorlar.

Naçizane, Kılıçdaroğlu’nun ne denli somutlaştırmak gerekli olsa da attığı adımı “anlamlı” bulmamın sebebi de zaten bu zihniyet. Bu zihniyeti değiştirmek, dönüştürmek için atılacak her adım, sarf edilecek her çaba, sadece CHP’nin değil Türkiye’nin demokratik kazanımı olur…

Zor, ama aynı ölçüde de gerekli…

26 Kasım 2021 P24 - "Ne helalleşmesi? Hesap soracağız!" (platform24.org)



Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

"Murat öldü Cafer"

“Murat çok hasta” diye haber vermişti Fatma. İki gün geçmeden, olsun, yine de gideyim hastaneye, belki bir mucize olur diye düşünürken, “Murat öldü Cafer” haberi geldi bu kez... Önce “Murat çok hasta, hastanede” haberini aldım. Nesi var ki? Kanser... “Ne kanseri?” bile diyemedim. Alacağım cevaptan korktum. En kötüsü olmasından.  En kötüsüymüş... Hangi hastanede? Geleyim, göreyim, moral olur, iyi gelir belki, ne bileyim. “Gelsen de göremezsin ki. Yoğun bakımda. Entübe edildi. Belki bir mucize olur diye bekliyoruz işte.” Bir mucize olur belki. Bir mucize olsa. Bir mucize olsun... Daha çok genç yahu! Ölecek değil ya!  Öldü... “Murat çok hasta” diye haber vermişti Fatma. İki gün geçmeden, olsun, yine de gideyim hastaneye, belki bir mucize olur diye düşünürken, “Murat öldü Cafer” haberi geldi bu kez... İnsan evladı tuhaf bir varlık. Telefon ekranındaki “Murat öldü Cafer” mesajına bir süre bakakaldım öylece. Nasıl olduysa, bir üzüntü emojisi ile yanıt vermeyi akıl edebildim. Bir şey...

İlla da İzmir...

 Hep siyasi gündemin iç karartıcı sorunlarına dair yazacak, konuşacak değiliz ya... Dedim ve İzmir’deki imza buluşmasını paylaşayım sizinle istedim. Buyurun: Geçtiğimiz 16 Aralık cumartesi günü İzmir’de imza günüm vardı, Yakın Kitabevinde. Ne zamandır İzmir’e gitmek için “bahane” lazımdı; bundan âlâ bahane mi olur :) Fakat bir şanssızlıktır tuttu yakamdan ve bir türlü bırakmadı. Bakın nasıl... İzmir’de aile çevremden insanların yanı sıra birçok da arkadaşım var. Bir arkadaşım da yeni eve taşındı ve bizim “Kaptan” Mithat ayda birkaç kez gidiyor İzmir’e ve dönüşte Erhan’ın yeni evinin manzarasını öve öve bitiremiyor. Kaptan zevk sahibi adamdır, beğeni ölçüleri vardır, estetik duygusu gelişkindir; Siirtlidir ama bizim gibi (“bizim” derken kendimi kastediyorum, yanlış anlaşılmasın) köylü de değildir yani. O övüyorsa demek ki harbiden güzel manzarası var evin. Velhasıl bu da bizim arkadaş grubu için imza etkinliğinin yanında bir başka “bahane” idi. (Belki de asıl “bahane.”) Yakın Kitabe...

'Kontrol'lü mü? 'Tiyatro' mu? 'Darbe' mi?

Belki biraz uzun bir yazı olacak, ama mevzu önemli ve doğru anlaşılması gerek... 15 Temmuz darbe girişiminin yıldönümünde bu alçakça girişimi kınayan birkaç tivit attım ve çok "ilginç" ve düşündürücü tepkiler aldım. Darbe girişiminin ilk saatlerinde ve izleyen günlerde de darbeye karşı demokrasiyi savunmanın "ilkesel" bir anlamı, değeri olduğuna dair görüşlerimi yazmış, paylaşmıştım. Darbeye karşı demokrasiyi savunmak, ideolojik, siyasi görüşlerimiz, tercihlerimiz ne olursa olsun, hepimiz için bir "ortak payda" anlamı taşır; en azından, naçizane, yıllardır nefesim, kalemim yettiğince böyle olması gerektiğini savunuyorum. "İyi darbe-kötü darbe"? Bunu önemsemem boşuna değil. Zira biliyorum ve biliyoruz ki, toplumda öteden beri "iyi darbe, kötü darbe" şeklinde bir kötü yaklaşım tarzı var. "Düşman" bellediğine "karşı" ise o "iyi" darbedir ve kendisine karşı ise, "kötü." Bu, sadece kötü değ...