Ana içeriğe atla

Arınç'ın helalliği...

İnsanlar bir bedendir ve her insan bu bedenin âzâsı gibidir. Çünkü insanların varoluşu aynı cevherden/kaynaktan gelmektedir. Eğer günün birinde organlardan biri hastalanırsa diğer organlar da bundan etkilenir insicam/düzen bozulur. Eğer sen başkalarının ıstırabından, derdinden, gamından habersizsen seni insan olarak isimlendirmek doğru olmaz. --Yârêsan (İran) Kürt Alevilerinin “Ben-i âdem” deyişinden.

33 yaşındaki Bangin Muhammed, 12 Kasım 2021 günü İskenderun T Tipi Cezaevinde ağır hasta olduğu halde tedavi edilmediği için hayatını kaybetti. 

27 yaşındaki Garibe Gezer, 9 Aralık 2021 günü Kocaeli 1 No’lu F Tipi Cezaevinde tecrit amacıyla tutulduğu “süngerli odada” ölü bulundu. Cezaevi idaresine göre Gezer intihar etmişti. 

65 yaşındaki Abdülrezzak Şuyur akciğer kanseriydi. İzmir Aliağa Şakran T Tipi Cezaevinde 15 Aralık 2021 günü bulunduğu hücrede hayatını kaybetti. 

52 yaşındaki Halil Güneş, kemik ve akciğer kanseriydi. 15 Aralık 2021 günü Diyarbakır 2 No’lu Cezaevindeki hücresine sayım için gelen gardiyanlar tarafından ölü bulundu. 

32 yaşındaki İlyas Demir, 17 Aralık 2021 günü Bolu T Tipi Cezaevinde tek başına tutulduğu hücrede ölü olarak bulundu. 

24 yaşındaki Mustafa Gaffar, 18 Aralık 2021 günü Antalya E Tipi Cezaevinde kaldığı koğuşta kendisini çarşafla asmış olarak bulundu.

Vedat Erkmen 19 Aralık 2021 günü Tekirdağ 2 No’lu F Tipi Cezaevinde tutulduğu hücrede ölü bulundu. Cezaevi idaresine göre Erkmen intihar etmişti. 

Bunlar, insan hakları kuruluşlarının tespitlerine göre son birkaç ay içerisinde hapishanelerde yaşanan ölüm olayları. Geriye doğru gittikçe liste uzayıp gidiyor. 

Ağır hastalıkları olmasına rağmen gerektiği gibi tedavi edilmedikleri için, ailelerinin “infazını erteleyin dışarıda tedavi görsün” çabalarına da Adalet Bakanlığı başta olmak üzere ilgili kurumlar aldırış etmediği için öldü bu insanlar. Bazıları için “intihar etti” deniyor. Ancak öyle bile olsa bu da ortada bir sağlık sorunu var demektir ve intihar, devletin sorumluluğunu hafifletecek bir şey değildir.

Son olarak, 13 Şubat 2022 günü Nusret Muğla isimli 84 yaşındaki “FETÖ”den hükümlü bir vatandaş hapishanede hayatını kaybetti. Birçok kronik hastalığı varmış ve üstüne de koronaya yakalanmış. Ailesinin tedavi için serbest bırakılmasına dönük çabaları sonuçsuz kalmış. Kendisini görememişler bile. Bülent Arınç’ın çocukluk arkadaşıymış. Arınç’ın Twitter’dan yaptığı açıklamadan öğrendik haberi zaten. 

Arınç açıklamasında, “ağabey” olarak hitap ettiği Nusret Muğla’dan helallik istemiş; “Nusret Ağabey hakkını helal et, sana ve arkadaşlarına faydalı olamadığım gibi kendime de faydalı olamadım” demiş. Muğla’nın oğlu Sait Muğla ise onun bu sözleri üzerine, “Babam ‘Bülent abini ara, 65 yıllık dostluğun karşılığı bu mu? diye sor’ demişti. Aradım, damadıyla ilgili problemlerden bahsetti. Şoke oldum” dedi. (Haberi burada okuyabilirsiniz.)

Sayın Arınç’ın Muğla’nın oğluna dert yandığı damadı 5 Haziran 2017 günü tutuklanıp üç gün sonra 8 Haziran’da serbest bırakılmış. Geçen sene de beraat etmiş. Arınç düşündükçe hâlâ dertleniyor olabilir damadı için, bilemem, ama çok sayıda başka insan ve onların aileleri için dert de, problem de, sıkıntı da devam ediyor.

Helallik istemek bu coğrafyanın güzel, anlamlı bir geleneğidir. Arınç’tan daha iyi bilecek değilim ama bu beraberinde samimiyetle inanan istek sahibine ciddi bir sorumluluk da yükler. Hatalarını idrak ve telafi etme sözüdür çünkü. 

Bülent Arınç yaşını başını almış bir siyasetçi. Siyasette olabileceği her şeyi olmuş kanımca, bir beklentisi kaldığını sanmıyorum. 

Arkadaşından helallik istediği açıklamasından hareketle, Allah gecinden versin ama kalan ömründe hapishanelerdeki hasta mahpusların serbest bırakılması için bir gayretin içine girse ya… 

Mesela Adlî Tıp Kurumu’nun ısrarla hapiste tuttuğu demans hastası Aysel Tuğluk’un, mesela 84 yaşındaki Mehmet Emin Özkan’ın, mesela İnsan Hakları Derneği verilerine göre 600’ü aşkın sayıdaki ağır hasta mahpusun serbest bırakılması için, hiç değilse Ömer Faruk Gergerlioğlu kadar çaba gösterse… 

“Ne yapabilirim ki ben?” demeden önce, her fırsatta ne kadar “vicdanlı” biri olduğunu söyleme gereği duyduğunu hatırlasa ve vicdanının sesini dinlese… 

Mesela Urfa'nın Suruç ilçesinde 14 Haziran 2018 tarihinde partili arkadaşı milletvekili İbrahim Halil Yıldız'ın koruma ve yakınlarının saldırısı sonucu eşi ve iki oğlunu kaybeden Emine Şenyaşar (65) ile saldırıdan yaralı kurtulan oğlu Ferit Şenyaşar’ın, Urfa Adliyesi önünde başlattığı Adalet Nöbetine katılsa… Urfa’ya kadar gidemeyecekse, Adalet Bakanlığı önünde oturarak kendisi de bir “adalet nöbeti” başlatsa… 

AKP’de bir “özgül ağırlığı” var mıdır hala, bilmiyorum ama asıl o zaman her fırsatta “vicdanlı” bir insan olduğunun altını çizmesi, herhalde bir anlam kazanır. 

Mesele kimin “neci” olup olmadığı değil. Tamamen insanî. Eğer Sayın Arınç için de bu “insanî” boyut kimin neci olduğundan daha önemli ise… Eğer vicdanı kendisine “Kim neci, bir bak ona göre…” gibi ayrımcı telkinlerde bulunmuyorsa…

Yargı ve bir bütün olarak adalet ile ilgili çok ciddi sorunlar yaşandığı gözler önündeki bir gerçek. Ancak kapsamlı reformlar ve adalet kavramını esas alan tutarlı ve kararlı bir siyasi iradeyle çözülmesi mümkün. 

Ne var ki hapishanelerde kaderine terk edilmiş hasta mahpusların ne seçimleri ne de lafı bile edilmeyen o adalet reformlarını beklemeye mecalleri var.

Devlet, içeri attığı insanların özgürlüğünü elinden almakla onların yaşamlarının sorumluluğunu üstlenmiş oluyor. “Hastaydı, öldü” veya “Bunalıma girmiş, intihar etmiş” türü açıklamalar sadece sorumsuzluk değil, zalimliktir. 

18 Şubat 2022 

P24 - Arınç’ın helalliği (platform24.org)



Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

"Murat öldü Cafer"

“Murat çok hasta” diye haber vermişti Fatma. İki gün geçmeden, olsun, yine de gideyim hastaneye, belki bir mucize olur diye düşünürken, “Murat öldü Cafer” haberi geldi bu kez... Önce “Murat çok hasta, hastanede” haberini aldım. Nesi var ki? Kanser... “Ne kanseri?” bile diyemedim. Alacağım cevaptan korktum. En kötüsü olmasından.  En kötüsüymüş... Hangi hastanede? Geleyim, göreyim, moral olur, iyi gelir belki, ne bileyim. “Gelsen de göremezsin ki. Yoğun bakımda. Entübe edildi. Belki bir mucize olur diye bekliyoruz işte.” Bir mucize olur belki. Bir mucize olsa. Bir mucize olsun... Daha çok genç yahu! Ölecek değil ya!  Öldü... “Murat çok hasta” diye haber vermişti Fatma. İki gün geçmeden, olsun, yine de gideyim hastaneye, belki bir mucize olur diye düşünürken, “Murat öldü Cafer” haberi geldi bu kez... İnsan evladı tuhaf bir varlık. Telefon ekranındaki “Murat öldü Cafer” mesajına bir süre bakakaldım öylece. Nasıl olduysa, bir üzüntü emojisi ile yanıt vermeyi akıl edebildim. Bir şey...

İlla da İzmir...

 Hep siyasi gündemin iç karartıcı sorunlarına dair yazacak, konuşacak değiliz ya... Dedim ve İzmir’deki imza buluşmasını paylaşayım sizinle istedim. Buyurun: Geçtiğimiz 16 Aralık cumartesi günü İzmir’de imza günüm vardı, Yakın Kitabevinde. Ne zamandır İzmir’e gitmek için “bahane” lazımdı; bundan âlâ bahane mi olur :) Fakat bir şanssızlıktır tuttu yakamdan ve bir türlü bırakmadı. Bakın nasıl... İzmir’de aile çevremden insanların yanı sıra birçok da arkadaşım var. Bir arkadaşım da yeni eve taşındı ve bizim “Kaptan” Mithat ayda birkaç kez gidiyor İzmir’e ve dönüşte Erhan’ın yeni evinin manzarasını öve öve bitiremiyor. Kaptan zevk sahibi adamdır, beğeni ölçüleri vardır, estetik duygusu gelişkindir; Siirtlidir ama bizim gibi (“bizim” derken kendimi kastediyorum, yanlış anlaşılmasın) köylü de değildir yani. O övüyorsa demek ki harbiden güzel manzarası var evin. Velhasıl bu da bizim arkadaş grubu için imza etkinliğinin yanında bir başka “bahane” idi. (Belki de asıl “bahane.”) Yakın Kitabe...

'Kontrol'lü mü? 'Tiyatro' mu? 'Darbe' mi?

Belki biraz uzun bir yazı olacak, ama mevzu önemli ve doğru anlaşılması gerek... 15 Temmuz darbe girişiminin yıldönümünde bu alçakça girişimi kınayan birkaç tivit attım ve çok "ilginç" ve düşündürücü tepkiler aldım. Darbe girişiminin ilk saatlerinde ve izleyen günlerde de darbeye karşı demokrasiyi savunmanın "ilkesel" bir anlamı, değeri olduğuna dair görüşlerimi yazmış, paylaşmıştım. Darbeye karşı demokrasiyi savunmak, ideolojik, siyasi görüşlerimiz, tercihlerimiz ne olursa olsun, hepimiz için bir "ortak payda" anlamı taşır; en azından, naçizane, yıllardır nefesim, kalemim yettiğince böyle olması gerektiğini savunuyorum. "İyi darbe-kötü darbe"? Bunu önemsemem boşuna değil. Zira biliyorum ve biliyoruz ki, toplumda öteden beri "iyi darbe, kötü darbe" şeklinde bir kötü yaklaşım tarzı var. "Düşman" bellediğine "karşı" ise o "iyi" darbedir ve kendisine karşı ise, "kötü." Bu, sadece kötü değ...