Savaş elbet biter. Ya sonra?

Rusya, “arka bahçesi” olduğuna inandığı ülkelerin bağımsız iradeleriyle var olmalarına kendi belirlediği sınırlar koyuyor.

Ne kâhinim ne de TV ekranlarında arz-ı endam eden kerameti harita başında elinde tuttuğu sopadan menkul bir “uzman” ama gidişattan anladığım, Rusya’nın Ukrayna’yı işgal harekâtıyla başlattığı savaş, en azından “sıcak savaş” boyutuyla yakın zamanda bitecek. 

Rusya’nın ordu ve savaş gücü, silahları, füzeleri, hedefledikleri “mutlak zaferi” elde etmeye belli ki yetmiyor, yetmeyecek. Hatırlanacaktır, işgalin ilk günlerinde Ukrayna’da hükümetin devrileceği, olmadı ordunun darbe yapacağı beklentisi vardı; Putin açık açık çağrılar da yaptı. Bizim yorumcular da hemen “Ukrayna’da hükümet düşmeden, Rusya yanlısı bir hükümet işbaşına getirilmeden Putin durmaz” dediler. 

Boşa düşen bu olasılık gerçekleşseydi bile Rusya “mutlak bir zafer” elde etmiş olmayacaktı. 

“Ukrayna diye bir ülke de halk da yok aslında” denilmesine rağmen, Rusya Ukrayna’da işgalci bir güç olarak ilanihaye varlığını sürdürebilir miydi? Uydu hükümet halkın benimsediği bir iktidar gücü olmayı başarabilir miydi? Ukrayna Rusya’nın saplandığı bir kanlı girdap olmaz mıydı?

(Arada belirtmeden edemeyeceğim; ekrana çıkarılan bir emekli havacı general, Erdoğan Karakuş, 4 Mart 2022 günü Kiev’in aslında “Kıyı evi” olduğunu, zamanla “Kiev”e dönüştüğünü, Ukraynalıların aslında Hazar Türklerinin devamı olduğunu ve bu yüzden Ruslardan farklı düşündüğünü söyleyerek meseleye başka bir boyut kazandırdı! Bu “uzman” asker, Harp Okullarında kurmay subaylara eğitim vermiş, Genelkurmay Askeri Tarih ve Stratejik Etüt Başkanı olarak görev yapmış. Ama nedense (!) bu “açılım” kamuoyunda ve devlet nezdinde pek rağbet görmedi…)

Neticede taraflar arasında çatışmalar, ölümler, göçler sürüyor olsa da müzakereler başladı, sürüyor ve tarafların açıklamalarından “uzlaşma” ve “anlaşmaya” yaklaşıldığı, tarafların daha “gerçekçi” beklentilerle masaya oturdukları haberleri geliyor. 

Ukrayna, muhtemelen Rusya’nın “NATO’ya üye olma, tarafsız ol, Kırım’ı tanı” gibi isteklerine razı gelecek; bu yönde mesajlar veriliyor da zaten. Büyük olasılıkla Rusya’nın “himayesine” aldığı  Donetsk ve Lugansk’ın durumu “müzakere” konusu olarak masada kalacak. Buna karşılık Rusya da işgale yapabildiğince zamana yayarak son verecek, Ukrayna’da rejim değişikliği beklentisinden vazgeçecek, “tarafsız” kalması şartıyla egemen bir devlet olarak tanıyacak. Muhtemelen silahlar sustuktan sonra müzakereleri sürecek bir başka sorun da, savaşın yol açtığı yıkımın karşılıklı tazmini olacak. Rusya’ya yönelik yaptırımların kaldırılması ise herhalde hemen mümkün olmayacak…

Tarafların verdiği bilgiler yanıltıcı olduğu için bilerek rakam telaffuz etmiyorum ama şimdiden iki taraftan da binlerce asker öldü… İçinde çocukların da olduğu binlerce çocuk hayatını kaybetti… Milyonlarca Ukraynalı yerinden yurdundan oldu, komşu ülkelere göç etti… Bir ülke tarumar oldu… Savaş, budur. Ölüm ve yıkım…

Ancak “sıcak savaş” bitse de bu savaşın temellerini attığı sorunlar bitmiş olmayacak aslında. 

*** 

Rusya’nın hamlesi şimdiden yeni bir dünya durumunun koşullarını olgunlaştırdı, kapısını ardına kadar açtı. Buna ikinci soğuk savaş süreci denilebilir, daha yerinde bir nitelendirme bulunana değin. 

Tabii ki bu Ukrayna işgali ile birlikte birden bire ortaya çıkan bir durum değil. Ancak Ukrayna krizi, Putin’li Rusya’nın bir emperyal güç olarak yeniden kendini yapılandırdığı sürecin son halkası. Öncesinde Suriye krizinde aynı güç dayatmasının İran’la birlikte “sahada” olduğuna tanık olduk. 

Meselenin “bam teli”, İkinci Dünya Savaşının ardından şekillendirilen iki kutuplu dünya dengesinin Rusya aleyhine bozulmuş olmasının bu ülkede neden olduğu zamanla büyüyen travmadır. Öncesinde ideolojik bir çehresi (sosyalist ve kapitalist kamp) bulunan bu dengenin alt üst olması, 90’lı yılların sonundan itibaren yeniden ayağa kalkan Rusya’nın stratejik vizyonunu oluşturuyor. Bu kez motivasyonu alternatif bir ideolojik sistem iddiası değil, doğrudan Büyük Rus Milliyetçiliği…

Rus tarihini biraz olsun bilen herkes, Rus milliyetçiliğinin o uçsuz bucaksız coğrafyada köklü bir tarih içerisinde şekillendiğini ve Bolşevik dönemde de gücünü koruduğunu, hatta artırdığını bilir. İkinci Dünya Savaşında Nazi işgaline karşı direnişin sloganı, “Anavatanı korumak” idi. Bu “sosyalist anavatan” mı, “Rusya” mı demek idi, objektif olmak gerekirse, tartışılır. 

Bolşevik Devriminin lideri Lenin’in kafasını meşgul eden sorunlardan biriydi milliyetçilik. Kendisinden sonra Sovyetler Birliği Komünist Partisinin (SBKP) başına geçen Stalin ile ilgili en önemli endişesi, onun “Rus milliyetçisi” olmasıydı. Stalin, Gürcü kökenli bir komünist olmasına rağmen… (Lenin vasiyetinde Stalin için, “Stalin sosyal milliyetçiliğe sevdalıdır” demişti.)

Kendi başına ayrı bir tartışma konusu olmakla beraber, Rus milliyetçiliği ırk temelli bir milliyetçilik (PanSlavizm) olmaktan ziyade çok etnik temelli bir milliyetçilik; Çarlık döneminin yanı sıra, Bolşevik Rusya döneminde Rusya ve Rusça merkezli bir anlam kazanmıştır. Jirinovski gibi ırkçı milliyetçi akımlar da olmakla beraber daha yaygın olarak benimsenen ve Rusya Federasyonu Devletinin de bir stratejik vizyon olarak benimsediği, Putin’in temsil ettiği “Büyük Rusya” milliyetçiliğidir. 

Meseleyi Putin’in kişiliği, karakteri, ruhsal durumu, hatta cinsel yaşamı ile açıklayan (!) sözüm ona “uzmanların” bu gayretkeşliğine sadece acı acı gülünebilir. Putin, Rusya Federasyonu Devletinin stratejik önceliklerine, hassasiyetlerine, hedeflerine uygun bir kişilik olduğu için 1999’dan beri Rusya’nın başındadır. 

Tabii ki bu tür devletlerin başındaki kişilerin kişilik ve karakter özelliklerinin yönetme pratiklerinde rolü, etkisi, payı olduğu yadsınamaz. Ancak devletlerin politikalarını başındaki kişilerin huyu suyu ile açıklamak, sığ, yüzeysel ve yanılgılı bir yaklaşım. 

Rusya, “arka bahçesi” olduğuna inandığı ülkelerin bağımsız iradeleriyle var olmalarına “bağımsızlık, bir yere kadar” dercesine kendi belirlediği sınırlar koyuyor. Doğu Avrupa’da yitirdiği nüfuz alanlarına yenilerinin eklenmesini istemiyor. Kırım’ı kendisine bağlamasının, Ortadoğu’da devlet olarak yegane müttefiki Suriye’deki Esad rejimini korumaya almasının nedeni de bu. Çin ve İran’ı da işaret ederek, “Ben de varım” diyor… (Bu, bizde, malum, “Avrasyacılık” olarak adlandırılıyor.)

Moda deyimle, bu dönemde kartlar yeniden karılacak. Sovyet Blokunun çökmesinin ardından varlık gerekçeleri boşa düşen NATO yeniden canlandırılacak. Ekonomik, ticari, askeri, siyasi ve diplomatik ilişkiler bu “yeni” duruma uygun mecralarda anlam kazanacak. Özellikle ekonomik bağlamda sıkıştırılan Rusya, sahip olduğu enerji başta olmak üzere imkan ve araçlarını bir “silah” olarak kullanıp kuşatmayı etkisiz kılmaya çalışacak… Olasılıklar muhtelif ve daha da uzatılabilir.

Küreselleşme, egemen kapitalist sistemin Sovyet Blokunun çökmesinin ardından ilan ettiği “zafer”, ideolojilerin hükmünü yitirdiği tespiti, ulus devletlerin ve ulusal sınırların giderek önemsizleşeceği öngörüsü, içinde bulunduğumuz durumu izah etmekten çok uzak.

Halihazırda Türkiye’nin “iki tarafı da idare etme” olarak özetlenebilecek siyaseti de, uzun süre sürdürülebilir gibi görünmüyor. “Taraf olma” baskısını önümüzdeki süreçte daha açık hissedeceğiz ve bunun gündelik yaşamlarımıza yansıyan sonuçları olacak; zaten şimdiden oluyor…

Karamsar bir tablo çizdiğimin farkındayım. Ne var ki Ukrayna sorununun gözler önüne serdiği gerçeklerin düşündürdüklerinin kısa özeti bu. 

Fakat hayat, çelişkileriyle var. Bağrında umut da barındırıyor, büyütüyor. 

İletişim imkân ve araçlarının büyük gelişiminden dolayı, en ücra köşesinde neler olup bittiğinden  “anında” denilebilecek bir hızla haberdar olabildiğimiz bir dünyada yaşıyoruz. 

Büyük devletlerin, küresel güçlerin nüfuz alanlarını büyütmek hesaplarına, bu uğurda başlattıkları savaşlara ve diğer savaş biçimlerine karşı duracak bir “dünyalı” bilinci de gelişiyor. 

Baskı şartlarına, gözaltı, hapis tehdidine rağmen Rusya’nın işgaline karşı çıkan Rus yurttaşlar var. Bünyesindeki marjinal faşist unsurlara prim vermeyen Ukraynalılar var. Rus işgaline yaptırım uygulamak adına Rus halkına düşmanlık eden tutumlara karşı duran insanlar var. 

Savaşın masa başında oynanan bir satranç oyunu olmadığını, acı, kan, ölüm ve yıkım demek olduğunu, dünyanın verili şartlarında savaşın, şiddetin hiçbir sorunun “çözüm” aracı olmadığını ve olmaması gerektiğini düşünen insanların sayısı azalmıyor, artıyor…

Dünya ve insanlık, yeni bir “soğuk savaş” kutuplaşmasına mecbur ve mahkûm değil... 

25 Mart 2022 

P24 - Savaş elbet biter. Ya sonra? (platform24.org)



Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

İlla da İzmir...

#ŞehirNöbeti notları :)

Dersim'de hakim kanaat: Gülistan Doku...