Ana içeriğe atla

"İran düşerse..."

 28 Şubat'ta maruz kalınan “başını aç!” dayatması zorbalıksa, İranlı kadınların maruz kaldığı “başını ört!” dayatması da zorbalıktır.

Tahran’da başörtüsü “yetersiz” olduğu için “Ahlak Polisi” tarafından gözaltına alınan ve işkence edilerek hunharca katledilen 22 yaşındaki Jina Masha Amini, İran’da baş gösteren halk ayaklanmasının “bayrağı” oldu.

Masha, Kürttü, Saqez kentinde yaşıyordu ve Tahran’a kardeşiyle birlikte akrabalarını ziyaret etmek için gelmişti. “Ahlak Polisi” olarak adlandırılan İrşad Devriyeleri isimli, görevi insanların ve başta da kadınların giyim kuşam ve yaşam tarzına müdahale etmekten başka bir şey olmayan resmi zorbalar tarafından bir saatliğine “irşat edilmek” üzere gözaltına alındı. Öldürüldü...

Bunun üzerine İran’ın Kürdistan eyaletinde “Jin! Jiyan! Azadi!” şiarıyla kadınlar öncülüğünde halk sokaklara döküldü. Protestolar kısa sürede bütün İran’a yayıldı. Halen de devam ediyor.

Molla rejiminin güvenlik güçleri protestoları bastırmak için halkın üzerine ateş açıyorlar. Gösterilerin yayılması ve önlenememesi nedeniyle internet kısıtlandığı ve ülkedeki yabancı gazeteciler “casus” suçlamalarıyla sınırdışı edildikleri için, olup bitenler hakkında net ve sağlıklı bilgiler almak mümkün değil. İnsan hakları örgütlerinin tespitlerine göre, 28 Eylül günü itibarıyla polis kurşunlarıyla en az 76 kişi hayatını kaybetti ve çok sayıda insan yaralandı, binlerce kişi gözaltına alındı.

Sürpriz yok: İlk icraatı interneti kesmek ve bağımsız gazetecilerin işlerini yapmalarını imkansız hale getirmek olan iktidar sözcülerinin peş peşe yaptıkları açıklamalara göre, protestolar “dış güçlerin” işi! Yarın öbür gün protestoların “darbe teşebbüsü” olduğunu iddia edebilir, gözlerine kestirdikleri bazı muhalifleri idam istemiyle mahkeme de edebilirler; şaşırmam…

Medya karartması ve iletişim imkanlarının kısıtlanması, “olaylara” hakim olma konusunda çok da kendilerine güvenmediklerini gösteriyor. Çünkü haksızlar. Despotik yönetimlerine karşı toplumda biriken öfkenin farkındalar.

Bir de 28 Eylül günü İranlı Kürdistani örgütlerin Irak Kürdistanı’nda bulunan kamplarına yönelik iha’larla, top atışlarıyla, füzelerle saldırılar düzenlendi. Bu örgütlerden yapılan açıklamalarda net bir sayı verilmemekle beraber çok sayıda ölü ve yaralı olduğu belirtiliyor. İran sınır ötesinden saldırıya mı uğramıştı? Alakası yok tabii ki. “Dış güçler” ve “bölücü Kürtler”, dengesini kaybeden Tahran yönetiminin taraftarlarını canlandırmak, motive etmek için kullandığı yapay düşmanlar sadece.

İzleyebildiğim kadarıyla, Tahran’dan “Gösteriler bölücü Kürtlerin işi” şeklinde bir resmi açıklama yapılmış değil, şart da değil zaten; verilen izlenim önemli: Dış güçler ve Kürtler el ele ülkeyi karıştırıyorlar ve ama Tahran güçlü, direniyor, bu “oyunu” bozacak...

***

Bizdeki bazı çevrelerin kafası da aynı şekilde çalışıyor: İran’daki olaylar “dış güçlerin” oyunu, Amerika, CIA, İngiltere, AB İran’ı karıştırmak istiyor! Neden peki? Çünkü İran Avrasya kutbunun Ortadoğu’daki en etkili gücü, ambargolarla teslim alamayınca içeriden çökertmeye çalışıyorlar... Ne tür bir paralel evrende yaşıyorlarsa artık...

Bu Perinçek zihniyetinde herhangi bir tutarlılık aramak samanlıkta iğne aramaktan daha müşkül bir iş. Ama bu tutum ve çabaları tümden anlamsız da değil elbette; Türkiye’den ayağa kalkmış İranlı kadınlara ve halklara destek daha da büyümesin korkusu içindeler.

Daha anlamlı olan “sessizlik” ise, iktidar ve yandaşlarının tutumu... Her ne oluyorsa Müslüman bir ülkede oluyor; bir sözünüz, tavrınız olması gerekmez mi?

Tam da bu noktada “sorunun” zoraki başörtüsü uygulamasının “teftişi” nedeniyle patlak verdiğini hatırlıyoruz.

Nasıl ki 28 Şubat Türkiye’sinde başörtülü kadınların üniversite kapılarında maruz kaldığı “başını aç!” dayatması bir zorbalık idiyse, İranlı kadınların maruz kaldığı “başını ört!” dayatması da zorbalıktır. Hangi ideoloji veya inançla gerekçelendirilse gerekçelendirilsin.

Bunu eski İran Cumhurbaşkanı Ali Ekber Haşimi Rafsanci’nin tesettürlü kızı Faize Haşimi Rafsancani de söylüyor. Faize Haşimi, 2017 yılında katıldığı bir konferansta, ezber bozan bir çıkış yapmış ve “Başörtüsünün Şah döneminde yasaklanmasına karşı çıktığım gibi şu anda zorunlu olmasına da karşıyım” demişti. Faize Haşimi de, kadın göstericileri “kışkırttığı” iddiasıyla gözaltına alındı.

Evrensel manasıyla hak ve özgürlüklerimizi sahiplenirken, savunurken, zorbalığa, despotluğa karşı çıkarken çifte-standartlarımız olmaması gerektiğini, bir haksızlık söz konusu olduğunda önce kime yapıldığına bakmadan karşı çıkmak gerektiğini elbet bir gün öğreneceğiz. (Umut işte!)

“İran düşerse ne olur, biliyor musunuz?” veya “İran’ın düşmesi kimlerin işine yarar, düşünün!” diyenler de az değil. Bazıları İslamcı, bazıları solcu görünümünde İran’daki gelişmelerden kaygı duyuyor, “Tahran düşerse...” endişesi yaşıyorlar.

Bu tür yüksek “anti emperyalizm” hassasiyetleri içinde olanlar ne Jina Masha’nın ölümünü, ne protestocuların haykırışlarını ve öldürülmelerini, ne idamları, ne Tahran rejiminin diğer despotik uygulamalarını umursuyorlar. Koca bir toplum yasaklar cenderesi içinde olabilir, kadınlar yıllardır bu baskı ve yasakların hedefi ve mağduru olabilir, insanlar özgürlük isteyebilir, despotluğun dini görünümde meşrulaştırılmasına karşı çıkabilir; bunların hiçbir önemi yok... Mühim olan, “anti emperyalist” takılmak…

İran düşmesin derken kastedilen, kadınların maruz kaldıkları zorbalığa boyun eğmesi midir? Devletin ahlak zabıtalarının kadınları dövmelerine, sövmelerine, öldürmelerine sessiz mi kalınmalıdır? İnsanların nasıl yaşayacaklarına, neye nasıl inanacaklarına kendileri adına karar veren bir devleti taşımaya devam mı etmelidirler? Halkların yaşadıkları ayrımcı baskı ve uygulamalar sineye mi çekilmelidir?

Bu sahtekarlık, şarlatanlık mesnetsiz bir “anti emperyalizm” ile gerekçelendirilince yenilir, yutulur mu oluyor? Anti emperyalizm dedikleri ne zamandan beridir despot rejim ve uygulamaların paravanı olmuş? (Aslında uzun zamandır, yeni değil.)

***

İran’daki şeriat düzeni kendini reforme etmek ile daha fazla despotlaşmak seçenekleriyle karşı karşıyadır. Yaşadığı çürümeyi bir yıkıma dönüştürecek olan seçenek, daha fazla despotlaşmayı tercih etmesidir...

30 Eylül 2022 

P24 Blog - “İran düşerse...”



Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

"Murat öldü Cafer"

“Murat çok hasta” diye haber vermişti Fatma. İki gün geçmeden, olsun, yine de gideyim hastaneye, belki bir mucize olur diye düşünürken, “Murat öldü Cafer” haberi geldi bu kez... Önce “Murat çok hasta, hastanede” haberini aldım. Nesi var ki? Kanser... “Ne kanseri?” bile diyemedim. Alacağım cevaptan korktum. En kötüsü olmasından.  En kötüsüymüş... Hangi hastanede? Geleyim, göreyim, moral olur, iyi gelir belki, ne bileyim. “Gelsen de göremezsin ki. Yoğun bakımda. Entübe edildi. Belki bir mucize olur diye bekliyoruz işte.” Bir mucize olur belki. Bir mucize olsa. Bir mucize olsun... Daha çok genç yahu! Ölecek değil ya!  Öldü... “Murat çok hasta” diye haber vermişti Fatma. İki gün geçmeden, olsun, yine de gideyim hastaneye, belki bir mucize olur diye düşünürken, “Murat öldü Cafer” haberi geldi bu kez... İnsan evladı tuhaf bir varlık. Telefon ekranındaki “Murat öldü Cafer” mesajına bir süre bakakaldım öylece. Nasıl olduysa, bir üzüntü emojisi ile yanıt vermeyi akıl edebildim. Bir şey...

İlla da İzmir...

 Hep siyasi gündemin iç karartıcı sorunlarına dair yazacak, konuşacak değiliz ya... Dedim ve İzmir’deki imza buluşmasını paylaşayım sizinle istedim. Buyurun: Geçtiğimiz 16 Aralık cumartesi günü İzmir’de imza günüm vardı, Yakın Kitabevinde. Ne zamandır İzmir’e gitmek için “bahane” lazımdı; bundan âlâ bahane mi olur :) Fakat bir şanssızlıktır tuttu yakamdan ve bir türlü bırakmadı. Bakın nasıl... İzmir’de aile çevremden insanların yanı sıra birçok da arkadaşım var. Bir arkadaşım da yeni eve taşındı ve bizim “Kaptan” Mithat ayda birkaç kez gidiyor İzmir’e ve dönüşte Erhan’ın yeni evinin manzarasını öve öve bitiremiyor. Kaptan zevk sahibi adamdır, beğeni ölçüleri vardır, estetik duygusu gelişkindir; Siirtlidir ama bizim gibi (“bizim” derken kendimi kastediyorum, yanlış anlaşılmasın) köylü de değildir yani. O övüyorsa demek ki harbiden güzel manzarası var evin. Velhasıl bu da bizim arkadaş grubu için imza etkinliğinin yanında bir başka “bahane” idi. (Belki de asıl “bahane.”) Yakın Kitabe...

'Kontrol'lü mü? 'Tiyatro' mu? 'Darbe' mi?

Belki biraz uzun bir yazı olacak, ama mevzu önemli ve doğru anlaşılması gerek... 15 Temmuz darbe girişiminin yıldönümünde bu alçakça girişimi kınayan birkaç tivit attım ve çok "ilginç" ve düşündürücü tepkiler aldım. Darbe girişiminin ilk saatlerinde ve izleyen günlerde de darbeye karşı demokrasiyi savunmanın "ilkesel" bir anlamı, değeri olduğuna dair görüşlerimi yazmış, paylaşmıştım. Darbeye karşı demokrasiyi savunmak, ideolojik, siyasi görüşlerimiz, tercihlerimiz ne olursa olsun, hepimiz için bir "ortak payda" anlamı taşır; en azından, naçizane, yıllardır nefesim, kalemim yettiğince böyle olması gerektiğini savunuyorum. "İyi darbe-kötü darbe"? Bunu önemsemem boşuna değil. Zira biliyorum ve biliyoruz ki, toplumda öteden beri "iyi darbe, kötü darbe" şeklinde bir kötü yaklaşım tarzı var. "Düşman" bellediğine "karşı" ise o "iyi" darbedir ve kendisine karşı ise, "kötü." Bu, sadece kötü değ...