"Ne güzel sigara içiyorsun"

“Sigarasız da olmuyor” diyenler, maalesef kendilerini aldatıyor. Kendimden biliyorum.

Nerede kalmıştık? Quto’nun (Bu arada “Quto” kısa boylu anlamında kullanılan bir sözcük, Kurmanci) gayet ajitatif konuşmasının ardından “tepeden” iletilen 1 ay süreyle sigara bırakma kararını kitleye mal edeceğimiz toplantıdan bahsediyordum. Diyarbakır E Tipi Hapishanesi’ndeyiz, 150 kişinin kaldığı 35. Koğuştan 26. Koğuşa gelmişim. Tam 170 kişiyiz koğuşta. Her taraf insan kaynıyor. Koğuş ahalisinin büyük kısmı, köylü yurttaşlar, yardım-yataklık, milislik gibi suçlamalarla yargılanıyorlar.

Quto sözlerini bitirir bitirmez bütün eller havaya kalktı. En önde ve uzun kolunu bayrak gibi havaya kaldırarak canla başla söz isteyen Cüncü’yü görmezden gelmek imkansızdı.

Cüncü, uzun boylu, esmer, gür saçlı, hafif şaşı gözlü, yapılı bir arkadaştı. Omuzları hep geriye çekik, dolayısıyla göğsü ileride olduğu için doğal bir “kabadayı” edası vardı. Davudi ses tonu da bu edasını tamamlayan bir özelliğiydi.

Quto biraz tedirgindi. Bu tür toplantılarda ilk söz alanların yaklaşımı önemliydi ve sonradan konuşanlar genellikle aynı nitelikte, aynı doğrultuda görüş belirtirlerdi. Cüncü’nün meseleye nasıl bir yaklaşım getireceğine dair hiçbir fikrimiz yoktu. Daha doğrusu adam diğer birçok arkadaş gibi tütün tiryakisiydi ve “nereden çıktı şimdi bu yaw?” deme olasılığı vardı... Bakalım ne diyecek, dercesine Quto sözü Cüncü’ye verdi...

Cüncü, “Arkadaşlar! Hevalno! Kurdino!” diye söze başladı heyecanla ve aynı anda oturduğu yerden ayağa kalkıp yüzünü yapıya döndü. “Tütün nedir? Sigara nedir? Hangi derdimize dermandır? Biz niye bu tütüne esir olmuşuz? Ben bir ay değil üç ay sigara bırakmayı öneriyorum! Üç ay sonra gerekirse bu süreyi uzatırız!”

Neyse. “Aksi” bir şey olmamıştı. Dahası, ondan sonra söz alan arkadaşların her biri çıtayı yükselttikçe yükseltti; “Üç ay azdır, altı ay içmeyelim! Tahliye olana kadar kimse içmesin! Tümden bırakalım! Sigara içen ziyaretçilerimize söyleyelim onlar da bıraksın!” Hatta “Partiye önerimdir, Kürdistan’da tütün içmek yasaklansın!” diyen bile oldu. (Bunu diyen “keskin” tipin sonraki yaşamını ne siz sorun ne de ben söyleyeyim. Hayat dersi: Keskin, radikal, ağzını her açtığında “asalım keselim” çığlıkları atan tiplerin zıddına dönme potansiyelleri çok yüksektir. O keskin halleri, muhtemelen içlerinde yaşadıkları asıl gerçeklerinin perdesidir.)

Ben, “yersiz bir şey” demiş ve “yapı zaten dertli, üstüne de sigarasızlık zorlar arkadaşları” diye de eklemiştim. Yanılmış mıydım? Görünen oydu... İlk günler, bazı arkadaşların, özellikle Ramazan, Quto ve Hanefi’nin (*) “Bizim yapıyı tanımıyorsun sen” diyen yarı şaka yarı ciddi takılmalarına maruz kalmaktan kurtulamamıştım tabii.

Ama ilk 3-4 günün ardından koğuştaki “hava” değişti. Hepimiz sinir küpü olmuşuz. Eğitimde filan herkes uyukluyor, kimse söz alıp konuşmuyor. Daha doğrusu kimse kimseyle konuşmuyor, herkes adeta burnundan soluyor. Koğuş nöbetçileri işlerini doğru düzgün yapmıyor, temizlik, bulaşık sırası gelenler “sıra bende değildi!” diye itiraz ediyor, havalandırmada birkaç kez neredeyse adli mahpuslar gibi “bana neden ters bakıyor, bana omuz vurdu” kavgaları çıkacaktı... Elimizdeki tütünleri komüncülere teslim etmiştik. Komüncüler tütün ve sigaraları bir dolaba kilitlemişler, önünde gece gündüz adeta nöbet tutuyorlardı.

Ama en kötüsü; o günlerde ziyaret, revir gibi gerekçelerle koğuş dışına çıkanlardan bağımsız koğuşlara kaçanlar oldu. Sonradan bağımsız koğuşlardan geri dönenlerden öğrendik. Gardiyanlarla, bağımsızlara gidenlerle “yakından” ilgilenen müdürlerle kaçanlar arasında şöyle diyaloglar olmuş:

-Niye kaçtın?

-Örgüt sigarayı yasakladı, o yüzden.

-Yoksa bağımsızlara gelmeyecek miydin yani?

-Bilmem.

-Pişman mısın?

-Pişman olacak bir şey yapmamışım.

-Yapmışsındır, yoksa devlet seni niye içeri atsın?

-Kürdüm diye herhalde.

-Bırak şimdi bu ağızları! Bağımsıza gelmen bir adım. Gel bir adım daha at, itirafçı koğuşuna verelim seni. Orada arkadaşlar da yardım eder sana. Hem bak, itirafçı olursan, sana bir karton Marlboro...

-Kalsın. Marlboro sevmem zaten, Adıyaman tütünü içiyorum ben.

Günler geçiyor, “direniş” sürüyorken, bir gün havalandırmada kalabalık gruplar halinde sessizce volta attığımız bir anda, birden herkes olduğu yerde kalakaldı. Havada tütün dumanı kokusu vardı. Kokuyu hissettiğimiz gibi dumanı da gördük az sonra. Yemekhanenin yanındaki banyo-tuvaletin penceresinden baca gibi tütüyordu çünkü...

“Fail” Cüncü’den başkası değildi... Tütününün hepsini komüncülere vermemiş meğer, birazını “belki lazım olur” diye yanında saklamış. İyi de nerede içecek? Tuvalette içebilir ama kokusnu, dumanını ne yapacak? O kadarını hesaplayamamış işte, tütünsüzlük başına vurunca...

Hemen olağanüstü toplantı. Yapı bu tür durumlarda “acımasız” olabiliyordu laf aramızda. Neyse ki konu sigara ve hemen herkes aynı dertten mustarip olduğu için, açıkçası biraz da “ne olur ne olmaz” ihtimaline binaen, savunmasını “Zaaf gösterdim işte, verilecek her türlü cezaya razıyım” şeklinde yapan Cüncü hafif bir “ceza” ile kurtuldu; birkaç gün koğuş nöbetçisi oldu hatırladığım kadarıyla... Zaten asıl “ceza” sigarasızlıktı. Ya bir de önerdiği gibi yapsak, 3 ay sigarayı bıraksaydık?

***

Diyarbakır’dan sonra oradan oraya sürüldüğüm hapishanelerde de aynı “direnişi” senede 1 ay olacak şekilde sürdürdük. Aradaki hapishanelerde her ne olduysa geçip Bursa’ya gelmek istiyorum.

Ama henüz Diyarbakır’dayken, bana “Ne güzel sigara içiyorsun” diyen avukat arkadaşın adını da yadetmeden geçmeyeyim; Mesut Beştaş. O zaman itirafçı ifadeleriyle Diyarbakır’da birçok avukat tutuklanmıştı ve Mesut Beştaş da onlardan biriydi. Ben de Muş’tan sürgün gelmiştim. 35’te idik. Mazlum Doğan ve Kemal Pir’lerin 12 Eylül faşizmine karşı direniş başlattıkları koğuşta. Başka avukat arkadaşlar da vardı ama galiba en çok sohbetim Mesut Beştaş ve rahmetli Tahir Elçi ile idi... Tahir Elçi, görmediğimi öğrenince, Cizre’yi anlatırdı bana volta atarken. Ben de ona Dersim’i...

Bu, “ne güzel sigara içiyorsun” lafını başka zamanlarda başka arkadaşlarımdan da duydum. Makinesi filan da var ama ben tütünü tabakadan kağıda yerleştirip elle sararak içmeyi tercih ediyordum. Gül ağacından bir ağızlığım da vardı. Sigara nasıl “güzel” içilir, bilmiyorum. Ama sanırım, bazı şeyler bazı insanlara “yakışıyor” manasında söylenen bir laftı bu. 

Tabii tütün sarmak deyip de geçmeyelim. Önceki yazımı okuyan Diyarbakır mahpusundan bir arkadaşım hatırlattı; volta atarken tütün sararmışım. Yılların tiryakisi olunca bazı “meziyetler” kazanıyor insan demek. Volta atmak ne ki, marifet sarp, engebeli yollar yürürken de tütün sarabilmek...

*** 

Bakmayın “güzelleme” yapıyor gibi göründüğüme. Aksine, belki sigarayı bırakmaya niyetli, ama “bırakamıyorum” diyenlere ilham olsun diye yazıyorum. “Sigarasız da olmuyor” diyenler, maalesef, bilerek veya bilmeyerek kendilerini aldatıyor, yanıltıyor ve zayıflıklarını kendi yarattıkları şartlanmaların arkasına saklamaya çalışıyorlar. Kendimden biliyorum.

Aradaki hapishaneleri atlayıp Bursa’ya gelmekten bahsettim ama uzadı yazı. Bir arkadaşım (Kaptan kendisi) geçen “iyi güzel yazıyorsun da çok uzatma” dedi; seyir defterine “tamam” diyerek kayıt düştüm ben de. 

Bursa’da Fahri ile çok enteresan “olaylar” çıktı bu sigara direnişi günlerinde. Fahri, “Bana komplo kuranlar var!” diye ortalığı ayağa kaldırdı filan. Anlatırım isterseniz...

Bu da bu yazının ana fikri olsun: “Hakikat, onsuz yaşayamayacağımız bir yanılsamadır.” (Irwin D. Yalom)

***

(*) Bingöllü Mehmet Hanefi Bilgin hapishanede geçen 30 yılın ardından tahliyesine beş ay kala 30 Ocak 2022 günü Bolu F Tipi Cezaevinde tek başına kaldığı hücrede ölü bulundu. Kayıtlara “kalp krizi geçirdi, öldü” diye geçti. Anısına saygıyla...

13 Ocak 2023 

P24 - “Ne güzel sigara içiyorsun” (platform24.org) 




Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

İlla da İzmir...

#ŞehirNöbeti notları :)

Dersim'de hakim kanaat: Gülistan Doku...