Devlet, millet, siyaset

Güncel siyasi mevzular üzerine konuşurken, düşünürken ve tabii yazarken, hafızamızı canlı tutmamız iyi, gerekli ve önemli bir şey. Siyasi mevzular dışında da hafızamız canlı olsun elbette, itirazım yok. Ama Türkiye’de siyasetin neredeyse yegane “altın” kuralı “Dün dündür bugün bugündür” ilkesizliği olduğu için hatırlamak daha da ciddiyet gerektiren bir meziyet oluyor ister istemez. Beraberinde, siyasetçilerin büyük çoğunluğunun öteden beri sergiledikleri fırıldaklık performanslarını akılda tutmak da cidden özel bir çaba gerektiriyor.

Peki bu neden gerekli diye sorulabilir tabii. Öyle ya, kafamız akşam eve ekmek götürmek, çocukların masrafı, kira, faturalar, iş-güç veya işsizlik, açlık, yoksulluk gibi maişet sorunlarıyla ziyadesiyle dolu, meşgul ve dertli iken ne diye siyasi mevzular üzerine hafızamızı canlı tutmak diye bir gayretimiz olsun?

Çünkü seçim var ve gün sayacak kadar yakın bir tarihte ülkemizin geleceğiyle ilgili önemli bir tercihte bulunacağız.

Ayrıca, “Siyasette duruşumuzun temeli menfaatlerimizin gösterdiği yöndür” pratiğiyle hareket edenlerin en büyük dayanağı, öyle sanıyorum ki, “balık hafızalı” bir toplum oluşumuzdur.

Öyle olmasa, normalde değil siyaset sahnesine mahalle kahvesinde dahi insan içine çıkmaması gereken birçok şahsiyet hâlâ siyaset yapıyor olmazdı. Öyle görünüyor ki ülkemizde siyaset yapmak biraz ar damarı çatlamış olmayı gerektiriyor.

Ama madalyonun öbür yüzü de bizi, yani toplumu işaret ediyor: Utanmazlık arlanmazlık sınırlarını yerle bir etmiş olanlar hâlâ siyaset yapıyorsa, şu veya bu ölçüde toplumda karşılık bulmalarından ileri gelen bir cüretleri olmasından değil midir biraz da?

Mesela, bir manası olduğundan değil, meramımı daha iyi anlatmak ve uç noktada bir örnek oluşturduğu için söylüyorum, Doğu Perinçek ve son olarak adı galiba Vatan Partisi olan partisi. Biliyorsunuz, Perinçek cumhurbaşkanı adayı olmak için her zamanki gibi mesnetsiz büyük laflar ederek 100 bin imza toplamaya girişti. Neticede 24 bin 563 imza toplayabildi ve cumhurbaşkanı adayı olarak seçmen karşısına çıkma hakkı elde edemedi. (Bu şahıs 2018 seçimlerinde 110 bin 030 imza toplamış ve seçimde topladığı imza sayısından daha düşük oy almıştı; 98 bin 025. Bu oran kullanılan oyların yüzde 0,2’sine tekabül ediyor.)

Rakamlara bakınca çoğu insan tebessüm ediyor; yüzde 1 bile alamamış adam filan diye. Ben ise rakamları tersinden okuyorum: Adamın 25 bin ila 100 bin arasında gidip gelen bir oy potansiyeli var. Yuh!

60’lı yılların ikinci yarısında Maocu olarak siyaset sahnesinde beliren, 70’li yıllar boyunca solun her rengiyle kavga eden, ihbar kampanyaları düzenleyen (evet, bildiğiniz ihbar), 12 Eylül darbe döneminde tutuklandığında mahkemedeki savunmasında darbecilere övgüler düzen, 80’ler ve 90’lı yılların ilk yarısında Kürt hareketine yanaşan ve bu yanaşma pratiğinden partisine (o zaman Sosyalist Parti idi dükkanının adı) parlamento şansı devşiremeyince 28 Şubat darbecilerinin verdikleri rol gereği “irticaya” savaş açan, AKP’nin üç iktidar döneminde de “ordu göreve” siyaseti (!) güden, şimdilerde AKP-MHP koalisyonunun dışardan destekçisi bu karanlık şahıs hâlâ siyaset sahnesinde ve yaklaşık 100 bin kişilik bir taraftar kitlesi var! (Adamın siyasi tarihini çok kabaca özetledim ve özetlerken bile insanın nefesi kesiliyor.)

***

Malum, 14 Mayıs’ta parlamento ve beraberinde “başkanlık” seçimleri esas olarak Cumhur ile Millet ittifakı adayları arasında cereyan edecek. AKP’nin “oyları bölmesi” üzerine hesap yaptığı Muharrem İnce ile aynı hesabın bir başka aktörü Sinan Oğan da cumhurbaşkanı adayı olma hakkını elde ettiler.

Cumhur’un adayı zaten belliydi. Millet’in adayı ise “aşağı yukarı” belliydi ve resmen belli olması bir miktar krize neden oldu.

Aslında bu “kriz” de beklenen bir şeydi. Çünkü CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu son bir yıldır CHP Genel Başkanı gibi değil de bir cumhurbaşkanı adayı gibi konuşuyor ve toplumun hemen hepsi dertli kesimlerini heyecanlandıran vaatler sıralıyordu. Buna karşılık İyi Parti kurmayları, ne zaman Kılıçdaroğlu’nun cumhurbaşkanlığı adaylığı söz konusu edilse, “Kendisini severiz, sayarız, tabii ki herkes gibi o da aday olabilir, ama yani şu da var ki...” mealinde açıklamalarla onun önünü kesmeye çalışıyorlardı. Bunların İP lideri Meral Akşener’in bilgi ve onayı dışında yapılmış açıklamalar olamayacağını siyasetten haberdar herkes bilir. Nitekim zaten son hamle de Akşener’den gelmiş, masayı “kumar masası, noter masası” türü ağır ithamlarla suçlayarak devirmişti.

Akşener’in hamlesi ters tepince ve partisinde bir istifa furyası başlayıp da zaten yeterince “kemikleşmemiş” seçmen tabanı partiyi baraj altına çeken bir tepkisel tavır içine girince, yüksek perdeden masaya posta koyan, kendi tercihini dayatan (ama enteresan şekilde dayatmaya maruz kaldıklarını iddia eden) 90’lı yılların “Komando Meral”i Akşener Hanım, malum formül icat edilerek masaya geri döndü. “Tarih yazacağızzz! Ölüm ile sıtma arasında bir dayatma vaarr! Elbette buna boyun eğmeyeceğizzz!” dediği ve sadece Cumhur cephesinde heyecanla karşılanan laflarını yutmakta da bir beis görmedi. Türk siyasetinde gayet “olağan” şeyler bunlar... Yani “dün dündür bugün bugündür” siyaseti...

Meral Akşener

Meral Akşener’in hayli zikzaklı siyasi hayatını da özetleyeyim: Siyasete Süleyman Demirel’in ardından Doğru Yol Partisi’nin başına geçen Tansu Çiller döneminde atıldı ve 1995, 1999 seçimlerinde DYP milletvekili olarak parlamentoya girdi. 1996-1997 yılları arasında DYP-Refah Partisi koalisyonunda İçişleri Bakanı oldu. Tansu Çiller ile birlikte askeri üniformalar içinde çektirdiği fotoğraflar ve verdiği pozlar ile adı “Komando Meral”e çıktı. Bu lakaptan ve yanı sıra “Asena” lakabından çok hoşnut olduğu bilinir.

28 Şubat kararlarının altında imzası olanlardan biriydi ve basına yaptığı açıklamalarda bu kararları “gönülden” uygulayacaklarını söylemişti. (Nedense (!) hafızası kendisini yanıltmış; zira bazı konuşmalarında “28 Şubat’a karşı mücadele ettik” filan demiş.)

3 Kasım 1996 Susurluk olayının ardından Mehmet Ağar’ın boşalttığı koltuğa oturdu ama Ağar’ın eksikliğini hissettirmedi. Katliam, cinayet, uyuşturucu gibi eylem ve “faaliyetleri” olduğu bilinen sözüm ona aranan kişiler için Çiller’in sarf ettiği “Devlet için kurşun atan da yiyen de şereflidir” sözü muhtemelen onun da hissiyatını yansıtmaktadır. Zira sözde aranan katliam sanığı Abdullah Çatlı ile aynı masada yemek yiyecek kadar samimi oldukları söylenir.

1998 yılında bir başka aranan “ülküdaşı” ve mafyacı olarak ünlü Alaattin Çakıcı’nın saklandığı yer MİT tarafından tespit edilince Çakıcı’ya “Yerini değiştir” haberi uçurduğu söylenir ve bu iddiayı bugüne değin yalanlamamıştır.

27 Mart 1997’de mecliste yaptığı bir konuşmada Abdullah Öcalan için “Ermeni dölü” demiş, tepkiler üzerine bu sözünü şu şekilde “açıklığa” kavuşturmuştur: “Ben Türkiye’de yaşayan Ermenileri kastetmedim, genel olarak bütün Ermeni ırkını kastettim.”

İçişleri Bakanlığı yaptığı dönem “faili meçhul” cinayetlerin günlük olaylar haline geldiği bir dönemdi ve o dönem için bugüne değin herhangi bir yüzleşme tutumu göstermediği gibi, “(Faili meçhuller için) Kim ne derse desin, kabulümdür. Sorumluluğunu sonuna kadar alıyorum” diyendir.

2001 yılında DYP’den ayrılıp Recep Tayyip Erdoğan ve Abdullah Gül’ün yeni siyasi parti kurma girişimine dahil oldu. Ancak sonradan muhtemelen fikren kendini daha iyi hissedeceği ve belki de bir süre sonra Genel Başkan olabileceği MHP’ye katıldı. 2004 yerel seçimlerinde MHP’nin İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığına aday oldu. 2007 seçimlerinde parlamentoya girdi. 2011 ve 2015 Haziran seçimlerinde MHP’den tekrar vekil olarak parlamentoya girdi. Aynı yıl MHP’deki oy kaybını işaret ederek kurultay isteğinde bulundu ve partisinin genel başkanlığına talip oldu. Mahkeme kararıyla düzenlediği olağanüstü kongreyi Devlet Bahçeli tanımadı ve cevabı Akşener’i partiden ihraç etmek oldu (2016). İhraç kararını yargıya taşıdı ama iktidar partisi Bahçeli lehine devreye girince ihraç kesinleşmiş oldu.

2017’de İyi Parti’yi kurdu. 2018 seçimlerine girme hakkını CHP’nin desteği sayesinde elde etti. (15 CHP milletvekili Kemal Kılıçdaroğlu’nun talimatıyla istifa ederek bu partiye geçti ve bu şekilde seçime katılmaları mümkün oldu.) Siyasi macerası halen CHP öncülüğünde kurulmuş Millet İttifakı içerisinde kendi kendisine biçtiği “devletin ve millettin temsilcisi” misyonuyla devam ediyor.

Belki biraz uzun oldu ama “hatırlamak” bakımından gerekli olduğunu düşünüyorum. Henüz seçime vakit varken başka hatırlatmalarım da olacak.

Unutmayalım. Partiler de liderleri de ancak ve sadece savundukları politikalar, o politikaların temelindeki ideolojik tercihleri ile anlamlıdırlar. Partiler ve liderleri kendi başlarına ne “cumhurun” ne de “milletin” temsilcisidir. Kendilerini ve taraftarlarını temsil ederler. Yani en fazla “milletin” bir kesimi oldukları söylenebilir. Kim ki kendisini “devlet” ile “millet” ile özdeşleştiriyorsa bilin ki o siyasi çıkarları için size yalan söylüyordur, demagoji ve hamaset yapıyordur.

Misal, Sayın Akşener geçtiğimiz 3 Mart günü “milletin” sesini dinleyerek ağır ithamlarla kendi dayatmasını kabul etmeyen 6’lı Masayı “dayatmacılıkla” suçlayıp masayı devirmişti aynı Akşener üç gün sonra tabii yine “milletin” sesi öyle dediği için enteresan bir formül icat edilerek o malum yüz ifadesiyle masaya geri döndü. Bu durumda üç günde bir fikir değiştiren bir “millet” mi oluyoruz?

31 Mart 2023

P24 Blog - Devlet, millet, siyaset...



Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

İlla da İzmir...

#ŞehirNöbeti notları :)

Dersim'de hakim kanaat: Gülistan Doku...