Ana içeriğe atla

En tarihi, en kritik, en hayati, en önemli seçim

Madem yazar-çizer ve dahi yorumcusun, memleket seçim sath-ı mahalline girmişken bu konu dışında düşünmek ve yazmak seçeneğin yok. Hayatın başka boyutlarını, “öteki” gündemlerini askıya alacaksın.

Değil midir ki bu seçim en tarihi, en hayati, en kritik seçimdir, başka gündemlerin lafı bile edilmez.

“Geldik gidiyoruz, memleketin bütün seçimleri için tarihi, hayati, kritik filan deniyordu” diyerek kafa da karıştırmayacaksın. Hazır toplum seçim vesilesiyle kamplaşma, kutuplaşma, acayip slogan ve söylemler eşliğinde “milli mücadele” tadında bir hava içerisine girmişken sen de seçeceksin tarafını ve öbür tarafa ateş edeceksin, pardon, yazı yazacaksın...

Taraflardan birinde yerini sağlamlaştırdıysan, yazılarının yorum, analiz, düşünce filan değeri olması da şart değil. Yapabiliyorsan okuyanı heyecanlandıracak, alevlendirecek, gaza getirecek sloganlar bulacaksın; bulamıyorsan, hiç değilse, “Kahrolsun istibdat! Yaşasın hürriyet!” sloganları atarsın. Biraz nostalji yapmak istersen, “Kahrolsun faşizm!” sloganı da iş görür tabii.

Tarafın güç ve kudret sahipleri, egemenler, devletlûlar olacak değil, işin daha kolay işte, ajitasyon yeteneğini canlandırmak için bundan daha uygun bir zaman ve ortam mı bulacaksın?

***

Seçim nedir ne değildir, bizde, bizim gibi ülkelerde neden bu kadar “mühim” ve hep “tarihi”, hep “kritik”, hep “hayati” filan önemdedir, ilginç bir soru ve beraberinde kafa yormaya değer bir konu başlığı olabilir elbette.

Misal demokratik kurum ve mekanizmaları oturmuş, temel hak ve özgürlükler bakımından kayda değer önemde sorunlar yaşamayan ülkelerde bizdeki gibi bir “milli dava”, “seferberlik”, “devletin ve milletin bekası” atmosferi oluşmaz seçim süreçlerinde. Seçime katılım oranları da bizdeki gibi ortalama yüzde 80’lerde değildir zaten. Seçmenler kim iktidara gelirse gelsin hak ve özgürlüklerimize, refah düzeyimize yönelik bir halt edemez havasındadır yani.

Siyasilerin birbirleriyle didişmelerini de marjinal kesimler dışında bir kamplaşma, kutuplaşma gerekçesi olarak görmezler. Bu didişmelerden haberleri bile yoktur çoğunun, haberdar olanlar da bir film ya da talk şov izliyor havasındadırlar. (Son zamanlarda göçmenler, mülteciler, yabancı işçiler üzerinden ırkçı, faşist siyasi akımların bazı Avrupa ülkelerinde yükselme trendine girmeleri de var tabii. Bu “normal” oralarda da bozulma eğilimine girdi epeydir.)

Neyse yani, biz misal Norveç olmadığımıza göre onlar kadar rahat olma lüksümüz de yok elbette.

Seçimlerin eşit, serbest, adil şartlarda yapılması meselesi var bir de; bu önemli, evet.

Seçim, demokrasi iddiası olan rejimlerde halkın siyasete katılma, etki etme araçlarından en önemli olanı kuşkusuz. Ne var ki seçim kendi başına bir demokrasi göstergesi de değil. Nitekim darbeyle devlet yönetimini ele geçiren diktatörler olduğu gibi sözüm ona seçim yoluyla iktidara gelen diktatörler de olduğunu biliyoruz. Bunun ilk akla gelen örneği herhalde Hitler’dir ve bizde de 1982 yılında “hayır” demenin adeta yasak olduğu bir baskı ortamında kendini cumhurbaşkanı seçtiren Kenan Evren. Bu nedenle seçimin demokrasinin işleyişi bakımından kendisine atfedilen rolü yerine getirmesi, açık ki, adil, eşit, serbest ve demokratik usullerle yapılmasına doğrudan bağlı.

Türkiye’de “usulü”, yasası sürekli değiştirilen genel ve yerel seçimlerin neredeyse tamamında, seçim ertesinde, “hile yapıldı”, “oylar çalındı”, “müstear oy kullanıldı”, “ölülere bile oy kullandırdılar” türü iddialar gündeme gelmiştir.

Bu iddialar tabii ki seçimi kaybeden muhalif partiler tarafından dile getirilir; kazananların cevabı da genellikle 2017 referandumunda Erdoğan’ın dediği şekilde, “Atı alan Üsküdar’ı geçti” olur.

2014 yerel seçimlerinde yaşanan “manidar” elektrik kesintileri için dönemin Enerji Bakanı Taner Yıldız’ın “trafoya kedi girdi” demesi, seçimlerin ertesinde gündeme gelen “hile yapıldı” iddia ve tartışmalarına yeni bir kavramsal boyut getirmişti. Ne zaman bir hırsızlık, yolsuzluk, arsızlık filan vakası gündeme gelse, “kedidir kedi” diyoruz birbirimize. Kediler de olmasa...

Seçimi, demokrasiyi olması gerektiği gibi ciddiye alan bir ülkede seçim sonuçlarına gölge düşüren, seçimi “şaibeli” hale getiren bu tür iddialar hasıraltı edilmek, “Geçti Bor’un pazarı...” türü açıklamalarla geçiştirilmek yerine soruşturulur.

Bizde ise, genel olarak yargının “bağımsız” ve “tarafsız” olduğu hep tartışmalıdır ve bu yüzden “hile yapıldı”, “oylar çalındı” (vb.) iddialarının ciddiyetle soruşturulması pek beklenen bir şey değildir. 2017 yılındaki anayasa değişikliği referandumunda Yüksek Seçim Kurulu’nun mühürsüz oy pusulalarını “geçerli” sayan kararını hatırlayın...

Bu nedenle hükümet edenlerin seçimle işbaşına geldiği ülkeler içerisinde herhalde “oy çuvallarını koruyalım”, “seçim sandıklarını terk etmeyelim”, “oyumuza sahip çıkalım” duyarlılığı en yüksek ülke, açık ara Türkiye’dir. Bu seçimler için de epeydir hem muhalefet partilerinin hem de birçok sivil toplum platformunun en önemli gündemi, “seçim güvenliği” mevzusu.

Memleketin “o tarafında” bu güvenlik konusu ne olacak peki? Eskiden “teröristlerin baskısı” filan deniyordu, seçmenlerin iktidar sahiplerini memnun etmeyen tercihleri için. Şimdilerde “Yurt sathında 3-5 terörist kaldı, onları da ayakkabı numaralarına kadar biliyoruz, izliyoruz” denildiği için, bu açıklamanın hükmü kalmadı. Aysun Kayacı isimli hanfendinin, “Dağdaki çobanla benim oyum bir mi?” özdeyişinden ilhamla, “Doğudaki oylarla batıdaki oylar bir mi?” gibi bir söylem iş görür mü; bilmiyorum.

Bu girizgahın devamı olacak tabii ki; ister istemez. 14 Mayıs’ta seçim var ve biliyoruz değil mi, bu seçim en tarihi, en kritik, en hayati, en önemli seçim...

24 Mart 2023

P24 Blog - En tarihi, en kritik, en hayati, en önemli seçim



Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

"Murat öldü Cafer"

“Murat çok hasta” diye haber vermişti Fatma. İki gün geçmeden, olsun, yine de gideyim hastaneye, belki bir mucize olur diye düşünürken, “Murat öldü Cafer” haberi geldi bu kez... Önce “Murat çok hasta, hastanede” haberini aldım. Nesi var ki? Kanser... “Ne kanseri?” bile diyemedim. Alacağım cevaptan korktum. En kötüsü olmasından.  En kötüsüymüş... Hangi hastanede? Geleyim, göreyim, moral olur, iyi gelir belki, ne bileyim. “Gelsen de göremezsin ki. Yoğun bakımda. Entübe edildi. Belki bir mucize olur diye bekliyoruz işte.” Bir mucize olur belki. Bir mucize olsa. Bir mucize olsun... Daha çok genç yahu! Ölecek değil ya!  Öldü... “Murat çok hasta” diye haber vermişti Fatma. İki gün geçmeden, olsun, yine de gideyim hastaneye, belki bir mucize olur diye düşünürken, “Murat öldü Cafer” haberi geldi bu kez... İnsan evladı tuhaf bir varlık. Telefon ekranındaki “Murat öldü Cafer” mesajına bir süre bakakaldım öylece. Nasıl olduysa, bir üzüntü emojisi ile yanıt vermeyi akıl edebildim. Bir şey...

İlla da İzmir...

 Hep siyasi gündemin iç karartıcı sorunlarına dair yazacak, konuşacak değiliz ya... Dedim ve İzmir’deki imza buluşmasını paylaşayım sizinle istedim. Buyurun: Geçtiğimiz 16 Aralık cumartesi günü İzmir’de imza günüm vardı, Yakın Kitabevinde. Ne zamandır İzmir’e gitmek için “bahane” lazımdı; bundan âlâ bahane mi olur :) Fakat bir şanssızlıktır tuttu yakamdan ve bir türlü bırakmadı. Bakın nasıl... İzmir’de aile çevremden insanların yanı sıra birçok da arkadaşım var. Bir arkadaşım da yeni eve taşındı ve bizim “Kaptan” Mithat ayda birkaç kez gidiyor İzmir’e ve dönüşte Erhan’ın yeni evinin manzarasını öve öve bitiremiyor. Kaptan zevk sahibi adamdır, beğeni ölçüleri vardır, estetik duygusu gelişkindir; Siirtlidir ama bizim gibi (“bizim” derken kendimi kastediyorum, yanlış anlaşılmasın) köylü de değildir yani. O övüyorsa demek ki harbiden güzel manzarası var evin. Velhasıl bu da bizim arkadaş grubu için imza etkinliğinin yanında bir başka “bahane” idi. (Belki de asıl “bahane.”) Yakın Kitabe...

'Kontrol'lü mü? 'Tiyatro' mu? 'Darbe' mi?

Belki biraz uzun bir yazı olacak, ama mevzu önemli ve doğru anlaşılması gerek... 15 Temmuz darbe girişiminin yıldönümünde bu alçakça girişimi kınayan birkaç tivit attım ve çok "ilginç" ve düşündürücü tepkiler aldım. Darbe girişiminin ilk saatlerinde ve izleyen günlerde de darbeye karşı demokrasiyi savunmanın "ilkesel" bir anlamı, değeri olduğuna dair görüşlerimi yazmış, paylaşmıştım. Darbeye karşı demokrasiyi savunmak, ideolojik, siyasi görüşlerimiz, tercihlerimiz ne olursa olsun, hepimiz için bir "ortak payda" anlamı taşır; en azından, naçizane, yıllardır nefesim, kalemim yettiğince böyle olması gerektiğini savunuyorum. "İyi darbe-kötü darbe"? Bunu önemsemem boşuna değil. Zira biliyorum ve biliyoruz ki, toplumda öteden beri "iyi darbe, kötü darbe" şeklinde bir kötü yaklaşım tarzı var. "Düşman" bellediğine "karşı" ise o "iyi" darbedir ve kendisine karşı ise, "kötü." Bu, sadece kötü değ...