Ana içeriğe atla

Kızılay ya da çürüme

 Öncesi de var elbette ama çok da geçmişe gitmeden yakın zamanda, hatırlarsınız, Kızılay Elazığ depreminde de tartışmalara konu olmuş, başkanı Kerem Kınık naçizane ben de dahil birçok yurttaş tarafından istifaya davet edilmişti.

24 Ocak 2020 günü saat 20:55’te 6,5 şiddetinde meydana gelen Elazığ-Sivrice merkezli deprem sadece bölgedeki birçok il ve ilçede değil Irak, İran, İsrail ve Suriye’de de hissedilmişti. 41 vatandaşın hayatını kaybettiği, çok sayıda binanın enkaza döndüğü deprem, doğal olarak, yurt çapında endişe ve üzüntüye neden olmuştu. İnsanların deprem haberini alır almaz yakınlarından haber almaya çalıştığı o saatlerde cep telefonlarına “Kızılay’a bağış yap” mesajları düşmüş, aynı mesajlar sosyal medyadan da yayınlanmıştı. Hemen ardından “yandaş” tivit hesapları Kızılay’a 10 Türk Lirası bağış yaptıklarını belgeleyen paylaşımlar yapmaya başlamıştı.

Deprem bölgesinde yakınlarından haber almaya çalışan benim gibi birçok kişi bu mesaj ve paylaşımları görünce bildik medya diliyle söylersem, “şok” olmuştu. O zaman da yazmıştım: “Yahu tabii ki Kızılay’a bağışta bulunalım. Ama Elazığ’da şiddetli bir deprem olmuş, ölüler olduğu söyleniyor, orada bir can pazarı var, sarsıntılar sürüyor, insanlar korku, merak ve endişe içinde. ‘Kızılay’a bağışta bulunun’ çağrısı yapacak zaman mı? İnsanlara o anlarda, o günlerde yapmanız gereken açıklama; ne yaptığınız, görev ve sorumluluğunuzu nasıl yerine getirdiğiniz olabilir ancak…”

O dönem dikkatler Kızılay üzerinde toplanınca, kurumun düpedüz vergi kaçakçılığına “aracılık” ettiği de ortaya çıkmıştı: Kızılay, Ensar Vakfı’na yaklaşık 8 milyon Dolar bağışta bulunmuş! Cümledeki tuhaflığa dikkat isterim. Kendisinin en önemli gelir kaynağı yurttaşların bağışları olan bir kurum, başka bir kuruma yüklü miktarda bağışta bulunuyor! (Daha başka hangi kurumlara ne kadar “bağış” yapmışlar, bilmiyoruz.)

Arada belirtmiş, hatırlatmış olayım: Çocuk istismarı ve Milli Eğitim Bakanlığı’yla imzaladığı protokol haberlerinden bildiğimiz Ensar Vakfı’na Kızılay üzerinden yaklaşık 8 milyon Dolar “bağış” yapan, Torunlar Holding bünyesindeki Başkent Doğalgaz imiş. Torunlar Holding deyince de aklımıza iki şey geliyor: 6 Eylül 2014 günü Ali Sami Yen Stadı’nın yerine inşa edilen Torunlar Center şantiyesinde 10 işçinin hayatını kaybettiği kaza ve holding patronu Aziz Torun’un Cumhurbaşkanı ve AKP Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın imam hatip lisesinden arkadaşı olması...

Kızılay Başkanı Kerem Kınık’ın bu tuhaf bağış haberine ilişkin açıklaması şuydu: “Vergi kaçırmak başka, vergiden kaçınmak başkadır.” Literatüre yapılan bu “vergiden kaçmak ayrı kaçınmak ayrı şeylerdir” katkısının değerlendirmesini ekonomistler yeterince yapmadılar kanısındayım. Benim gibi ekonomist olmayan sıradan vatandaşların olaydan anladığı şuydu: Vergiden muaf bir hayır kurumuna (Kızılay) vergiden muaf tutulan bir bağış yapıyorsun ve o da (muhtemelen arada faiz, komisyon filan alarak) senin işaret ettiğin kuruma aslında senin adına aynı oranda bağış yapıyor. Bunun adı vergiden kaçma değil de “kaçınma” imiş!

Kızılay’ın sayın pişkin başkanı tabii ki istifa etmedi. Aynı kurum ve başkanı Maraş merkezli deprem felaketinde de gündeme geldiler. Depreme nasıl ânında müdahale ettikleri, depremzedelerin yardımına nasıl koştukları gibi haberlerle değil; gayet ticari faaliyetleri ile!

Cumhuriyet’ten Murat Ağırel ortaya çıkardı. Depremin üçüncü günü, depremin yerle bir ettiği şehirlerden “çadır” feryatları yükselirken, Kızılay AHBAP’a çadır satmakla meşgulmüş! (“Çadır feryatları” derken belagat yapmıyorum. Urfa’da depremden çocuklarıyla birlikte kurtulmuş bir arkadaşımın sözleri beynimde çınlıyor hâlâ: “Depremden kurtulduk soğuktan donarak öleceğiz!”)

Nasıl yani, öyle şey mi olur demeye kalmadan Kızılay Başkanı Kınık haberi doğruladı, sonra “sonradan haberim oldu” gibi şeyler söylese de. Meğer dahası da varmış! Kızılay adı geçen sivil yardım kuruluşuna (ve kim bilir başka nerelere) gıda malzemesi de satmış! “Maliyetine” SGK’ya kan da satıyormuş!

***

Bir zamanlar Kızılay deyince aklımıza afet zamanlarında yardıma koşan bir kurum gelirdi... İhtiyaç sahipleri için kan bağışında bulunduğumuz bir kurum gelirdi... Kızılay çadırları gelirdi... “Hayırlı” ve gerekli bir kurum olduğundan kuşkumuz yoktu, “siyasetler üstü” bir kurumdu ve sahiplenmek, güçlendirmek her birimizin sorumluluğuydu... Bir gün varlığına ihtiyaç duyabilirdik çünkü...

Kızılay böyle bir kurumdu aklımızda ve bunu bir duyarlılık olarak ilkokul çağlarında öğrenmiştik. Bizim kuşak bilir; “Kızılay Kolu” uygulaması vardı eskiden, sırayla Kızılay Kolu Başkanı olurduk. Bu bir yardımseverlik bilinci kazandırmak etkinliğiydi.

Topladığı bağışlarla herkesin bir gün yardımına ihtiyaç duyabileceği bir “hayır” kurumunun, başka herhangi bir kurumla kıyaslanmayacak denli açık, şeffaf, düzgün ve dürüst bir kurum olması gerekir.

Bu yazıyı yazarken Kızılay’ın resmi web sitesini inceledim bir kez daha. Yürüttükleri “ticari” faaliyetlere ve Kızılay’ı ne tür bir tüccarlık müessesesi haline getirdiklerine ilişkin herhangi bir açıklama veya beyan görmedim. Bağışlarla edinilen, oluşturulan bir maddi değer üzerinden nasıl “ticaret” yapılabilir ki zaten? Mevzunun yasal boyutu bir yana düpedüz ahlaksızlık...

Kızılay’ın misyonu için şöyle deniyor: “Proaktif bir kurum olarak afetlerde ve olağan dönemde ihtiyaç sahipleri ve korunmasızlara yönelik yardım sağlamak, toplumda yardımlaşmayı geliştirmek, güvenli kan teminini gerçekleştirmek ve zarar görebilirliği azaltmak.”

Bu da “vizyonu”: “Türkiye’de ve dünyada, insani yardım hizmetinde model alınan, insanların en zor anlarında yanındaki kuruluş olmak.”

Bu misyon ve vizyon iddiasıyla vergi kaçakçılığına aracılık etmenin, çadır ve gıda maddesi satarak ticaret yapmanın ne alakası var?

“Herkes için esenlik ve güvenli yaşam” şiarını benimsemiş ve herhangi bir ayrım gözetmeksizin herkesin aynı bilinç ve duyarlılıkla sahiplenmesi gereken bir kurumun bu çürümüş hali düşündürücü bir ibret tablosudur ve belki de AKP iktidarının ülkeyi ne hale getirdiğinin en çarpıcı örneklerinden biri...

Kızılay, AFAD, devlet ve iktidarın sorumluluğu deyince küfür yediğimiz bir dönem yaşıyoruz, evet. Sorumlu koltuklarda oturanların görevlerini yerine getirmemiş olmalarına öfkeleniyoruz, istifa çağrılarında bulunuyoruz, bunun için de küfür, hakaret, gözaltı, soruşturma tehditleriyle karşı karşıyayız, evet. Bunlar kadar pişkin bir siyasi iktidar örneği zor bulunur, evet. Ama işte canımız çok yandı. Onbinlerce ölümüz var. Yerle bir olduk. Var mıdır ötesi? Daha ne gelebilir bu ülkenin başına?

3 Mart 2023

P24 Blog - Kızılay ya da çürüme 


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

"Murat öldü Cafer"

“Murat çok hasta” diye haber vermişti Fatma. İki gün geçmeden, olsun, yine de gideyim hastaneye, belki bir mucize olur diye düşünürken, “Murat öldü Cafer” haberi geldi bu kez... Önce “Murat çok hasta, hastanede” haberini aldım. Nesi var ki? Kanser... “Ne kanseri?” bile diyemedim. Alacağım cevaptan korktum. En kötüsü olmasından.  En kötüsüymüş... Hangi hastanede? Geleyim, göreyim, moral olur, iyi gelir belki, ne bileyim. “Gelsen de göremezsin ki. Yoğun bakımda. Entübe edildi. Belki bir mucize olur diye bekliyoruz işte.” Bir mucize olur belki. Bir mucize olsa. Bir mucize olsun... Daha çok genç yahu! Ölecek değil ya!  Öldü... “Murat çok hasta” diye haber vermişti Fatma. İki gün geçmeden, olsun, yine de gideyim hastaneye, belki bir mucize olur diye düşünürken, “Murat öldü Cafer” haberi geldi bu kez... İnsan evladı tuhaf bir varlık. Telefon ekranındaki “Murat öldü Cafer” mesajına bir süre bakakaldım öylece. Nasıl olduysa, bir üzüntü emojisi ile yanıt vermeyi akıl edebildim. Bir şey...

İlla da İzmir...

 Hep siyasi gündemin iç karartıcı sorunlarına dair yazacak, konuşacak değiliz ya... Dedim ve İzmir’deki imza buluşmasını paylaşayım sizinle istedim. Buyurun: Geçtiğimiz 16 Aralık cumartesi günü İzmir’de imza günüm vardı, Yakın Kitabevinde. Ne zamandır İzmir’e gitmek için “bahane” lazımdı; bundan âlâ bahane mi olur :) Fakat bir şanssızlıktır tuttu yakamdan ve bir türlü bırakmadı. Bakın nasıl... İzmir’de aile çevremden insanların yanı sıra birçok da arkadaşım var. Bir arkadaşım da yeni eve taşındı ve bizim “Kaptan” Mithat ayda birkaç kez gidiyor İzmir’e ve dönüşte Erhan’ın yeni evinin manzarasını öve öve bitiremiyor. Kaptan zevk sahibi adamdır, beğeni ölçüleri vardır, estetik duygusu gelişkindir; Siirtlidir ama bizim gibi (“bizim” derken kendimi kastediyorum, yanlış anlaşılmasın) köylü de değildir yani. O övüyorsa demek ki harbiden güzel manzarası var evin. Velhasıl bu da bizim arkadaş grubu için imza etkinliğinin yanında bir başka “bahane” idi. (Belki de asıl “bahane.”) Yakın Kitabe...

'Kontrol'lü mü? 'Tiyatro' mu? 'Darbe' mi?

Belki biraz uzun bir yazı olacak, ama mevzu önemli ve doğru anlaşılması gerek... 15 Temmuz darbe girişiminin yıldönümünde bu alçakça girişimi kınayan birkaç tivit attım ve çok "ilginç" ve düşündürücü tepkiler aldım. Darbe girişiminin ilk saatlerinde ve izleyen günlerde de darbeye karşı demokrasiyi savunmanın "ilkesel" bir anlamı, değeri olduğuna dair görüşlerimi yazmış, paylaşmıştım. Darbeye karşı demokrasiyi savunmak, ideolojik, siyasi görüşlerimiz, tercihlerimiz ne olursa olsun, hepimiz için bir "ortak payda" anlamı taşır; en azından, naçizane, yıllardır nefesim, kalemim yettiğince böyle olması gerektiğini savunuyorum. "İyi darbe-kötü darbe"? Bunu önemsemem boşuna değil. Zira biliyorum ve biliyoruz ki, toplumda öteden beri "iyi darbe, kötü darbe" şeklinde bir kötü yaklaşım tarzı var. "Düşman" bellediğine "karşı" ise o "iyi" darbedir ve kendisine karşı ise, "kötü." Bu, sadece kötü değ...