Ana içeriğe atla

Yerli, milli ve hatta anti emperyalist!

Propaganda söylemini öne çıkarmaları, Saray ve AKP’nin seçmene söyleyecek yeni bir sözü kalmamasına delalettir ve korkunun ecele faydası yoktur.

Cumhurbaşkanı ve AKP Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan, geçtiğimiz 18 Nisan günü partisinin Afyon’da düzenlediği ilk seçim mitingindeki konuşmasında ilginç bir cümle sarf etti; “Emperyalist sömürge düzenine biz dur dedik, meydan okuduk!”

Bu, “yerli-milli” konseptinin yeni bir halkası olsa gerek; “emperyalist sömürge düzenine son vermek” yani. Ama aslında bu cafcaflı cümlenin yaldızlarını hafifçe kazıdığınızda çırılçıplak bir demagoji ile karşı karşıya kalıyorsunuz.

“Tüh! Emperyalist sömürge düzenine karşı yıllarca mücadele ettik de son veremedik, bu AKP’ye kısmet oldu” diye hayıflanan aklı evvel bir solcu var mıdır acaba? Sanmıyorum. Bu laf olsa olsa Doğu Perinçek ve türevlerinde yankı bulur ve onlar da, misal, “Aslında bu bizim başarımız, biz başkanlık seçimine aday çıkaracak sayıyı bile bulamıyoruz ama fikrimiz iktidarda ve Saray’da” diyebilirler. Tabii AKP’den milletvekilliğine soyunan Hulki Cevizoğlu, Mehmet Ali Çelebi gibi isimler içeriden, Metin Feyzioğlu gibileri de AKP kapısı önünden ses verebilirler pekala; “Bravo Reis! En büyük Reis bizim Reis! Ver mehteri!”

Muhtemelen Sayın Erdoğan’ın hayli kalabalık baş ve düz danışman ordusunda “solcu”, “eski komünist” kontenjanından maaşlı elemanların buluşu olan bu “emperyalist sömürgeciliğe biz son verdik” söylemi, düpedüz AKP’nin seçmene söyleyecek sözü kalmamış olmasının nişanesi.

Çünkü, ekonomik kriz, hayat pahalılığı, deprem, “ne olacak memleketin hali” bunalımındaki insanlara “emperyalist sömürgeciliğe son verdik, IMF’ye hadi oradan dedik” diyorsanız, bu, eğer meramınız mizah yapmak değilse, bir “söz bitti” durumu olmaktadır.

Bir de tabii, “Biz Togg diyoruz, onlar soğan diyor” meselesi var. “Yerli-milli” söyleminin revaçtaki sloganlarından biri, malum, Togg.

Togg yerli ve milli mi?

Google’da fazla zamanınızı almayacak küçük bir araştırma bu sorunun cevabıyla ilgili fikir edinmenizi sağlıyor. Hem de spekülasyon filan değil direkt Sanayi ve Teknoloji Bakanı Mustafa Varank ve Togg CEO’su Gürcan Karakaş gibi konunun direkt muhataplarının ağzından.

Şöyle: Togg, “Reis”in talimatıyla biraraya gelen Anadolu Grubu, BMC, Turkcell, Zorlu Holding ve TOBB ortaklığında 2018 yılında kurulan bir anonim şirket.

Togg’un CEO’su Gürcan Karakaş, “Biz bu otomobillerimizi Prinfarina ile beraber İtalya’da ürettik. Biz en başta kendimize, hissedarlarımıza ve devletimize yüzde 51 yerlilik oranı söz verdik” diyor ve Mustafa Varank da bu yöndeki sorulara cevaben Togg’un “yerlilik” oranının yüzde 51 olduğunu yineliyor.

Togg’un elektrikli motoru Alman Bosch firmasından satın alınıyor. Varank, bunun motoru üretmekten daha “kârlı” bir tercih olduğunu vurguluyor.

Batarya ise Çinli Farasis adlı firma ortaklığıyla hayata geçiriliyor. Aracın entegrasyonu bir başka Alman firması EDAG tarafından yapılıyor. Şasi sistemlerini İngiliz Myra üretirken, Togg’un tasarım ve prototipleri İtalyan Pininfarina şirketi tarafından yapılmış durumda. 

Bu arada Türkiye’de üretim yapan diğer otomobil markaları arasında “yerlilik” oranı daha yüksek olanlar var. Mesela binek araçlarda Hyundai Bayon, yüzde 66 oranında “yerli” bir marka. Ticari araçlarda ise Ford Cargo yüzde 88 oranla en yüksek “yerlilik” oranına sahip bir marka. (Meraklısı için detaylı bilgiler burada mevcut.)

Velhasıl “yerli-milli” ve gayet anti emperyalist söylemlerin sembolü olarak Togg’un dillendirilmesi pek uygun düşmüyor sanırım.

Ya iha ve siha’lar?

“Yerli-milli” söylemlerine dayanak ve gerekçe diye sunulan bir başka “kapı gibi” argüman da iha ve siha’lar tabii. Öyle ki miting meydanlarında, yandaş medya haber ve yorumlarında sürekli bu yönde pompalanan bir algı operasyonu var. Bilmeyen savunma sanayii alanında Türkiye AKP iktidarında “devrim” yaptı, “çağ atladı”, emperyalist güçlere acayip kafa tutacak duruma geldi filan sanır. Ay’a çıkartma yapmaya hazırlandığımız da düşünülecek olursa, ne kadar gururlansak azdır! Ekmek, soğan, pahalılık diye sayıklayanlar anlayamaz tabii bunu...

“Teröre karşı mücadelenin” başlıca kahramanı olarak lanse edilen bu silahlı ve silahsız insansız hava araçlarının mucidinin damat Albayrak ve beraberindeki Türk mühendisler olduğunu zannedenler az değil.

Oysa, inanmayan Wikipedia’ya bakabilir, aslında “drone” denilen bu insansız hava araçları ilk kez A. M. Low tarafından 1916 yılında geliştirilmiş, hatta sınırlı sayıda 1. Dünya Savaşında kullanılmış. 2. Dünya Savaşında genellikle uçaksavar ve saldırı amaçlı olarak kullanılmış. Vietnam savaşında da ABD Deniz Kuvvetleri tarafından uzaktan kumandalı araçlar olarak kullanılmışlar. 1980 ve 90’lı yıllarda hem daha ucuz olması ve hem de insan kaybı riski taşımaması nedeniyle Amerikan askeri çevreleri tarafından özellikle keşif, gözetleme, istihbarat amaçlı olarak geliştirilen araçlar haline getirilmişler.

Damat Selçuk Bayraktar ve teknoloji lideri olduğu Baykar Holding’in geliştirdiği iha ve siha’ların Türkiye’de üretiliyor olması kuşkusuz ülke için önemli bir gelişme addedilebilir. Ama bu bir “Türk buluşu” olmadığı gibi emperyalist güçleri kıskançlıktan çatlatacak bir gelişme de sayılmaz doğrusu.

Erdoğan’ın son zamanlardaki konuşmalarında sıkça değindiği bir başka “yerli-milli” proje de silahlı, havadan havaya füze atabilen insansız savaş uçağı Kızılelma.

Ne var ki gayet Türkçü bir ad konulan Kızılelma’nın ilk varyantı, Ukrayna menşeili AI-25 motorla ve subsonik hıza sahip olacak şekilde Ivchenko OKB tarafından geliştirilmiş. Bu motor sistemi (AI-25) bir jet uçağı modeli için Sovyetler Birliği zamanında geliştirilmiş ve ilk test uçuşu da 1966’da yapılmış. (Meraklısı için daha detaylı bilgiler burada.)

Mümkündür ki Kızılelma’nın ne olduğunu bilmeyen, hatırlamayan vardır diyerek bir parantez açıp belirtmiş olayım:

Kızılelma, tesadüfen seçilmiş bir isim değil tabii ki. Çünkü Kızılelma,Türk milliyetçiliğinin “sembol” klişelerinden biri ve düşsel bir Türklük dünyası ütopyasını ifade ediyor. Malum, “Turan” ve “Turancılık” da Türkçülük ideolojisinin benzer klişelerinden biri; videolar çektiği dönemde Sedat Peker konuşmalarının sonunda söylerdi ya hani; “Turan’ı kuracağız kardeşlerim.”

Yerli-milli ideoloji dedikleri...

Hemen ve açıklıkla belirtmek isterim; Togg veya iha-sihalar ya da bir başka teknolojik aracın çeşitli ülkelerden bedeli ödenerek satın alınan birikimlerle Türkiye’de monte edilmesi, üretilmesi, geliştirilmesi ne şaşılacak ne de eleştirilecek bir şey. Eğer Kuzey Kore gibi kendini dünyaya kapatmış bir ülke olmak amaç, iddia, hedef veya çabanız yoksa, şu veya bu ihtiyaca binaen üretimine başladığınız bir teknolojik aletin motorunu oradan, teknik donanımını şuradan edinmeniz ve montajını da burada yapmanız dünyanın verili şartlarında gayet normal.

Buradaki sorun, “yerli-milli” söylemleriyle sözüm ona emperyalizm karşıtlığı yapmak, gerçeği pervasızca çarpıtmak, seçmeni düpedüz aldatmak gayretkeşliğidir.

Mevzunun ekonomisi hala büyük ölçüde “dışa bağımlı”, ordusu NATO ordusu olmak kısmına hiç girmesem daha iyi. Hele ki iktidarının ilk dönemlerinde Batı aleminden edindiği desteğin her fırsatta altını çizen söylem ve tutumlarını hatırlamaya ve hatırlatmaya başlarsak, yazı hayli dallanır budaklanır.

Siyasi yaşamı Necmettin Erbakan’ın öğrencisi olarak “Milli Görüş” geleneği içerisinde şekillenen Recep Tayyip Erdoğan’ın iktidar sürecinde vardığı nokta, işte bu: Kızılelma, Turan, Türkçülük. Türk-İslam sentezi ideolojisi. Bu partinin hala aklı başında kadroları içerisinden geldikleri siyasi geleneği düşündüklerinde ne kadar hüzünlenseler, azdır.

Sözün özü: “Yerli-milli” dedikleri ve “emperyalizm karşıtı” bir görünümle lanse ettikleri propaganda söylemini bu denli öne çıkarmaları, Saray ve AKP’nin seçmene söyleyecek yeni bir sözü kalmamış olmasına delalettir, demagojidir ve korkunun ecele faydası yoktur: 14 Mayıs bir görünen köyün adıdır...

***

Bayram kutlayacak halimiz olmasa da, “bayram” duygu ve geleneğini yitirmemek adına, iyi bayramlar diliyorum.

21 Nisan 2023

P24 Blog - Yerli, milli ve hatta anti emperyalist!



Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

"Murat öldü Cafer"

“Murat çok hasta” diye haber vermişti Fatma. İki gün geçmeden, olsun, yine de gideyim hastaneye, belki bir mucize olur diye düşünürken, “Murat öldü Cafer” haberi geldi bu kez... Önce “Murat çok hasta, hastanede” haberini aldım. Nesi var ki? Kanser... “Ne kanseri?” bile diyemedim. Alacağım cevaptan korktum. En kötüsü olmasından.  En kötüsüymüş... Hangi hastanede? Geleyim, göreyim, moral olur, iyi gelir belki, ne bileyim. “Gelsen de göremezsin ki. Yoğun bakımda. Entübe edildi. Belki bir mucize olur diye bekliyoruz işte.” Bir mucize olur belki. Bir mucize olsa. Bir mucize olsun... Daha çok genç yahu! Ölecek değil ya!  Öldü... “Murat çok hasta” diye haber vermişti Fatma. İki gün geçmeden, olsun, yine de gideyim hastaneye, belki bir mucize olur diye düşünürken, “Murat öldü Cafer” haberi geldi bu kez... İnsan evladı tuhaf bir varlık. Telefon ekranındaki “Murat öldü Cafer” mesajına bir süre bakakaldım öylece. Nasıl olduysa, bir üzüntü emojisi ile yanıt vermeyi akıl edebildim. Bir şey...

İlla da İzmir...

 Hep siyasi gündemin iç karartıcı sorunlarına dair yazacak, konuşacak değiliz ya... Dedim ve İzmir’deki imza buluşmasını paylaşayım sizinle istedim. Buyurun: Geçtiğimiz 16 Aralık cumartesi günü İzmir’de imza günüm vardı, Yakın Kitabevinde. Ne zamandır İzmir’e gitmek için “bahane” lazımdı; bundan âlâ bahane mi olur :) Fakat bir şanssızlıktır tuttu yakamdan ve bir türlü bırakmadı. Bakın nasıl... İzmir’de aile çevremden insanların yanı sıra birçok da arkadaşım var. Bir arkadaşım da yeni eve taşındı ve bizim “Kaptan” Mithat ayda birkaç kez gidiyor İzmir’e ve dönüşte Erhan’ın yeni evinin manzarasını öve öve bitiremiyor. Kaptan zevk sahibi adamdır, beğeni ölçüleri vardır, estetik duygusu gelişkindir; Siirtlidir ama bizim gibi (“bizim” derken kendimi kastediyorum, yanlış anlaşılmasın) köylü de değildir yani. O övüyorsa demek ki harbiden güzel manzarası var evin. Velhasıl bu da bizim arkadaş grubu için imza etkinliğinin yanında bir başka “bahane” idi. (Belki de asıl “bahane.”) Yakın Kitabe...

'Kontrol'lü mü? 'Tiyatro' mu? 'Darbe' mi?

Belki biraz uzun bir yazı olacak, ama mevzu önemli ve doğru anlaşılması gerek... 15 Temmuz darbe girişiminin yıldönümünde bu alçakça girişimi kınayan birkaç tivit attım ve çok "ilginç" ve düşündürücü tepkiler aldım. Darbe girişiminin ilk saatlerinde ve izleyen günlerde de darbeye karşı demokrasiyi savunmanın "ilkesel" bir anlamı, değeri olduğuna dair görüşlerimi yazmış, paylaşmıştım. Darbeye karşı demokrasiyi savunmak, ideolojik, siyasi görüşlerimiz, tercihlerimiz ne olursa olsun, hepimiz için bir "ortak payda" anlamı taşır; en azından, naçizane, yıllardır nefesim, kalemim yettiğince böyle olması gerektiğini savunuyorum. "İyi darbe-kötü darbe"? Bunu önemsemem boşuna değil. Zira biliyorum ve biliyoruz ki, toplumda öteden beri "iyi darbe, kötü darbe" şeklinde bir kötü yaklaşım tarzı var. "Düşman" bellediğine "karşı" ise o "iyi" darbedir ve kendisine karşı ise, "kötü." Bu, sadece kötü değ...