Seçim dersleri... 'Aslında kazandık' mı?

Parlamento seçimleri de, “Türk Tipi Başkanlık” seçimleri de bitti. Seçimlerin hemen öncesinde 6’lı Masanın estirdiği rüzgarı hatırlayın; Recep Tayyip Erdoğan gitmiş, parlemantoda da çoğunluk elde edilmiş, bir “devir” bitmiş ve memlekete yine “baharlar” gelmiş. (“Yine”?)

Bu o kadar “kesin” idi ki, cumhurbaşkanı yardımcılıklarının, bakanlıkların paylaşımı yapılmış, hangi partinin kaç vekille meclise gireceği uzun toplantı ve pazarlıklar sonucunda belirlenmiş, kritik bürokrasi kademelerine kimlerin atanacağı da aşağı yukarı netleştirilmişti...

Bir “geçiş” süreci olacaktı, “geliyordu gelmekte olan”; bazılarının telefonu acı acı çalacak ve telefonda duydukları ses, “Ben Kemal, geliyorum” diyecekti...

Kim kimi havaya soktu bilmiyorum ama anket şirketlerinin çoğu da peş peşe AKP ve Erdoğan’ı yollayan veriler açıklıyorlardı...

CHP ve Kılıçdaroğlu’nun öncülük ettiği muhalefet blokunun, her şeyden önce kendilerini destekleyen seçmene yaşattıkları bu hayal kırıklığı nedeniyle bir özür borcu var. Aslında sırf not düşmüş olmak için söylüyorum bunu. Yoksa bizde ister iktidar ister muhalefet olsun hiçbir parti seçmenlerine, “Böyle olsun istemezdik, yaşattığımız hayal kırıklığından dolayı özür dileriz” filan demez. İktidar olduğunda teşekkür eder, o ayrı. 

Seçim bittiğine göre muhalefetin, tabii esas olarak CHP’nin yürüttüğü seçim kampanyasına ilişkin yüksek sesle eleştirel düşüncelerimi dile getirebilirim ve herhalde kimselere rahatsızlık vermiş olmam... 

“Niçin seçim bittiğine göre diyorsun? Öncesinde söyleseydin ya!” diye soranlara peşinen cevabımı vereyim. Öncesinde muhalefeti eleştirdiğin taktirde neler olurdu, tahmin etmek zor olmasa gerek: Birincisi, sosyal medyada kendisini önüne gelene “linç” etmeye koşullamış olanlar hemen harekete geçerdi; işin yoksa blokla... İkincisi, ortaya çıkan sonuçlardan seni  sorumlu tutanlar bile olurdu resmen; “Hep sen ve senin gibiler yüzündennn...” İşin yoksa, “Yaw o kadar da abartmayın beni, bak ciddiye alırım” diye bu sanal alem hastalarına laf yetiştir... 

Tabii ki düşüncelerimin, eleştirilerimin “geldik geliyoruz” partilerinde herhangi bir yankı yaratacağı kanısında değilim. Ama yani madem oyumuzu verdik, destekledik, eleştiriye de hak kazanmış olmalıyız. Maksat kayda girsin. 

***

Selahattin Demirtaş’ın “Aktif siyaseti bırakıyorum” çıkışı, HDP merkezi her ne kadar gayet soğukkanlı bir görüntü sergilese de bu partide ciddi bir muhasebe, özeleştiri ve yeniden yapılanma tartışmasının önünü açacaktır ve açmıştır. Özverisi takdir edilesi seçmenlerinin istek, talep ve beklentisi de bu yöndedir.

Demirtaş, hapishanede olmasına karşın eksilmeyen popülaritesini partisinin merkezinde “dert” edinenlere ziyadesiyle bağrına taş basıp sessiz kaldı. En azından kamuoyuna yansıyan bir tepkisine tanık olmadık. Belki daha da sessiz kalmayı tercih ederdi. Ne var ki, seçimlerdeki başarısızlığın nedenlerinden biri olarak kendisini işaret edenler oldu ve bunu sineye çekmesi beklenemezdi. 

Demirtaş’ın “aktif siyaseti bırakıyorum” çıkışından hoşnut olanlar ve “partiden de ayrılsa bari” beklentisi içinde olanların varlığı kimse için “sır” olmasa gerek. Demirtaş aktif siyaseti bıraktığı gibi HDP’den de ayrılsa tez zamanda siyaseten biter gider diye düşünüyorlar. Bence yanılıyorlar ve zaten Demirtaş da HDP’den ayrılmadığını, tavrının o yönde spekülasyonlara neden olmasını doğru bulmadığını açıkladı. 

HDP başlıbaşına bir konu olarak ele alınmayı hak ediyor. Bu konuyla ilgili düşüncelerimi haftaya paylaşacağım. 

***

HDP bir özeleştiri sürecine girdi de CHP’de neler olacak acaba?

En çok merak edilen “Kılıçdaroğlu bırakacak mı?” sorusu netliğe kavuştu gibi görünüyor: Bırakmayacak. Ama parti içi dengeler gözetilerek A Takımı yenilenecek, vb. Zaten dikkat edilirse parti bünyesinde Kılıçdaroğlu’nun bırakmasına yönelik büyük bir istek ve hareket de yok. İktidar medyasının bu yöndeki manipülatif yayınları ve adları dahi unutulmuş bazı Deniz Baykal taraftarı kişilerin açıklamalarının parti bünyesinde kayda değer bir etkisi görülmüyor. 

Eğriye eğri doğruya doğru; Sayın Kılıçdaroğlu 2010 yılında CHP Genel Başkanı koltuğuna oturduğundan bu yana CHP’de çok şeyi değiştirdi. Eksikleri bir yana, adalet, helalleşme konusundaki çıkışları ve “Bizim de hatalarımız oldu” samimiyeti ile partisine çok mesafeli olduğu bilinen kesimlere doğru ciddi adımlar attı. Bu çabanın sonuç vermesi tutarlı biçimde sürdürülmesine bağlı. Kılıçdaroğlu’nun bıraktığı CHP’nin bugünden daha iyi durumda olacağını kim iddia edebilir? 

Bununla birlikte Kılıçdaroğlu ve kurmaylarının seçim süreciyle ve yürüttükleri kampanya ile ilgili ciddi bir muhasebe yapmaları gereği var. CHP’nin özeleştiri ve muhasebeden ziyade birbirini çelmeleyen bir geleneği olduğu sır değil. Seçim oldu bitti ama dersleri var. Bu derslerden ya öğrenirsiniz ve umut vaat eden bir gidişatınız olur ya da çakarsınız ve bir dahaki seçimde, “Yine mi?” bunalımına girersiniz...

— Sayın Kılıçdaroğlu’nun yürüttüğü kampanya süresince ekonomik sorunlara dikkat çeken konuşmaları ve vaatleri genellikle isabetliydi ama giderek inandırıcılığını yitirdi. İktidara geldiğinde adeta herkese para dağıtacak izlenimi vermesi önce insanların hoşuna gitse de, neticede “Yaparsa reis yapar” propagandası galebe çaldı. 

Bir arkadaşım paylaşmıştı. 14 Mayıs günü bir minübüste yanına oturan yaşlı adama, “Oyunu kullandın mı amca?” diye sormuş. Amca, “Tabii kullandım” demiş ve hemen ardından, “Reise verdim” diye de eklemiş. Arkadaşım, “Hayırlı olsun” demeye kalmadan devam etmiş; “Kılıçdaroğlu emekliye 15 bin lira ikramiye vereceğim demişti ama öyle kolay değil, nereden bulacak da verecek?” 

— AKP ve iktidar bloku “terör, beka, tehdit ve tehlikeler” üzerinden toplumdaki milliyetçi potansiyeli ayağa kaldıran bir propaganda yürütürken CHP ve Millet İttifakını da “terörle işbirliği yapıyor” olmakla itham etti. Bu kötü ve tehlikeli propagandanın etkili olmasını sağlamak için montaj videolar yayınlamaktan da geri durmadı. Hayattan ve ülkenin siyasi gerçeklerinden bihaber Kürt hareketinin kimi çapsız aktörleri de adeta AKP’nin yürüttüğü kampanyaya destek ve malzeme sağlayan bir tavır sergilediler. 

Kılıçdaroğlu ve kurmayları AKP’nin bu çabasının ayyuka çıktığı günlerde, seçmene “Ben Kemal, geliyorum” ve “Sana söz yine baharlar gelecek” reklam sloganlarıyla hitap etmekle meşguldüler. İktidar tarafı muhalefeti korku senaryolarıyla şeytanlaştırmaya çalışırken muhalefet tarafı bu mesnetsiz iddiaları fiilen ciddiye almayan ve başka telden çalan gayet “rahat” bir “geliyoruz az kaldı” tavrı içindeydi... Oysa Reis ve Cumhur İttifakı iktidardan düşerse dahili ve harici düşmanlar ülkeyi uçurumdan aşağı itmeye geliyorlardı!!! Vatandaş buna nasıl izin versindi? Anlaşılan 6’lı Masa seçmenin nabzını anket şirketleri üzerinden tutmayı yeterli görmüş...

14 Mayıs seçimi kaybedilince bu kez Kılıçdaroğlu’nun ilk işi “baharlar gelecek” reklamcılarını kovmak ve “Madem milliyetçilik iş görüyor” tavrı içine girmek oldu. Mülteci karşıtlığı, Ümit Özdağ’la BİLE ittifak yapmak, “Sensin terör!” kampanyası ve tabii “Vatanını seven sandık başına!” Seçim sürecinin ilk safhasındaki güvenlikçi zihniyet üzerinden yürütülen milliyetçilik ve “biz olmasak terör...” propagandasının etkisini doğru hesaplayamamak, dahası ciddiye almamak yanlıştı; ama ikinci tur öncesi iki haftalık süreçte girişilen “en milliyetçi, en mülteci karşıtı” kampanyası daha da yanlıştı.

— Milliyetçilikse milliyetçilik, ülkücülükse ülkücülük, mülteci karşıtlığıysa mülteci karşıtlığı, solculuksa solculuk, muhafazakarlıksa muhafazakarlık... Bu bir siyaset, ya da seçim kazanma stratejisi değil, ilkeli, omurgalı bir duruş hiç değil; olsa olsa kakafoni. Her tür seçmenden bu şekilde oy alırız hesabı yapıldı belli ki ama tutmadı. Çünkü bu bir görünüm olarak bile güven vermedi insanlara. Samimi, içten, dürüst gelmedi. Aslı varken taklitine itibar edilmeyeceğini görmediler...

— Bir de tabii seçim sonrası halleri var. Sorunu bir süreç ve demokrasi mücadelesi sorunu olarak görmezseniz, kaybettiğinizde kaçınılmaz olarak moraliniz bozulur, hayal kırıklığına uğrarsınız ve başlarsınız “zaten bu halk...” diye seçmenlere saydırmaya... 

Bunun yanında şöyle hile yapıldı böyle oylar çalındı rivayetleriyle kendilerini avutanlar var. 10 milyon fazladan oy kullanıldığını ısrarla iddia eden bile duydum. Bu rivayetlere sığınma halinin en masum olanı, “seçimler eşit ve adil şartlarda yapılmadı ki” görüşü. Doğru. Ama bunu seçim sonrasında dillendirmenin bir yararı da yok işte... 

Gerçeği görmek, kabul etmek ile teslimiyet bir ve aynı şeyler değildir. Kendini aldatmak, insani bir refleks olabilir ama sizi gerçeği olduğu gibi görmekten alıkoyar. 

Demokrasi mücadelesi uzun soluklu olmayı gerektiren bir süreç. Seçimler bu mücadelenin kuşkusuz önemli dönemeç noktaları. Ama “her şey” de değil. Tabii meramınız gerçekten demokrasi değil de “biraz da iktidarda olmanın nimetlerinden biz yararlanalım” ise, yitirdiğiniz her seçimde ne kadar dertlenseniz azdır elbette. 

— Kendini aldatma eğilimlerinin revaçta yaklaşımlarından biri de, rakamları “Aslında gayet başarılıyız” şeklinde okumak. 

Oysa tablo şudur: 2014 yılından bu yana memlekette çok şey değişti ama Recep Tayyip Erdoğan ve alternatif olarak karşısına çıkanların aldıkları oy oranları neredeyse hiç değişmedi. 

2014 cumhurbaşkanlığı seçiminde Recep Tayyip Erdoğan yüzde 51.79 oy alırken, Ekmelettin İhsanoğlu yüzde 38.44, Selahattin Demirtaş yüzde 9.76 oy aldı (Toplam yüzde 48.2). 

2018’deki tablo da pek farklı değildi: Recep Tayyip Erdoğan yüzde 52.54 oy alırken Muharrem İnce (yüzde 30.64), Temel Karamollaoğlu (yüzde 7.29), Selahattin Demirtaş (yüzde 8.4) toplam oyları yüzde 47.22 idi. 

28 Mayıs 2023 seçiminde bu oran Erdoğan yüzde 52.18, Kılıçdaroğlu yüzde 47. 82 olarak gerçekleşti.

Seçim derslerine devam edeceğim...

2 Haziran 2023

P24 Blog - Seçim dersleri... ‘Aslında kazandık’ mı? 



Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

İlla da İzmir...

#ŞehirNöbeti notları :)

Dersim'de hakim kanaat: Gülistan Doku...