Siz, siz olun...

Bana sorarsanız, siz siz olun, insanları etnik kimliği, dili, kültürü, dünya görüşü veya cinsiyeti üzerinden ayrıma tabi tutmayı siyaset haline getirenlerden herhangi bir sorununuza çözüm beklemeyin. Hayal kırıklığına uğrar, çözüm beklediğiniz sorunları daha da ağırlaştırmış olursunuz.

Zaten bu tür bir siyaset anlayışına sahip olanların herhangi bir sorunu gerçek manada çözüme kavuşturmak gibi bir niyetleri de, amaçları da, çabaları da yoktur. Nasıl olsun ki, beslendikleri şey birilerini aşağılamak, birilerini (=kendilerini) yüceltmek üzerine bina edilmiş ırkçı, ayrımcı, şoven, faşist bir kutuplaşma ortamıdır. Bu nitelikte bir sorun olmadığında temsil ettikleri siyaset anlayışının herhangi bir hükmü de kalmayacaktır çünkü.

Bu nedenle memlekette kala kala “bir avuç” denecek kadar az sayıda Ermeni kaldığı halde Ermeni düşmanlığını canlı tutmak için bitmeyen bir enerjiyle çaba göstermekten bir an için olsun geri durmazlar. Sürekli alarm halinde olmak ve unutmamak gerekir, su uyur düşman uyumaz, Ermeniler ülkeyi bölüp parçalamak için pusuda beklemektedirler!

Siyasi polemiklerin en ağır versiyonu da, malum, muarızını Ermeni olmakla suçlamaktır. Bu, kimsenin “Ermeniysem ne olmuş?” diyerek üstleneceği bir şey değildir, aklından bile geçiremez. Siyasi yaşamı biter. Bırakalım siyaset yapmasını sokağa dahi çıkamaz. Bu, tersinden son derece büyük bir mağduriyet konusu olarak da gayet işlevli olabilir; hatırlarsınız, “Bana affedersin Ermeni bile dediler” özdeyişini... Bu sözleri duyan taraftarlarının duyguları şaha kalkmış olmalıdır; “Hale bak ya! Neler demişler, neler etmişler bizim reise!” (Bu arada o lafı kim, ne zaman ve nerede demiş, sahiden demiş mi, bilmiyoruz. O da ayrı bir konu.)

Tabii bu Ermeni mevzusunun Rum, Yahudi versiyonu da var. Bir zamanlar “Karadeniz’de Pontus devleti kurmak isteyenler var” diyordu ırkçılığı siyaset haline getiren bazı politikacılar. Karadeniz’de Pontus devleti kurmak isteyenler kimlerdi, bu amaçla ne tür yıkıcı, bölücü faaliyetler yürütmüşlerdi; hiçbir zaman öğrenemedik. İddianın sahipleri de herhalde pek kullanışlı bir milliyetçiliği şahlandırma etkisi olmadığını fark ettikleri için olsa gerek, epeydir birlik ve beraberliğimize yönelen bu “tehlikenin” sözünü etmiyorlar.

Yahudi meselesi ise, özellikle Ortadoğu eksenli dış politika sorunlarında hâlâ iş görüyor; tabii “Filistin davası” ile birlikte. “Tabii ki antisemitik filan değiliz asla ama İsrail’i ve Yahudileri de sevmek zorunda değiliz yani” şeklinde özetlenebilecek biraz karmaşık, biraz da çapraşık ve çelişkili bir konu oluyor bu. Bir İsrail’e “One minute!” diyoruz, bir ilişkileri düzeltmeye çalışıyoruz. Ama konumuz o değil. Dini bir boyut da katarak milliyetçiliği canlı tutan kullanışlı bir rol oynuyor...

***

“Komünizm tehlikesi” varken daha kolaydı. ABD ve NATO ile kol kola, omuz omuza Sovyet yayılmacılığına karşı ödünsüz bir mücadele yürütülüyordu. Gerçi bu mücadele daha çok memleketin “Bağımsız Türkiye!” sloganları atan solcularına karşı yürütülüyordu ama mücadele mücadele idi neticede... Devlet eliyle yeri geldiğinde solcu gençlerin protestolarına karşı 6. Filo’yu korumak için harekete geçirilen her renginden sağcılık, muhafazakarlık “vatanperverlik, milliyetçilik” olarak lanse edilirken, solcular yıkıcı, bölücü (vb.) muamelesi görüyordu.

***

Uzun zamandır bütün tonlarıyla Türk milliyetçiliğini canlı tutmak için istismar edilen en önemli sorunumuz, malum, Kürt sorunu. Kürt sorunu olacak ki milliyetçilik bayrağı hep yükseklerde dalgalandırılsın. Kürt sorunu olacak ve çözülmeyecek ki sürekli bir “bölücülük” tehlikesi gündemimiz olsun. Kürt sorunu olacak ki bir “terör ve güvenlik” sorunumuz olsun, “millet” devlete daha sıkı sarılsın. Türklüğün ve devletin, tehdit edilen birlik ve beraberliğimizin (!) bir “beka” sorunu ile yüz yüze olması söylem ve söylevleri inandırıcı olsun...

Kürt sorunu olacak ve çözülmeyecek ki meseleye dair ağzını açan “PeKaKa’yı terör görüyor musun görmüyor musun!” sorgusuna tabi tutulsun... Yeri geldiğinde “PKK ayrı Kürt kardeşlerimiz ayrı” denilebilsin ama Kürt seçmene ve destek verdiği partiye “terörist” muamelesi yapılsın, yöneticileri seçimle belirlenmiş belediyelerine kayyımlar atansın... Seçime endeksli siyasi ittifak pazarlıklarında Kürtlerin ilgili olduğu hangi konu varsa, onlarla ilgili mevcut statükoyu korumakta derhal mutabakat sağlansın...

*** 

Milliyetçiliği şaha kaldıran güncel meselelerden biri de, mülteciler. Özellikle de Suriyeli mülteciler. Mülteci karşıtlığında yan yana duran siyasi ve sosyal yelpaze hayli geniş; sağcılar, bazı solcu görünümlü milliyetçiler, lafa “ben ırkçı değilim ama” diye başlayanlar, öyle görünüyor ki bu yelpazeye “muhafazakar” kitlelerin önemli bir kesimi de dahil oldu... Hemen hepsi de “Türklük elden gidiyor” hassasiyetini paylaşıyor, ekonomik sorunları mültecilerle izah ediyor ve bazen yüksek bazen de kısık sesle zaten Arapların “pis bir millet” olduğunu düşünüyor...

***

Bu milliyetçilik, ülkemiz şartlarında bir de dini hassasiyetleri olmakla ilişkilendiriliyor ve ortaya bir Türk-İslam Sentezi ideolojisi çıkıyor. Tabii “dini hassasiyetler” lafını rahatlıkla dini hassasiyetlerin devlet-millet çıkarları adına istismar edilmesi olarak da okuyabilirsiniz ve zaten gerçek de öteden beri tastamam budur. Bu, başlı başına bir psikososyal inceleme konusu kanımca. Müslümanlığını Türklükle harmanlayınca adeta şöyle bir algı çıkıyor ortaya; Müslümanlar ikiye ayrılır, bir Türk Müslümanlar var, bir de diğerleri...

Bana sorarsanız, siz siz olun, dini inançlarınızı şu veya bu siyasi görüşün çıkarlarının hizmetine sokmayı siyaset haline getirenlerden de herhangi bir sorununuza çözüm getirmesini beklemeyin... Tabii “sorun” derken, misal Ayasofya’nın camiye dönüştürülmesini değil de ekonomik sorunları, toplumsal barış ve demokrasiye, adalete dair sorunları anlıyorsanız eğer. Ama “Taksim’e cami yapıldı, Ayasofya camiye dönüştürüldü, gidip gelmeseniz de Çamlıca tepesinde denize nazır muhteşem bir cami yapıldı ben daha ne isterim bu hayattan?” kafasında iseniz, ne âlâ. 

Ne var ki “ne âlâ” demekle olmuyor işte. İnancınızı siyasi emelleri için kullananlar başka inanç ve ibadetlere karşı sizi el altından ve üstünden mesela Alevilere karşı habire dolduruşa getiriyorlar. Din, iman, ibadet işleriyle ilgili kurumları (Diyanet’i) hiç olmadığı kadar siyasallaştırıyor ve bu alanda ayrımcılık ve kutuplaşmayı canlı tutmakta bir mahsur görmüyorlar. Bunu “vatan, millet” sloganları eşliğinde aslında ve sadece siyasi ikballeri için yapıyorlar...

Bana sorarsanız, siz siz olun, ırkçılığın, milliyetçiliğin, dini inançlarınızı istismar edenlerin her türünden uzak durun. Bunların kaos, kriz, kutuplaşmadan beslendiklerini unutmayın. Varlığını kaos, kriz, kutuplaşmaya borçlu olanlar gerçek sorunlarımızın çözümüne dair hiçbir sahici politika ve perspektife sahip değildir ve zaten böyle bir iddiaları da yoktur: “Millet” dedikleri, devlet için yaşaması ve gereğinde ölmesi gereken bir “kitle”den başka bir şey değildir...

***

Daha iyi, daha güvenli, daha müreffeh ve daha demokratik, daha adil, herkesin birbirinin etnik, dini kimliğine, dünya görüşüne saygılı olduğu, kimsenin kimseden üstün veya aşağı görülmediği bir siyasal ve toplumsal hayat, bizim de hakkımız. Ne denli “hayal gibi” görünse de...

Pazar günü seçim var. Kim daha milliyetçi, kim mültecileri daha tez yollayacak, kim HDP ve aslında Kürtlere daha uzak duruyor yarışına dönen seçimin sonuçları herhalde akşam saatlerinde netleşir.

Bana sorarsanız, bize yukarıda bahsettiğim hayalin gerçekleşmesi için mücadele etme imkan ve ortamını hangi aday daha çok sağlayacaksa, tercihimiz ondan yana olmalı...

Bana sorarsanız, hayat, daima gelecekten yana umutları olmakla anlamlıdır ve umut dediğimiz, onun için sarf ettiğiniz çaba, yürüttüğünüz mücadele ve direnciniz, direnişiniz kadar gerçektir ve gerçekleşecektir...

Geçen haftaki gibi peşinen söylemeyi ihmal etmeyelim; hayırlı olsun...

 -----

Kapak Görseli: Analogicus (Pixabay)

26 Mayıs 2023 

P24 Blog - Siz, siz olun... 



Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

İlla da İzmir...

#ŞehirNöbeti notları :)

Dersim'de hakim kanaat: Gülistan Doku...