Ana içeriğe atla

Asıl yenilgi...

Yenilgi, neden ve sonuçlarını sorgulayarak kendinizi yenileyebildiğiniz ölçüde derstir, deneyimdir, bir yeniden başlamak iradesidir.

Her ne kadar Sayın Kemal Kılıçdaroğlu’nun başını çektiği “Bu, yenilgi sayılmaz ki” görüşü CHP’nin kamuoyu nezdindeki “resmi” görüşü ise de, hem parlamento hem de “başkanlık” seçimlerinde muhalefet ağır bir yenilgi aldı. Bu yenilgi, sadece ana muhalefet partisi olduğu için değil muhalefet partilerini bir masa etrafında toplanmaya ikna etmesi sebebiyle de ister istemez CHP üzerinden tartışılıyor. “Ne olur ne olmaz” diye itinayla uzak durulan HDP’nin aday çıkarmayıp Kılıçdaroğlu’nu desteklediğini unutmamak lazım…

Mesele daha çok yüzde 52-48 tablosu olarak tartışılıyor ama parlamento seçimlerinde ortaya çıkan tablo CHP için daha az “düşündürücü” değil. AKP’nin oyları 2002’den bu yana ilk defa 14 Mayıs seçiminde yüzde 35’e düşerken, listelerinde Deva, Gelecek ve Saadet parti adaylarına yer verilen CHP yine yüzde 25’te kaldı… Bu gerçeği “Aslında o kadar da yenilmedik” zorlamalarıyla muğlaklaştırmaya, dikkatlerden kaçırmaya çalışmak, gülünç oluyor. 

Ama tabii ki herkes kadar CHP de yenilginin pekala farkında ve nitekim kurultaya doğru giderken partide “değişim” ve “yenilenme” kanatları oluşmuş gibi görünüyor. “Değişim” isteyenler İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu etrafında toplanırken, “değişime değil de yenilenmeye ihtiyaç var” diyenler Kemal Kılıçdaroğlu ve taraftarları oluyor.

Bu ağır yenilginin CHP’de tartışma ve kamplaşmalara neden olması sürpriz değil. Bu grupların kendilerini “değişim” ve “yenilenme” kavramlarıyla tarif etmeleri, inandırıcılıktan uzak “bu yenilgi sayılmaz” görüşünün CHP’de de inandırıcı bulunmadığını açıklıkla ortaya koyuyor. Normal. Ne var ki buradaki mesele, “değişim” diyenlerin de “yenilenme” diyenlerin de ne tür bir “değişim” veya neden “yenilenme” sorularına tatmin edici yanıtlar vermekten uzak olmaları…

Çünkü adına ister “değişim” ister “yenilenme” denilsin, CHP’nin gerçek ve sahici bir yeniden yapılanmaya ihtiyacı var. Bu, “o gitsin bu gelsin” meselesi değil, CHP’nin çoktandır lafını dahi etmediği sosyal demokrasi normları ve duyarlılıkları temelinde kendini yeniden yapılandırma meselesidir…

Oysa CHP’deki kamplaşmanın bu anlamda ne ideolojik ne de ilkesel bir niteliği var. Kılıçdaroğlu gitsin mi kalsın mı çekişmesinden CHP ve ülke için “hayırlı” bir sonuç çıkmaz. 

Kılıçdaroğlu kalırsa, Parti Meclisinde çoğunluğunu kaybetmiş, partisi üzerindeki otorite ve saygınlığı yıpranmış bir genel başkan olarak yerel seçimlerde umduğu başarıyı elde etmesi, imkansız demeyeyim ama, çok zor. Üstelik Ankara’da Mansur Yavaş İyiP ile “Aslına rücu mu edecek?” ihtimalini düşündüren flörtünü sürdürüyor. Ekrem İmamoğlu da, şimdiden “Değişim olmazsa yerel seçimleri de kaybederiz” düşüncesini dillendiriyor. Yani aday olmayabilir ve olursa da kaybedebilir.

Kılıçdaroğlu giderse ve koltuğuna Özgür özel veya Ekrem İmamoğlu oturursa sırf bu “değişiklik” oldu diye CHP uçuşa mı geçecek? CHP içindeki kaynama hali devam eder… Safiyane, Kılıçdaroğlu’nun son verdiğini sandığım hizipler, gruplaşmalar, Baykal dönemini aratır hale gelir… Yerel seçimlerin ardından, “Adam yine kazandı abi ya” diye ağlaşılır…

Arada söylemiş olayım. Bana göre Kemal Kılıçdaroğlu’nun 14 Mayıs seçimini kaybettikten ve başkanlık seçimi ikinci tura kaldıktan sonra panik halinde Ümit Özdağ’la partisinin ve masadaki ortaklarının haberi olmadan gizli bir protokol imzaladığının ortaya çıkması, en az seçim yenilgisi kadar vahim ve sahici bir istifa gerekçesidir. İlginç olan bu gelişmenin CHP’de kimseyi ayaklandırmamış olmasıdır.

Bir siyasi partinin ideolojik bir duruşu, buna göre belirlenmiş politikaları, ilkeleri ve çalışan kadroları yoksa o parti çıkarları gereği siyasetle iştigal edenlerin partisi olur ve bunda da şaşacak bir şey yoktur. Koltuk, makam, mevki, ihale, kim kimin adamı gruplaşmaları (vb.) o tür bir partinin pür-ü melalinin özetidir.

CHP’de olup bitenleri izleyenlerin dikkatini çekmiş olmalıdır; Kılıçdaroğlu’nun, “Ben bu partide kalıcı değilim, para pulla ilişkisi olmayan, genel başkanlık yükünü taşıyabileceğine inanacağım, CHP’nin ilkelerine bağlı, partiyi ileri götürebilecek ve geçmişi temiz birisi olsa yarın bırakırım” şeklindeki sitemkar sözlerini sorgulayan olmadı pek. Acaba neden? “Geçmişi temiz” olmak çok mu nadir rastlanan bir şey?

“İdeoloji diyorsun da, CHP’nin 6 oku var ya işte” denilebilir tabii. O okların Türkiye’nin gerçeklerini, sorunlarını kapsamaktan, anlamaktan ve çözüme kavuşturmaktan ne denli uzak klişeler olduklarını ve başka da bir anlamları kalmadığını uzun uzun anlatırım ama yeri ve zamanı değil.

“Yenilgi, öğretmendir” denir. Öyledir. Ama herhangi bir ders gibi yenilgi dersi de, ne denli “öğretici” olursa olsun, durduk yere öğretmez. Dersin öğrettiklerinin üzerinden atlamayacaksınız, öğrenmeye açık olacaksınız, öğrenmesini bileceksiniz; yenilgi ancak o zaman “öğretmen” olur, tecrübe olur ve kazanma iradenize soluk verir… 

Ne CHP, gerçek manada “sol” veya “sosyal demokrat” oldu bugüne değin, ne de bu alanda herhangi bir siyasi seçeneğin ortaya çıkması önünde engel olmaktan vazgeçti. Kuşkusuz kastettiğim ve eleştirilerimin muhatabı partinin kurumsal şahsiyetidir; parti bünyesindeki çok sayıda düzgün, dürüst, demokrat insan değil. 

CHP’nin asıl yenilgisi, Türkiye’nin sorunları ve gerçekleri karşısındaki ilkesiz, poltikasız, tutarsız ve eylemsel bağlamda tavırsız duruşunu hâlâ sorgulamaya cesaret edemeyiştir.

Yenilgi, neden ve sonuçlarını sorgulayarak kendinizi yenileyebildiğiniz ölçüde derstir, deneyimdir, bir yeniden başlamak iradesidir. Aksi durumda sadece yenilgidir ve kuvvetle muhtemeldir ki tekerrür edecektir…

Sözün özü, CHP’nin sorunu yapısal bir sorundur ve ortada sorunu bu nitelik, kapsam ve ciddiyetle ele alan kimsenin olmayışı, meseleyi daha da ağırlaştıran bir olgudur.

Madem öyle, bari partinin başına Mustafa Sarıgül’ü getirseler… Popülizm ise popülizm, her kalıbın adamı olmaksa olmak, iletişimse iletişim…

Hani mevcut partiler istisnasız halkla iletişim çalışmalarını “esnaf ziyareti” yapmak sanıyor ya, var mıdır Sayın Sarıgül’le esnaf ziyareti ve tokalaşma yarışına girmeye cesareti olan?

28 Temmuz 2023

https://platform24.org/asil-yenilgi/ 



Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

"Murat öldü Cafer"

“Murat çok hasta” diye haber vermişti Fatma. İki gün geçmeden, olsun, yine de gideyim hastaneye, belki bir mucize olur diye düşünürken, “Murat öldü Cafer” haberi geldi bu kez... Önce “Murat çok hasta, hastanede” haberini aldım. Nesi var ki? Kanser... “Ne kanseri?” bile diyemedim. Alacağım cevaptan korktum. En kötüsü olmasından.  En kötüsüymüş... Hangi hastanede? Geleyim, göreyim, moral olur, iyi gelir belki, ne bileyim. “Gelsen de göremezsin ki. Yoğun bakımda. Entübe edildi. Belki bir mucize olur diye bekliyoruz işte.” Bir mucize olur belki. Bir mucize olsa. Bir mucize olsun... Daha çok genç yahu! Ölecek değil ya!  Öldü... “Murat çok hasta” diye haber vermişti Fatma. İki gün geçmeden, olsun, yine de gideyim hastaneye, belki bir mucize olur diye düşünürken, “Murat öldü Cafer” haberi geldi bu kez... İnsan evladı tuhaf bir varlık. Telefon ekranındaki “Murat öldü Cafer” mesajına bir süre bakakaldım öylece. Nasıl olduysa, bir üzüntü emojisi ile yanıt vermeyi akıl edebildim. Bir şey...

İlla da İzmir...

 Hep siyasi gündemin iç karartıcı sorunlarına dair yazacak, konuşacak değiliz ya... Dedim ve İzmir’deki imza buluşmasını paylaşayım sizinle istedim. Buyurun: Geçtiğimiz 16 Aralık cumartesi günü İzmir’de imza günüm vardı, Yakın Kitabevinde. Ne zamandır İzmir’e gitmek için “bahane” lazımdı; bundan âlâ bahane mi olur :) Fakat bir şanssızlıktır tuttu yakamdan ve bir türlü bırakmadı. Bakın nasıl... İzmir’de aile çevremden insanların yanı sıra birçok da arkadaşım var. Bir arkadaşım da yeni eve taşındı ve bizim “Kaptan” Mithat ayda birkaç kez gidiyor İzmir’e ve dönüşte Erhan’ın yeni evinin manzarasını öve öve bitiremiyor. Kaptan zevk sahibi adamdır, beğeni ölçüleri vardır, estetik duygusu gelişkindir; Siirtlidir ama bizim gibi (“bizim” derken kendimi kastediyorum, yanlış anlaşılmasın) köylü de değildir yani. O övüyorsa demek ki harbiden güzel manzarası var evin. Velhasıl bu da bizim arkadaş grubu için imza etkinliğinin yanında bir başka “bahane” idi. (Belki de asıl “bahane.”) Yakın Kitabe...

'Kontrol'lü mü? 'Tiyatro' mu? 'Darbe' mi?

Belki biraz uzun bir yazı olacak, ama mevzu önemli ve doğru anlaşılması gerek... 15 Temmuz darbe girişiminin yıldönümünde bu alçakça girişimi kınayan birkaç tivit attım ve çok "ilginç" ve düşündürücü tepkiler aldım. Darbe girişiminin ilk saatlerinde ve izleyen günlerde de darbeye karşı demokrasiyi savunmanın "ilkesel" bir anlamı, değeri olduğuna dair görüşlerimi yazmış, paylaşmıştım. Darbeye karşı demokrasiyi savunmak, ideolojik, siyasi görüşlerimiz, tercihlerimiz ne olursa olsun, hepimiz için bir "ortak payda" anlamı taşır; en azından, naçizane, yıllardır nefesim, kalemim yettiğince böyle olması gerektiğini savunuyorum. "İyi darbe-kötü darbe"? Bunu önemsemem boşuna değil. Zira biliyorum ve biliyoruz ki, toplumda öteden beri "iyi darbe, kötü darbe" şeklinde bir kötü yaklaşım tarzı var. "Düşman" bellediğine "karşı" ise o "iyi" darbedir ve kendisine karşı ise, "kötü." Bu, sadece kötü değ...