Ana içeriğe atla

Zam, zulüm... Muhalefet

Etkili, muhalefetini meşru zeminde sokaklarda yürüten bir muhalefet olsaydı hükümet bu kadar acımasız zam politikası güdebilir miydi?

Son zamanlarda çok yineler oldum bunu; “Şu yaşıma geldim, böyle pahalılık görmedim.” Gerçekten de öyle. Öncesi bir yana, son üç yıldır hayatı çekilmez hale getiren, insanları bunaltan bir pahalılık var.

“Öncesi” ile birçok yönden kıyaslama yapılabilir ama naçizane kendi şartlarımdan hareketle benim kıyaslamam asgari ücretle ilgili. Bir zamanlar asgari ücretle kira ve faturalarını ödeyip kalan paranla da iyi kötü idare edebilirken şimdi sözüm ona peş peşe arttırılmış asgari ücretle neredeyse kiralayacak ev bile bulamazsınız. Çünkü asgari ücretle birlikte her şeye furya halinde fahiş zamlar geliyor.

Mevcut zamlara belki “alışacağız”, kendimizi ona göre düzenleyeceğiz ama fiyatlar yukarıya doğru her gün değişim halinde; “alışmak” ne mümkün? Misal, geçen hafta mahalle pazarında 20 Lira olan domates bu hafta 35 Lira ve haftaya ne olur, meçhul.

Son zam yağmuruyla beraber, sosyal medyada hayli zorlama espriler peydahlama modası var. Birinde, “Zamlar belimizi büktü, derhal erken seçime gidelim ve tekrar Tayyip’i seçelim” deniyordu. İnsan acı acı gülüyor. Bu tarz düşünenlerden bazıları hissiyatlarını daha açık ve doğrudan dile getiriyor ve “müstahak size!” demeye getiriyorlar. Sanki iktidar değişmiş olsa farklı bir durum yaşayacakmışız gibi.

Tam da orada duralım işte…

Çünkü iktidar değiştiğinde “Her şey çok güzel olacak” durumuna sıçrama yapacağımızdan pek de emin değilim.

Aslında bu tartışmayı yapmanın kendini tatmin etmekten gayrı bir anlamı ve yararı yok kimseye. Seçim (adı üzerinde, seçim) dilediği gibi sonuçlanmadı diye aynaya bakmak yerine seçmeni suçlamak huyundan vazgeçmeyen muhalif parti ve taraftarları, muhtemelen yerel seçimlere bir ay filan kalana değin kendi inandırıcılıklarını tartışılır kılmaktan başkaca bir şeye yaramayan bu totolojiyi sürdürecekler.

Bir an için gözlerimizi kapayıp düşünelim ki “reis” ve tabii hükümet düşmüş olsun, parlamentoda da muhalif partilerin çoğunluğu var. “Başkan Kemal Kılıçdaroğlu”, beş adet parti başkanı ve iki de belediye başkanını başkan yardımcısı olarak tayin etmiş. Bir tür başkanlık konseyi. Sonra da bakanlar ve “kritik” kamu kuruluşlarına atamalar. Mesela Ümit Özdağ İçişleri Bakanı olacakmış, öyle pazarlık yapmışlar Kemal Bey ile, MİT’i de alacaklarmış. (“Beterin beteri var” özdeyişini haklı çıkartacak türden bir kabus.) Sırf bu süreç, taşların yerine oturması ve bu bağlamdaki tartışmalar, herhalde bir yıl filan sürerdi; kimin görevi ne olacak, kim kimden daha önemli alanlara bakacak, kim memnun kim küskün vb. Gözlerimizi açalım şimdi; hala seçmene kızıyor musunuz?

Demem o ki insanlara umut veren, güven veren bir muhalefet yoktu ortada ve halen de yok. “Sana söz yine baharlar gelecek” derken birçok seçmen şu “yine”ye takılmıştı; hangi baharlar “yine” gelecek acaba? Kimsenin hafızasında yok ki öyle bir “bahar” Türkiye’si? Kış mı bahar mı derken çöl sıcakları bastırdı, o da ayrı bir konu…

Seneye Mart ayında yerel seçimler var ve sayın ana muhalefet partisinde sular bir türlü durulmuyor. Görünen köy kılavuz istemez denir. Burada “görünen köy”, gidişatın yerel seçimlerde de muhalefeti ağır bir yenilginin beklemesi oluyor.

Bu çapsız, omurgasız, ilkesiz, seçmenle, halkla istikrarlı bir ilişki ve iletişim kurmaktan aciz muhalefet, ülkenin demokrasi sorunlarının bir parçası gerçekten de. Bir başka ifadeyle Recep Tayyip Erdoğan ve AKP’nin “Bizden sonrası tufan” siyasetinin sorumlusu. 

“Lafa zam diye başladın, muhalefetle devam ediyorsun, sıcak başına mı geçti nedir? Sanki zamları muhalefet yapıyor!” diye söylenen olursa eğer… Sıcakla başım belada o ayrı, ama zam furyası ile muhalefet meselesi arasında ciddi bir ilişki var; az sabır, anlatıyorum işte.

12 Eylül öncesi solun sol olarak insanların dikkatinde olduğu zamanlarda, hükümet(ler) yine ekonomik sorunlarla ilgili en iyi bildikleri şeyi yapıyorlardı; her şeye zam ve sürekli yeni vergiler… Ama bu zam, zulüm düzenine karşı dinamik bir toplumsal muhalefet de vardı: On binlerce işçi grevdeydi mesela. Büyük mitingler, protesto gösterileri yapılıyordu. İzmir’de yurt sathında destek eylemleriyle karşılanan Tariş direnişi vardı. “Zam, zulüm, işkence. İşte faşizm!” ve “IMF’ye hayır!” sloganları hükümeti sarsıyordu… Süreç kendi doğal seyrinde gelişmeye devam etseydi, darbeyle kesintiye uğratılmasaydı, saflık demeyeceksiniz eğer, bence Türkiye kendi sorunlarını elbet çözer ve demokrasisini inşa etme yoluna girerdi…

Kafasına vura vura solun “etkisiz hale getirildiği” bir ülke nasıl olur sorusunun cevabını herhalde gayet iyi biliyoruz artık… 

Sözün özü: İktidar partisi kafasına göre takıldığı bir keyfiyetle hareket edebiliyorsa, ona bu cüreti veren, her biri diğerinden sağcı, milliyetçi, muhafazakar görünümündeki bu muhalefettir. Bunun başını çeken de, kızmaca yok, CHP’dir…

Etkili, halkın nabzını tutan, yeri geldiğinde muhalefetini meşru zeminde sokaklarda da yürüten, hadi soldan vazgeçtim, sahici bir sosyal demokrat muhalefet olsaydı hükümet bu kadar acımasız bir zam ve vergilendirme politikası güdebilir miydi? 

Hayal işte. Öyle bir sosyal demokrat muhalefet olsa, muhtemelen şimdi iktidarda olurdu zaten ve biz de ona karşı “daha fazla demokrasi, hak, hukuk, özgürlük” eleştirileri yapardık…

Neyse. CHP’de yeni bir “kaset” krizi var; ne idüğü belirsiz “değişim” nidalarına “ihanet” feryatları karıştı. Zamlara karşı insanların feryatlarına tercüman olmak filan diye çok da üstlerine varmamak lazım. Birbirleriyle çok meşguller. Sırası değil.

***

Bazı haberlere inanamazsınız. “Roni Margulies öldü” böyle bir haberdi. Ölümü yakıştıramadığınız insanlardandı. Anısına saygıyla…

Zaten

Nasıl kırık dökük,

yarım yamalak, eksik,

nasıl yamalı hayatlar

geçiyor gözlerimin önünden.

Bir zanaat mutsuzluk sanki:

Öğrenip bir önceki nesilden,

onyıllarca didiniyoruz

ve kuşkuya düşsek de bazen,

sanıyoruz ki

böyledir, iyidir,

ne olacak ki başka,

budur hayat zaten.

 Ya beceremiyoruz biz bu işi,

ya da becerecek bir şey yok zaten. –Roni Margulies



Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

"Murat öldü Cafer"

“Murat çok hasta” diye haber vermişti Fatma. İki gün geçmeden, olsun, yine de gideyim hastaneye, belki bir mucize olur diye düşünürken, “Murat öldü Cafer” haberi geldi bu kez... Önce “Murat çok hasta, hastanede” haberini aldım. Nesi var ki? Kanser... “Ne kanseri?” bile diyemedim. Alacağım cevaptan korktum. En kötüsü olmasından.  En kötüsüymüş... Hangi hastanede? Geleyim, göreyim, moral olur, iyi gelir belki, ne bileyim. “Gelsen de göremezsin ki. Yoğun bakımda. Entübe edildi. Belki bir mucize olur diye bekliyoruz işte.” Bir mucize olur belki. Bir mucize olsa. Bir mucize olsun... Daha çok genç yahu! Ölecek değil ya!  Öldü... “Murat çok hasta” diye haber vermişti Fatma. İki gün geçmeden, olsun, yine de gideyim hastaneye, belki bir mucize olur diye düşünürken, “Murat öldü Cafer” haberi geldi bu kez... İnsan evladı tuhaf bir varlık. Telefon ekranındaki “Murat öldü Cafer” mesajına bir süre bakakaldım öylece. Nasıl olduysa, bir üzüntü emojisi ile yanıt vermeyi akıl edebildim. Bir şey...

İlla da İzmir...

 Hep siyasi gündemin iç karartıcı sorunlarına dair yazacak, konuşacak değiliz ya... Dedim ve İzmir’deki imza buluşmasını paylaşayım sizinle istedim. Buyurun: Geçtiğimiz 16 Aralık cumartesi günü İzmir’de imza günüm vardı, Yakın Kitabevinde. Ne zamandır İzmir’e gitmek için “bahane” lazımdı; bundan âlâ bahane mi olur :) Fakat bir şanssızlıktır tuttu yakamdan ve bir türlü bırakmadı. Bakın nasıl... İzmir’de aile çevremden insanların yanı sıra birçok da arkadaşım var. Bir arkadaşım da yeni eve taşındı ve bizim “Kaptan” Mithat ayda birkaç kez gidiyor İzmir’e ve dönüşte Erhan’ın yeni evinin manzarasını öve öve bitiremiyor. Kaptan zevk sahibi adamdır, beğeni ölçüleri vardır, estetik duygusu gelişkindir; Siirtlidir ama bizim gibi (“bizim” derken kendimi kastediyorum, yanlış anlaşılmasın) köylü de değildir yani. O övüyorsa demek ki harbiden güzel manzarası var evin. Velhasıl bu da bizim arkadaş grubu için imza etkinliğinin yanında bir başka “bahane” idi. (Belki de asıl “bahane.”) Yakın Kitabe...

'Kontrol'lü mü? 'Tiyatro' mu? 'Darbe' mi?

Belki biraz uzun bir yazı olacak, ama mevzu önemli ve doğru anlaşılması gerek... 15 Temmuz darbe girişiminin yıldönümünde bu alçakça girişimi kınayan birkaç tivit attım ve çok "ilginç" ve düşündürücü tepkiler aldım. Darbe girişiminin ilk saatlerinde ve izleyen günlerde de darbeye karşı demokrasiyi savunmanın "ilkesel" bir anlamı, değeri olduğuna dair görüşlerimi yazmış, paylaşmıştım. Darbeye karşı demokrasiyi savunmak, ideolojik, siyasi görüşlerimiz, tercihlerimiz ne olursa olsun, hepimiz için bir "ortak payda" anlamı taşır; en azından, naçizane, yıllardır nefesim, kalemim yettiğince böyle olması gerektiğini savunuyorum. "İyi darbe-kötü darbe"? Bunu önemsemem boşuna değil. Zira biliyorum ve biliyoruz ki, toplumda öteden beri "iyi darbe, kötü darbe" şeklinde bir kötü yaklaşım tarzı var. "Düşman" bellediğine "karşı" ise o "iyi" darbedir ve kendisine karşı ise, "kötü." Bu, sadece kötü değ...