Ana içeriğe atla

Jar û Diyar, Dersim...

 “Bakma böyle konuştuğuma, ne olursa olsun, nerede olursak olalım, Dersim bize Jar û Diyar’dır.”

“Biz görmedik… Sizler ve sizlerin çocukları görürse, ruhumuz şad olur, arkada kalan yaşlı gözlerimiz sevinçle ışıldar… Dünya yüz çevirdiği iyiliklere döner yüzünü; savaşlar, haksızlık ve adaletsizlikler son bulur… Gönüller bir ve yurdumuzun geleceği aydınlık olur… Her köşesi kan ve dua ile anılan ziyaretler diyarı Dersim, Düzgün Baba’nın, Munzur Baba’nın, Sultan Hıdır’ın iyilik, güzellik, doğruluk, dürüstlük, temiz ahlak telkin eden yolunda küskün kaderiyle barışır, kendi gerçeğiyle değer bulur ve Pepuq Kuşu bir başka ağlamaya başlar efsanelerimizde…” -Seyit Hasan

Yukarıdaki sözler, Kureyşan pirlerinden dedem Seyit Hasan’ın kıymetini yıllar sonra idrak ettiğim konuşmalarından biri. Yaklaşık olarak, yani aklımda kaldığınca. Kafasından çıkardığını hiç görmediğim kocaman sarıklı, gözlüklü, uzun, beyaz sakallı, “rüyamda nur yüzlü bir ihtiyar gördüm” denir ya, öyle temiz, nur yüzlü, heybetli ve bilge bir adamdı. Uzun boylu, yapılı biriydi.

Heybetli görünümünü tamamlayan yaz kış üzerinden çıkarmadığı kalın bir palto giyerdi hep. Sanırım Erzincan’daki Rus işgali zamanından kalma bir Rus kaputu idi. Dedem, 1916’da Seyit Rıza ile birlikte Erzincan’a kadar gelen Rus ordusunun işgaline karşı savaşan Dersimlilerden biriydi. 1937-38 Dersim kırımı yıllarında, devlet 1940’lı yıllarda af ilan edinceye değin dağdan inmemişti. Uzun sakallarının ardındaki boynunda 38’den kalma bir mavzer mermisi taşıyordu… 

Yumuşak, kısık bir sesle Kirmançki, Türkçe karıştırarak çevresine her toplaştığımızda bize iyilik, doğruluk, dürüstlük telkin eden konuşmalar yapardı. Çocukluk işte; biz onun bu bilgece nasihatlerinden çok yıllarca dağlarda nasıl yaşadığıyla, nasıl savaştığıyla, o merminin boynuna nasıl isabet ettiğiyle ilgiliydik. 38’in lafı her açıldığında gözleri dolardı babam gibi. Acıyla ve feryat edercesine, susardı…

Büyüklerimiz bize asla herhangi bir kişi veya kesime karşı düşmanlık, kin, nefret telkin etmediler. Yaşadıkları onca acıya rağmen. Muratları da, özlemleri, hasretleri de hep iyiliğe, doğruluğa ve barışa dairdi. Hasretlerini bize devredip terk-i diyar ettiler ve ne acıdır ki, o hasret kuşaktan kuşağa devretmeye devam ediyor…

“Biz Eleviyik oğlum, aslımızı inkar edemeyiz”

Kimliğimize, inancımıza, değerlerimize sahiplik etmeyi de onlardan öğrendik. Gururumuz, kıvancımızdırlar. Hâlâ her konuştuğumuzda, hele ki haberlere konu olan bir “olay” da olmuşsa, bana sıkı sıkı “Aman oğlum, olaylara karışmayasın” diye tembihleyen, devletten uzak durmamı isteyen anam, söz konusu Alevilik olunca, “Biz Eleviyik oğlum, aslımızı inkar edemeyiz” demekten geri durmaz.

Dersimli, Alevi, Kürt olmak ne denli çileli bir şey ise bu topraklarda, insanlık değerleri adına yaşamaya, sahiplenmeye ve savunmaya dair bir sınav alanı da olmuştur bize hayatın. Büyüklerimiz bize iyilik, doğruluk, dürüstlük telkin ederken, başkalarına karşı varlığını, değerlerini, kimliğini hep savunmak zorunda kalmanın sınavı bu… Çile dediğim de, sınav dediğim de bu…

Boynumuz bükülmesin, başımız yere eğilmesin, büyüklerimizi utandırmayalım, yaşamak boynumuzda asılı bir pranga olmasın, kimsenin efendisi de uşağı, yavşağı, esiri de olmayalım diye…

Jar û diyar…

Besima Ninemin duaları, bedduaları hep aklımdadır. Hızır’a zalimlerin ocağını söndürsün diye yakarır, Haq, Muhammed, Ali, Hüseyin ve Hızır’dan kapımızdan kötülükleri uzak tutmasını, insanları iyilik, doğruluk yolundan ayırmamasını dilerdi… “Ya Haq… Ya Mıhemmed… Ya Ali… Ya Useyn e Kerbelay… Ya Xizir… Ya Tija homete… Ma ra stê qusıri meke… Şêrri wertê mara tever ke!”

“Torunlarım içerden çıkmayana kadar ölmeyeceğim” dermiş çilekeş, fedakar ninem. Adeta öleceği zamanı seçti. Köye gitti son nefesini vermeye. Köyümüzün 1994’te tekrar yakıldığını ve hâlâ daha yerleşime kapalı “yasak bölge” olduğunu görmediğine şükrediyorum. Çok canı yanardı…

Yaz, kış her fırsat bulduğumda Dersim’e giderim, nefes almaya. Pandemiden önceki yıldı. Almancıları bol olan bir köyde (Kurmeş), Almanya’dan köyüne gelmiş yaşlıca bir hemşehrimle sohbet etmiştik. Dersim’in halinden, gidişatından yakınmıştı uzun uzun. Onun bu sözleri üzerine içimden, “Almanya’ya yerleşmiş memleketinden kopmuş, soğumuş” diye düşündüm. İçimden geçenleri anlamışçasına birden durdu ve “Ama” dedi, “bakma böyle konuştuğuma, ne olursa olsun, nerede olursak olalım, Dersim bize Jar û Diyar’dır.”

Bir süre “Jar û Diyar” (Ziyaretler Diyarı) Dersim’de olacağım. Yok; davam, duruşmam filan olduğundan değil. Nefes almaya. Soluklanmaya. Arınmaya. İkrar vermeye…

18 Ağustos 2023

https://platform24.org/jar-diyar-dersim/ 

Kapak Görseli: Seyit Hasan ve Besima Nine (Cafer Solgun Aile Arşivi) 



Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

"Murat öldü Cafer"

“Murat çok hasta” diye haber vermişti Fatma. İki gün geçmeden, olsun, yine de gideyim hastaneye, belki bir mucize olur diye düşünürken, “Murat öldü Cafer” haberi geldi bu kez... Önce “Murat çok hasta, hastanede” haberini aldım. Nesi var ki? Kanser... “Ne kanseri?” bile diyemedim. Alacağım cevaptan korktum. En kötüsü olmasından.  En kötüsüymüş... Hangi hastanede? Geleyim, göreyim, moral olur, iyi gelir belki, ne bileyim. “Gelsen de göremezsin ki. Yoğun bakımda. Entübe edildi. Belki bir mucize olur diye bekliyoruz işte.” Bir mucize olur belki. Bir mucize olsa. Bir mucize olsun... Daha çok genç yahu! Ölecek değil ya!  Öldü... “Murat çok hasta” diye haber vermişti Fatma. İki gün geçmeden, olsun, yine de gideyim hastaneye, belki bir mucize olur diye düşünürken, “Murat öldü Cafer” haberi geldi bu kez... İnsan evladı tuhaf bir varlık. Telefon ekranındaki “Murat öldü Cafer” mesajına bir süre bakakaldım öylece. Nasıl olduysa, bir üzüntü emojisi ile yanıt vermeyi akıl edebildim. Bir şey...

İlla da İzmir...

 Hep siyasi gündemin iç karartıcı sorunlarına dair yazacak, konuşacak değiliz ya... Dedim ve İzmir’deki imza buluşmasını paylaşayım sizinle istedim. Buyurun: Geçtiğimiz 16 Aralık cumartesi günü İzmir’de imza günüm vardı, Yakın Kitabevinde. Ne zamandır İzmir’e gitmek için “bahane” lazımdı; bundan âlâ bahane mi olur :) Fakat bir şanssızlıktır tuttu yakamdan ve bir türlü bırakmadı. Bakın nasıl... İzmir’de aile çevremden insanların yanı sıra birçok da arkadaşım var. Bir arkadaşım da yeni eve taşındı ve bizim “Kaptan” Mithat ayda birkaç kez gidiyor İzmir’e ve dönüşte Erhan’ın yeni evinin manzarasını öve öve bitiremiyor. Kaptan zevk sahibi adamdır, beğeni ölçüleri vardır, estetik duygusu gelişkindir; Siirtlidir ama bizim gibi (“bizim” derken kendimi kastediyorum, yanlış anlaşılmasın) köylü de değildir yani. O övüyorsa demek ki harbiden güzel manzarası var evin. Velhasıl bu da bizim arkadaş grubu için imza etkinliğinin yanında bir başka “bahane” idi. (Belki de asıl “bahane.”) Yakın Kitabe...

'Kontrol'lü mü? 'Tiyatro' mu? 'Darbe' mi?

Belki biraz uzun bir yazı olacak, ama mevzu önemli ve doğru anlaşılması gerek... 15 Temmuz darbe girişiminin yıldönümünde bu alçakça girişimi kınayan birkaç tivit attım ve çok "ilginç" ve düşündürücü tepkiler aldım. Darbe girişiminin ilk saatlerinde ve izleyen günlerde de darbeye karşı demokrasiyi savunmanın "ilkesel" bir anlamı, değeri olduğuna dair görüşlerimi yazmış, paylaşmıştım. Darbeye karşı demokrasiyi savunmak, ideolojik, siyasi görüşlerimiz, tercihlerimiz ne olursa olsun, hepimiz için bir "ortak payda" anlamı taşır; en azından, naçizane, yıllardır nefesim, kalemim yettiğince böyle olması gerektiğini savunuyorum. "İyi darbe-kötü darbe"? Bunu önemsemem boşuna değil. Zira biliyorum ve biliyoruz ki, toplumda öteden beri "iyi darbe, kötü darbe" şeklinde bir kötü yaklaşım tarzı var. "Düşman" bellediğine "karşı" ise o "iyi" darbedir ve kendisine karşı ise, "kötü." Bu, sadece kötü değ...