Ana içeriğe atla

İlk yüzyılın hayrını görmedik...

Zübeyde Hanım’ın rölyefi önünde bu gösteriyi yapan papyonlu Şengör Bey, çalıştığı üniversitede tacizci olarak adı çıkmış biri aynı zamanda.

Yüzüncü yıl kutlamaları ve beraberindeki heyecanlı tartışmalar geride kaldığına göre daha sahici bir yüzüncü yıl değerlendirmesi yapabiliriz herhalde.

Tartışmalar derken, tarafları vardı tabii ki. Aslında herkes Kemalist değilse bile Atatürkçü. En “Atatürk karşıtı” diye adları çıkmış olanlar dahi, “imana” geldiler ve Atatürkçü oldular nihayetinde. Görüntüleri bu. Bazen polemiklerde “Atatürk sağ olsa sizi sopayla kovalardı” filan diyorlar. İslamcı çevreleri kast ediyorum. En azından iktidar olanlarını. Tabii “oldum” demekle olunmuyor, samimiyetiniz sorgulanıyor mesela. Yaptığınız açıklamalarda, konuşmalarınızda kaç kez “Atatürk” demişsiniz, sayılıyor. Demiş olmanız da yetmez, “takiyye” yapıyor olabilirsiniz çünkü.

Buna karşılık Kemalist, Atatürkçü çevreler de kendi içinde hayli “parçalı” haldeler. Bazıları, yıllarca İslamcı cereyanlara karşı “Atatürk cumhuriyeti elden gidiyor! Şeriat geldi, geliyor!” şeklinde feveran ettiklerini, AKP’ye karşı militanca muhalefet yürüttüklerini unutup iktidar partisine iltihak ettiler. (İltihakın ardından ilk işleri sosyal medya temizliği yapmak oldu tabii. Zor iş.) Ballı vekil maaşları, imtiyazlı elçilik vazifeleri, süper lüks arabalar, bildiğimiz bilmediğimiz dünya ve iktidar nimetleri galebe çalınca saf değiştirmek konusunda nazlanmadılar bile. Gerçi Perinçek’ten ilhamla yüksek sesle “milli” duruş sergilediklerini söylüyorlar. İçlerinden veya kısık sesle ne diyorlardır, bilemem…

Halen en öz Kemalist, en has Atatürkçü olmak iddiasını sürdürenlerin çekim merkezi ise, malum, CHP. Mayıs 2023 seçimlerinden sonra insana şaşkınlıkla “nasıl yani?” dedirten “Kazanamadık, ama kaybetmedik de” formülüyle durumu kurtarmaya çalışsalar da, parti içindeki gruplaşmalar olanca keskinliğiyle açığa çıktı. Kurultaydan ne sonuç çıkarsa çıksın, bu hizip ve gruplaşmalar görünür gelecekte dağılacak gibi de görünmüyor. Tarafların birbirlerini eleştirdikleri, suçladıkları konular arasında, yeterince Atatürkçülük yaptık, yapmadık polemikleri de var. Kurultay performanslarının esasını bu mevzunun oluşturacağı bugünden belli.

Gazze’deki katliam nedeniyle bazı devlet törenleri, Saray’daki 29 Ekim resepsiyonu iptal edilince CHP’li belediyeler, “o gün bugündür” diyerek seferber oldular; hem üç beş ay sonra seçim var. Günler öncesinden İstanbul’un CHP’li belediyelerinden çok sayıda konser ve “fener alayı” çağrıları içeren duyuru SMS’leri düştü yarım akıllı telefonuma. (Laf aramızda çocukluğumdan beri merak ederim, nedir bu “fener alayı”, ne oluyor, ne yapılıyor, bilmiyorum.) Gazetelerin yazdığına göre Anıtkabir’e de yine “rekor” ziyaretçi akını olmuş (sahi, rekor hangi yılda?).

Ama bu “cumhuriyet coşkusu” haberleri arasında bir fotoğraf ve beraberinde bir video dikkatimi çekti sosyal medyada. Fotoğrafta, Celal Şengör isimli bir muhterem Atatürk aşığı T.C. vatandaşının Mustafa Kemal’in annesi Zübeyde Hanımı resmeden bir rölyefin önünde diz çöktüğü görülüyor. Videoda ise, ayağa kalkmış, hazırola geçmiş, ağlamaklı gözleri Zübeyde Hanım rölyefinde, “Kıymetli oğlunun bir askeri olarak karşındayım” diye başlayan bir konuşma yapıyor. Konuşmasının devamında minnet ve şükran duygularını ifade ediyor…

Bilen bilir, yazılarımda polemik yapmak, istisnalar dışında tercih ettiğim bir tarz değildir. Celal Şengör, istisnalarımdan biri. Kendisi 12 Eylül ve Kenan Evren sevdalısı. 12 Eylül cezaevlerindeki işkenceler için, “Bunlar mı işkence? Hadi canım sen de!” düşüncesinde olan, hatta Diyarbakır Cezaevinde mahpuslara b.k yedirilmesiyle ilgili, “Bu işkence değil ki! B.k yemek gayet sağlıklı bir şey, ben yedim” diyen biri. Jeoloji profesörü olmasına karşın jeolojiden çok, “çok koyu Kemalistim ben” dediği konuşmalarıyla gündeme geliyor. Bildiğim kadarıyla ateist. Ama heykel ve rölyeflerle hasbihal ettiğine göre gayet metafizik değer yargıları da var. Bir de Mustafa Kemal’in askeri. Sahici askerlik de yapmış mıdır her Türk genci gibi, bilmiyorum.

Zübeyde Hanım’ın rölyefi önünde bu gösteriyi yapan papyonlu Şengör Bey, çalıştığı üniversitede tacizci olarak adı çıkmış biri aynı zamanda. Nitekim İzmir’deki cumhuriyet kutlamalarına davet edilmişken orada kadınların protestosuyla karşılaşmış (Bravo!). Öyle görünüyor ki “En koyu Kemalist benim!” demenin yeterli olmayacağı düşüncesiyle kameralar önünde heykellerle, rölyeflerle konuşmanın tepkileri yatıştıracağını hesaplamış. Anladığım kadarıyla iyice çuvallamış ama.

Sözcü gazetesinin 29 Ekim günkü birinci sayfasını boydan boya kaplayan “Aşığım sana” başlıklı şiirini görmüş müdür? O şiirden ilhamla kariyerinde “şiir yazan şair” merhalesine sıçrama yapabilir pekala. Bence, “Bıraktığın eserler tarumar/Alev alev yanıyor ormanlar/Kıymetini bilmiyor hainler/Kalpsiz nankörler, aşığım sana” dizelerinden daha iyisini yazabilir. Var o potansiyeli. O kadar okumuş, yazmış, yemiş…

Velhasıl yurt sathında coşkulu kutlamalar, kutlama tartışmaları, mesajlar, nutuklar, heykel, rölyef, Anıtkabir ziyaretleri filan hepsi geride kaldı. Birinci yüzyılın sorunlarıyla ikinci yüzyılına girdik cumhuriyetin. Demokrasiyle taçlandırabilseydik iyiydi diyeceğim ya, Sırrı Sakık ve meclisteki Hedep’lilerin maruz kaldığı hakaretlerin yönünün durduk yere bana da dönmesi ihtimali var. Devlet Bahçeli de kükreyebilir kürsüden; “Biz Türkçe biliyoruz, sen Kürtçe biliyor musun bakalım?” Neyse ki biliyorum Kurmanci de Kirmançki de, idare eder yani. (Sorani bilmediğim aramızda kalsın ama.)

Aslında Öteki Cumhuriyet adıyla bir kitap çalışmam var, 29 Ekim’e yetiştirebilsem ve basılsaydı, iyi olurdu. Yetiştiremedim. Tembellikten değil de, resmi ideoloji cumhuriyetinin “öteki” gerçeklerini belgeleri, kanıtlarıyla yazmak epey meşakkatli, devasa bir iş olduğundan. Seneye kaldı. Benden duymuş olun.

İlk yüzyılın hayrını göremedik pek, önümüze bakacağız artık mecbur.

3 Kasım 2023

https://platform24.org/ilk-yuzyilin-hayrini-gormedik/



Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

"Murat öldü Cafer"

“Murat çok hasta” diye haber vermişti Fatma. İki gün geçmeden, olsun, yine de gideyim hastaneye, belki bir mucize olur diye düşünürken, “Murat öldü Cafer” haberi geldi bu kez... Önce “Murat çok hasta, hastanede” haberini aldım. Nesi var ki? Kanser... “Ne kanseri?” bile diyemedim. Alacağım cevaptan korktum. En kötüsü olmasından.  En kötüsüymüş... Hangi hastanede? Geleyim, göreyim, moral olur, iyi gelir belki, ne bileyim. “Gelsen de göremezsin ki. Yoğun bakımda. Entübe edildi. Belki bir mucize olur diye bekliyoruz işte.” Bir mucize olur belki. Bir mucize olsa. Bir mucize olsun... Daha çok genç yahu! Ölecek değil ya!  Öldü... “Murat çok hasta” diye haber vermişti Fatma. İki gün geçmeden, olsun, yine de gideyim hastaneye, belki bir mucize olur diye düşünürken, “Murat öldü Cafer” haberi geldi bu kez... İnsan evladı tuhaf bir varlık. Telefon ekranındaki “Murat öldü Cafer” mesajına bir süre bakakaldım öylece. Nasıl olduysa, bir üzüntü emojisi ile yanıt vermeyi akıl edebildim. Bir şey...

İlla da İzmir...

 Hep siyasi gündemin iç karartıcı sorunlarına dair yazacak, konuşacak değiliz ya... Dedim ve İzmir’deki imza buluşmasını paylaşayım sizinle istedim. Buyurun: Geçtiğimiz 16 Aralık cumartesi günü İzmir’de imza günüm vardı, Yakın Kitabevinde. Ne zamandır İzmir’e gitmek için “bahane” lazımdı; bundan âlâ bahane mi olur :) Fakat bir şanssızlıktır tuttu yakamdan ve bir türlü bırakmadı. Bakın nasıl... İzmir’de aile çevremden insanların yanı sıra birçok da arkadaşım var. Bir arkadaşım da yeni eve taşındı ve bizim “Kaptan” Mithat ayda birkaç kez gidiyor İzmir’e ve dönüşte Erhan’ın yeni evinin manzarasını öve öve bitiremiyor. Kaptan zevk sahibi adamdır, beğeni ölçüleri vardır, estetik duygusu gelişkindir; Siirtlidir ama bizim gibi (“bizim” derken kendimi kastediyorum, yanlış anlaşılmasın) köylü de değildir yani. O övüyorsa demek ki harbiden güzel manzarası var evin. Velhasıl bu da bizim arkadaş grubu için imza etkinliğinin yanında bir başka “bahane” idi. (Belki de asıl “bahane.”) Yakın Kitabe...

'Kontrol'lü mü? 'Tiyatro' mu? 'Darbe' mi?

Belki biraz uzun bir yazı olacak, ama mevzu önemli ve doğru anlaşılması gerek... 15 Temmuz darbe girişiminin yıldönümünde bu alçakça girişimi kınayan birkaç tivit attım ve çok "ilginç" ve düşündürücü tepkiler aldım. Darbe girişiminin ilk saatlerinde ve izleyen günlerde de darbeye karşı demokrasiyi savunmanın "ilkesel" bir anlamı, değeri olduğuna dair görüşlerimi yazmış, paylaşmıştım. Darbeye karşı demokrasiyi savunmak, ideolojik, siyasi görüşlerimiz, tercihlerimiz ne olursa olsun, hepimiz için bir "ortak payda" anlamı taşır; en azından, naçizane, yıllardır nefesim, kalemim yettiğince böyle olması gerektiğini savunuyorum. "İyi darbe-kötü darbe"? Bunu önemsemem boşuna değil. Zira biliyorum ve biliyoruz ki, toplumda öteden beri "iyi darbe, kötü darbe" şeklinde bir kötü yaklaşım tarzı var. "Düşman" bellediğine "karşı" ise o "iyi" darbedir ve kendisine karşı ise, "kötü." Bu, sadece kötü değ...