Ana içeriğe atla

O gün Vartinis'te kıyamet koptu, ama...

İnsan onur ve haysiyetine sahip çıkmak, adalet ve hakikati savunmak bir “zaman” değil insan olmak sorunudur…

Geçtiğimiz 5 Aralık günü, Kırıkkale 1’inci Ağır Ceza Mahkemesi, Muş’un Korkut ilçesine bağlı Vartinis (Altınova) beldesinde 3 Ekim 1993 günü evlerinde askerler tarafından yakılarak öldürülen Öğüt ailesiyle ilgili davada “zaman aşımı”kararı verdi, dava düşürüldü…

Yakılan evde biri ailenin babası Nasır Öğüt, anne Eşref Öğüt ve en küçüğü 3 en büyüğü 12 yaşında ailenin yedi çocuğu, Sevim, Sevda, Mehmet Şakir, Mehmet Şirin, Aycan, Cihan, Cinal Öğüt korkunç bir şekilde can verdiler…

Aileden sağ kalan tek kişi o anda evde olmayan Aysel Öğüt idi ve Aysel Öğüt o gün bugündür katledilen ailesi için adalet arıyor…

Aslında “normal” şartlarda hızla sonuçlandırılabilecek bir dava idi söz konusu olan. Sanıklar belliydi; askerler. Tanık ve mağdurlar da belliydi: Feryat ederek katliamı “izlemek” durumunda kalan köylüler, katliamdan tesadüfen kurtulan Aysel Öğüt… Ancak o zamanlar bölgede önüne gelene “terör örgütü üyesi”, olmadı “terör yardım yatakçısı” suçlamalarıyla fahiş cezalar yağdıran Diyarbakır Devlet Güvenlik Mahkemesi olayla ilgili dosyayı yıllarca bekletti. Olayın vahametini dikkate alma gereği duymadığı için doğru dürüst bir soruşturma yürütmeyen savcılık, sonuçta mahkemeden görevsizlik kararı vermesini talep etti ve mahkeme de olayla ilgili “faillerin belli olmadığına” hükmederek dosyayı kapattı…

2003 yılında Avrupa Birliği’ne uyum süreciyle ilgili yeni düzenlemeler yapıldı. Bu tür adalet bekleyen kapatılmış davaların yeniden görülmesi için “iyimser” bir hava doğdu. Aysel Öğüt ümitle tekrar suç duyurusunda bulundu. Başsavcılık, olayda adı geçen kişilerin “asker” olmaları nedeniyle dosyayı Elazığ 8. Kolordu Komutanlığı Askeri Savcılığına yolladı. Vartinis katliamı dosyası bu kez de askeri savcılık raflarında tozlanmaya terk edildi…

Yedi yılın ardından Öğüt ailesinin avukatları yeniden harekete geçti. Askerlerin yargılanma usulleriyle ilgili yeni düzenlemeleri de dikkate alan Muş Cumhuriyet Başsavcılığı soruşturma dosyasını tekrar gündemine aldı. Dönemin Hasköy İlçe Jandarma Komutanı Yüzbaşı Bülent Karaoğlu, Hasköy İlçe Jandarma Bölük Komutanı Üsteğmen Hanefi Akyıldız ve bu kişilerin emri altındaki askerler, Muş Emniyet Müdürlüğü Özel Harekat Şube Müdürü Şerafettin Uz, Gökyazı Karakol Komutanı Başçavuş Turhan Nurdoğan hakkında “kasten ev yakmak suretiyle birden çok kişinin ölümüne sebebiyet vermek” suçundan dava açıldı.

Ne tür bir “güvenlik” sorunu olduğu anlaşılmamakla beraber, dava bu gerekçeyle Kırıkkale Ağır Ceza Mahkemesinde görüldü ve 2016 yılında mahkeme, delil yetersizliği nedeniyle sanıklar hakkında beraat kararı verdi. Ancak Öğüt ailesinin itirazı sonucu, beş yıl Yargıtay’da bekleyen dosya ile ilgili Yargıtay ilgili dairesi, Yüzbaşı Bülent Karaoğlu yönünden yerel mahkemenin beraat kararını bozdu ve Karaoğlu’nun “köyün yakılmasını emreden kişi” olduğunu tespit etti. Diğer şüpheliler hakkındaki beraat kararını ise onayladı. Dava, 21 Eylül 2021 günü Kırıkkale 1. Ağır Ceza Mahkemesinde yeniden görülmeye başlandı. Bir numaralı sanık Bülent Karaoğlu hakkında nihayet tutuklama kararı verildi. Ancak Karaoğlu ne hikmetse yer yarılıp içine girmişti adeta ve bulunamadı…

Fakat aslında ne yer yarılmış ve ne de Karaoğlu yerin dibine girmişti. Aksine, hakkında yakalama, tutuklama kararı olmasına karşın, zaman aşımı kararından önceki duruşmada Karaoğlu’nun emekli maaşını düzenli biçimde bankadan çektiği, yani olağan yaşamını sürdürdüğü anlaşılmıştı (2 Kasım 2023).

Neticede 30 yıllık zaman aşımı süresi dosya oradan oraya sürüklenerek geçirildi ve zaman aşımına uğradığı gerekçesiyle, düşürüldü. Malum, son birkaç yıl içinde JİTEM davaları da aynı gerekçeyle peş peşe kapatılmıştı…

Bu tabloyu şunun için özetledim: Olayın yegane sanığı Bülent Karaoğlu o köyü tek başına basmadı… Görev yaptığı ilin siyasi, sivil ve askeri hiyerarşisinin insanlığa karşı işlenmiş bu suçla ilgili bilgi veya onayının olmaması, düşünülemez… Yaşanan sürecin “düşük yoğunluklu savaş” olduğunu söyleyen Genelkurmay ile “tak-şak” ilişkisi içindeki dönemin siyasi iktidarının sorumluluğunu gözardı etmek de mümkün değildir… Sivil ve askeri savcılar, mahkemeler, yargıçlar da bu “katliamı ört bas etme” ve “cezasızlık” ile sonuçlandırma sürecinde kendi rollerini oynamışlardır… Dönemin gazeteleri de kendi rollerini, katliamı “Terör örgütüyle çatışma: 9 terörist ölü olarak ele geçirildi” şeklinde “haber” vererek oynamışlardır… Nereden baksanız, katliamın doğrudan ve dolaylı suç ortakları hayli çeşitlidir…

Davadan geriye Aysel Öğüt’ün “Bu devlete hakkımı helal etmiyorum!” feryadı kaldı. Var mıdır onun feryadına cevap verecek yüreği olan bir devlet yetkilisi?

Bir Latin atasözünde “Cennet yıkılsa, gökyüzü düşse, kıyamet kopsa da bırakın adalet yerini bulsun” (Fiat justitia ruat caelum) denir.

Vartinis’de o gün kıyamet koptu ama adalet hala yerini bulmadı…

***

Vartinis katliamı gerçekleştiğinde, Muş E Tipi Cezaevindeydim. Van’dan birkaç ay olmuştu Muş’a sürgün geleli. Ailesi Muş ve çevresinde oturan arkadaşların ailelerinin “dışarıdan” getirdikleri haberler içinde en çok dillendirilen, “Koruculuğu kabul etmezseniz köyünüzü yakacağız diyor askerler” türü haberlerdi. Çaresizlik…

O yıllarda binlerce köyü yaktılar. Vartinis’te bir aileyi katledecek, aynı günlerde Lice’yi yerle bir edecek (21 Ekim), bu vahşete onay vermeyen kendi askerlerini de öldürmekten çekinmeyecek (Eşref Bitlis, Bahattin Aydın, Rıdvan Özden…) kadar “rutin dışına” çıkmışlardı ve sözüm ona memleketi “kurtarıyorlardı”…

İnsan onur ve haysiyetine sahip çıkmak, adalet ve hakikati savunmak bir “zaman” değil insan olmak sorunudur…

Vartinis’de yakılarak öldürülen insanların, çocukların feryadı olmayacaksak niye kendimize insan diyoruz ki?

“Eğer sen başkalarının ızdırabından, derdinden, gamından habersizsen, seni insan olarak adlandırmak doğru olmaz.” (Sadi Şirazî)

8 Aralık 2023

https://platform24.org/o-gun-vartiniste-kiyamet-koptu-ama/



Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

"Murat öldü Cafer"

“Murat çok hasta” diye haber vermişti Fatma. İki gün geçmeden, olsun, yine de gideyim hastaneye, belki bir mucize olur diye düşünürken, “Murat öldü Cafer” haberi geldi bu kez... Önce “Murat çok hasta, hastanede” haberini aldım. Nesi var ki? Kanser... “Ne kanseri?” bile diyemedim. Alacağım cevaptan korktum. En kötüsü olmasından.  En kötüsüymüş... Hangi hastanede? Geleyim, göreyim, moral olur, iyi gelir belki, ne bileyim. “Gelsen de göremezsin ki. Yoğun bakımda. Entübe edildi. Belki bir mucize olur diye bekliyoruz işte.” Bir mucize olur belki. Bir mucize olsa. Bir mucize olsun... Daha çok genç yahu! Ölecek değil ya!  Öldü... “Murat çok hasta” diye haber vermişti Fatma. İki gün geçmeden, olsun, yine de gideyim hastaneye, belki bir mucize olur diye düşünürken, “Murat öldü Cafer” haberi geldi bu kez... İnsan evladı tuhaf bir varlık. Telefon ekranındaki “Murat öldü Cafer” mesajına bir süre bakakaldım öylece. Nasıl olduysa, bir üzüntü emojisi ile yanıt vermeyi akıl edebildim. Bir şey...

İlla da İzmir...

 Hep siyasi gündemin iç karartıcı sorunlarına dair yazacak, konuşacak değiliz ya... Dedim ve İzmir’deki imza buluşmasını paylaşayım sizinle istedim. Buyurun: Geçtiğimiz 16 Aralık cumartesi günü İzmir’de imza günüm vardı, Yakın Kitabevinde. Ne zamandır İzmir’e gitmek için “bahane” lazımdı; bundan âlâ bahane mi olur :) Fakat bir şanssızlıktır tuttu yakamdan ve bir türlü bırakmadı. Bakın nasıl... İzmir’de aile çevremden insanların yanı sıra birçok da arkadaşım var. Bir arkadaşım da yeni eve taşındı ve bizim “Kaptan” Mithat ayda birkaç kez gidiyor İzmir’e ve dönüşte Erhan’ın yeni evinin manzarasını öve öve bitiremiyor. Kaptan zevk sahibi adamdır, beğeni ölçüleri vardır, estetik duygusu gelişkindir; Siirtlidir ama bizim gibi (“bizim” derken kendimi kastediyorum, yanlış anlaşılmasın) köylü de değildir yani. O övüyorsa demek ki harbiden güzel manzarası var evin. Velhasıl bu da bizim arkadaş grubu için imza etkinliğinin yanında bir başka “bahane” idi. (Belki de asıl “bahane.”) Yakın Kitabe...

'Kontrol'lü mü? 'Tiyatro' mu? 'Darbe' mi?

Belki biraz uzun bir yazı olacak, ama mevzu önemli ve doğru anlaşılması gerek... 15 Temmuz darbe girişiminin yıldönümünde bu alçakça girişimi kınayan birkaç tivit attım ve çok "ilginç" ve düşündürücü tepkiler aldım. Darbe girişiminin ilk saatlerinde ve izleyen günlerde de darbeye karşı demokrasiyi savunmanın "ilkesel" bir anlamı, değeri olduğuna dair görüşlerimi yazmış, paylaşmıştım. Darbeye karşı demokrasiyi savunmak, ideolojik, siyasi görüşlerimiz, tercihlerimiz ne olursa olsun, hepimiz için bir "ortak payda" anlamı taşır; en azından, naçizane, yıllardır nefesim, kalemim yettiğince böyle olması gerektiğini savunuyorum. "İyi darbe-kötü darbe"? Bunu önemsemem boşuna değil. Zira biliyorum ve biliyoruz ki, toplumda öteden beri "iyi darbe, kötü darbe" şeklinde bir kötü yaklaşım tarzı var. "Düşman" bellediğine "karşı" ise o "iyi" darbedir ve kendisine karşı ise, "kötü." Bu, sadece kötü değ...