Ana içeriğe atla

Neresinden baksan, malamat...

 CHP’nin -ve genel olarak muhalefetin- kamuoyuna verdiği “koltuk için birbirlerine düştüler” imajının seçim sandığına nasıl yansıyacağını tahmin etmek kimse için zor olmasa gerek

Yerel seçimler için “geriye sayım” başladı. Caddeler, sokaklar, alt ve üst geçitler, billboardlar partilerin ve belediye başkan adaylarının afişleriyle, pankartlarıyla kaplandı çoktan. (Gerçi benim oturduğum mahallede daha çok muhtar adaylarının afiş ve pankartları var. Hepsi de hizmet vaat ediyorlar tabii; ama semt sakinleri olarak o hizmet vaatlerinin ne olduğunu bilemiyoruz. Birinin pankartında seçilirse semtimizin “Yüzyılın semti” olacağını yazmıştı; nasıl olacaksa…) Öncesinde de aday adaylarının pankartları vardı. Aday adayı olunca her tarafı pankartlarla donatmak nereden icap ediyor, anlamış değilim. Ankara’daki parti merkezleri hangi aday adayı daha çok pankart asmış diye kontrol mü ediyor sanki? (İç ses: Belki de ediyorlardır, nereden biliyorsun?) Hoparlörlerinin sesi sonuna kadar açık araçlar da düştüler yollara. Bu gürültüler seçmen tercihlerini etkiliyor mu sahiden, hiç sanmıyorum. Mitingler de başlar yakında…

Mitinglerde mümkün olan en yüksek sesle meydana toplanan insanlara, yani seçmenlere seslenecek parti liderleri ve gösterdikleri adaylar. Doğrusu, AKP’nin “Şimdi biz millete ne diyeceğiz?” diye çok da kara kara düşündüğünü sanmıyorum. Özellikle Cumhurbaşkanı ve AKP Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın “millete” bolca başta CeHaPe olmak üzere muhalefet partileri için, “Şunların haline bakın!” diye sesleneceğine tanık olacağız: “Ne oldu 6’lı masa? Dağıldılar, birbirlerine düştüler. İlk iş Bay Kemal’i sırtından hançerlediler, yalnız kaldı adam. Şimdi de koltuk kavgası ediyorlar kendi içlerinde. Sakın ha, bunlara oy vermeyesiniz. Hizmet istiyorsanız, biz buradayız.” (İç ses: Bu satırları okuyan AKP kurmayları sana, “Sayın Erdoğan’ın seçim konuşmalarını siz yazar mısınız Sayın yazar bey?” teklifinde bulunurlarsa ne diyeceksin bakalım.)

Sahi bu 6’lı masanın açıkladığı bir “manifesto” vardı, hani demokrasi, hak, hukuk, adalet, özgürlük vaat eden, kayyum uygulamasına da son vereceklerini ilan eden manifesto… Bu 6 partinin ilk işi seçim yenilgisinin ardından masayı ve vaatlerini yok saymak, unutmak ve unutturmak oldu. Gerçi 90’lı yıllar hasreti çeken Meral Akşener hanımefendi masa henüz “kurulu” görünüyorken de dağıtmaya çalışmıştı ortalığı. Sonrasında da masanın büyüğü Kemal Kılıçdaroğlu’nun Ümit Özdağ’la o manifestoyu hükümsüz kılan başka bir protokol imzaladığı ortaya çıkmıştı…

Bazı okurlar sormuştu; “Yahu ne diye 6’lı masayı hatırlatıp duruyorsun? Geçti gitti o.” Demek oluyor ki, Türkiye’de siyasilerin laflarını, vaatlerini filan dikkate almamak lazım. O zaman öyleydi, bugün böyle, yarına da duruma göre artık… Kim ne diyorsa, inanmayacaksın, ciddiye de almayacaksın. (İç ses: Yoksa sen ciddiye mi almıştın o vaatleri? Yuh sana!) İlke, duruş bunlar Türkiye siyasetinde olmayacak lüks şeyler. Misal, İyi Parti, olmadı CHP, o da olmadı TİP’in kapısı çalınabilir. Burası Türkiye; olmaz, olmaz. Olabilir. Ama rahatsızlık vermek için bile olsa bu ilkesizlikleri, tutarsızlıkları, her kalıba girip çıkan bukalemun tarzını, siyasi dolandırıcılık pratiklerini yazmak, kayda geçirmek, sormak, hatırlatmak ve seçmenler nezdinde uyarıcı olmak; bağımsız, ilkeli, doğru ve düzgün olmak iddiasındaki her gazetecinin, yazarın sorumluluğudur inancındayım.

Rahatsızlık vermişim demek. 2 Şubat 2024 tarihli yazımda Sn. Kılıçdaroğlu’nun gözünün hala koltukta olduğunu, bu nedenle de Özgür Özel ve Ekrem İmamoğlu’nun başarısız olmasını umut ediyor gibi göründüğünü (verdiği izlenim buydu çünkü) yazdım. (Bknz. “Mesele koltuk değil, hizmet ateşi”) Peşinden Kılıçdaroğlu’ndan Özgür Bey’e destek açıklaması geldi X’te; “hizipçilik” yapmıyorum ve CHP’nin başarılı olmasını istiyorum, vb. Belki yazılarımı takip ediyorlar belki de kamuoyuna yansıyan halleriyle ilgili olumsuz izlenimler verdiklerini fark ettiler, bilemem.

CHP’deki “hararet” Gürsel Tekin’in istifasıyla kaynamaya dönüştü desek yeridir. Tekin, aklından ve gönlünden geçen Kadıköy Belediye Başkanlığına aday yapılmayınca açtı ağzını yumdu gözünü. İstifasını açıkladığı metinde neler denilmiyordu ki: Mesela “Parti Atatürkçü ve sosyal demokrat parti kimliğinden uzaklaştırıldı” diyor. “Liyakat ve ehliyet kalmadı” diyor. Parti içinde “hemşericilik, gruplaşma, ekipleşme var” diyor ve “makam ve mevkiler de buna göre dağıtılıyor” diyor. “Parti ideoloji, ilke veya düşünce ile oluşan yoldaşlık ruhu yerine ahbap-çavuş, eş, dost, akraba ilişkilerinin her düzeyde belirleyici olduğu bir yapı haline dönüşmüş” diyor. “İktidar mücadelesi yerine parti içi iktidar mücadelesi var” diyor, vb. Neresinden baksan, hadi rezillik demeyelim, Anadolu’da kullanılan bir tabirle, “malamat.” (Malamat: Utanılacak duruma düşmek, rezil olmak. -TDK)

İç ses: Özgür Özel 5 Kasım 2023 gerçekleştirilen CHP kongresinde genel başkanlığa seçildi. Aradan geçen bu üç ay zaman zarfında mı CHP’yi bu hale getirdi? Yoksa hep böyleydi de jetonlarınız beklediğiniz adaylık olmadı diye mi böyle peş peşe düştü? Pardon ama siz köşeli jeton mu kullanıyorsunuz? Zor olmalı…

***

CHP’nin -ve genel olarak muhalefetin- kamuoyuna verdiği “koltuk için birbirlerine düştüler” imajının seçim sandığına nasıl yansıyacağını tahmin etmek kimse için zor olmasa gerek. Erdoğan ve AKP’nin bu durumu fırsat bilen bir kampanya yürütmesi de herhalde kimseyi şaşırtmayacaktır.

Koltuk ve aday küskünleri, CHP’nin öteden beri dikkatini iktidar olmaya değil yerel yönetimleri “ele geçirmeye” veya “elde tutmaya” veren bir parti olduğunu bir kez daha olanca açıklığıyla ortaya koymuştur.

Bu tablonun bir kez daha ortaya koyduğu gerçeklerden biri de, sözüm ona muhalefet edilen AKP iktidarının ömrünü bu muhalefetin uzattığıdır.

31 Mart akşam saatlerinde sonuçlar aşağı yukarı belli olduğunda ve özellikle ihtimalen İstanbul Büyükşehir Belediyesi yeniden AKP’ye geçtiğinde koro halinde yapılacak açıklamaları şimdiden duyar gibiyim: Kürtler bizi satmasa kazanmıştık!

Peki Dem Parti sözcüleri bu suçlamalara karşı olası kayıplarının şokunu üzerlerinden atıp Kürt seçmenin hissiyatını açıkça dile getirirler mi acaba? Yoksa, “Yeni paradigma ekseninde üçüncü yol olmanın sağlayacağı alternatif olanakları yeterince kavrayamadığımız gibi halklarımızın içselleştirmesine öncülük etmekte de yetersiz kaldık. Bu yetmezliklerimiz üzerinde yoğunlaşarak sürece daha güçlü şekilde yüklenmek için yeni bir eğitim ve yoğunlaşma kampanyasını örgütlemek üzere yetkili kurullarımız hemen toplanmışlardır” türü bir kuş dili açıklamayla olup biteni geçiştirmeyi mi tercih ederler? (İç ses: Sen bu jargona da gayet hakimsin bakıyorum. Unutmamışsın.)

16 Şubat 2024 

https://platform24.org/neresinden-baksan-malamat/ 



Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

"Murat öldü Cafer"

“Murat çok hasta” diye haber vermişti Fatma. İki gün geçmeden, olsun, yine de gideyim hastaneye, belki bir mucize olur diye düşünürken, “Murat öldü Cafer” haberi geldi bu kez... Önce “Murat çok hasta, hastanede” haberini aldım. Nesi var ki? Kanser... “Ne kanseri?” bile diyemedim. Alacağım cevaptan korktum. En kötüsü olmasından.  En kötüsüymüş... Hangi hastanede? Geleyim, göreyim, moral olur, iyi gelir belki, ne bileyim. “Gelsen de göremezsin ki. Yoğun bakımda. Entübe edildi. Belki bir mucize olur diye bekliyoruz işte.” Bir mucize olur belki. Bir mucize olsa. Bir mucize olsun... Daha çok genç yahu! Ölecek değil ya!  Öldü... “Murat çok hasta” diye haber vermişti Fatma. İki gün geçmeden, olsun, yine de gideyim hastaneye, belki bir mucize olur diye düşünürken, “Murat öldü Cafer” haberi geldi bu kez... İnsan evladı tuhaf bir varlık. Telefon ekranındaki “Murat öldü Cafer” mesajına bir süre bakakaldım öylece. Nasıl olduysa, bir üzüntü emojisi ile yanıt vermeyi akıl edebildim. Bir şey...

İlla da İzmir...

 Hep siyasi gündemin iç karartıcı sorunlarına dair yazacak, konuşacak değiliz ya... Dedim ve İzmir’deki imza buluşmasını paylaşayım sizinle istedim. Buyurun: Geçtiğimiz 16 Aralık cumartesi günü İzmir’de imza günüm vardı, Yakın Kitabevinde. Ne zamandır İzmir’e gitmek için “bahane” lazımdı; bundan âlâ bahane mi olur :) Fakat bir şanssızlıktır tuttu yakamdan ve bir türlü bırakmadı. Bakın nasıl... İzmir’de aile çevremden insanların yanı sıra birçok da arkadaşım var. Bir arkadaşım da yeni eve taşındı ve bizim “Kaptan” Mithat ayda birkaç kez gidiyor İzmir’e ve dönüşte Erhan’ın yeni evinin manzarasını öve öve bitiremiyor. Kaptan zevk sahibi adamdır, beğeni ölçüleri vardır, estetik duygusu gelişkindir; Siirtlidir ama bizim gibi (“bizim” derken kendimi kastediyorum, yanlış anlaşılmasın) köylü de değildir yani. O övüyorsa demek ki harbiden güzel manzarası var evin. Velhasıl bu da bizim arkadaş grubu için imza etkinliğinin yanında bir başka “bahane” idi. (Belki de asıl “bahane.”) Yakın Kitabe...

'Kontrol'lü mü? 'Tiyatro' mu? 'Darbe' mi?

Belki biraz uzun bir yazı olacak, ama mevzu önemli ve doğru anlaşılması gerek... 15 Temmuz darbe girişiminin yıldönümünde bu alçakça girişimi kınayan birkaç tivit attım ve çok "ilginç" ve düşündürücü tepkiler aldım. Darbe girişiminin ilk saatlerinde ve izleyen günlerde de darbeye karşı demokrasiyi savunmanın "ilkesel" bir anlamı, değeri olduğuna dair görüşlerimi yazmış, paylaşmıştım. Darbeye karşı demokrasiyi savunmak, ideolojik, siyasi görüşlerimiz, tercihlerimiz ne olursa olsun, hepimiz için bir "ortak payda" anlamı taşır; en azından, naçizane, yıllardır nefesim, kalemim yettiğince böyle olması gerektiğini savunuyorum. "İyi darbe-kötü darbe"? Bunu önemsemem boşuna değil. Zira biliyorum ve biliyoruz ki, toplumda öteden beri "iyi darbe, kötü darbe" şeklinde bir kötü yaklaşım tarzı var. "Düşman" bellediğine "karşı" ise o "iyi" darbedir ve kendisine karşı ise, "kötü." Bu, sadece kötü değ...