Ana içeriğe atla

Vaatlerde dile gelen memleketin hal-i pür melali

 İstanbul için “Türkiye’nin özeti” denir. Öyledir sahiden de. Buradan hareketle İstanbul seçimleri için var olan manzaranın Türkiye’nin umumi halini yansıttığı da söylenebilir rahatlıkla…

31 Mart’a şunun şurasında ne kaldı, heyecan dorukta! Seçim sonuçları akşam saatlerinde aşağı yukarı belli olacağına göre 1 Nisan sabahını beklemeye de gerek yok; o akşam bazıları evlerine kapanırken bazıları da sokakları “şenlendirecek.” 31 Mart akşamı Türkiye yeni bir güne uyanacak. Pardon, 1 Nisan sabahı yani, Türkiye yeni bir güne uyanacak! .

…Desem de inanmayın. Hayat 1 Nisan sabahı da kaldığı yerden devam edecek; herkesin derdi tasası kendine.

Her ne kadar adaylığı kesinleşen adaylar ve partiler kendi heyecanlarını seçmenlerine aktarabilmek için seçim araçlarından bangır bangır seçim şarkıları, marşlar yayınlıyor ve seçmenlerine “1 Nisan sabahı yeni bir güne uyanacağızzz!” müjdeleri veriyor olsalar da, görebildiğim, bir avuç partizan vatandaş dışında kimsenin oralı olduğu yok.

O bir avuç partizan vatandaş da aslında şu veya bu parti ve adayı lehine cazgırlık yapmayı, “Naapacaksın abi, ekmek parası” diye gerekçelendiriyorlar. Aynıyla vaki bu, bizzat tanık oldum. Anlatayım.

Geçenlerde, tesadüfen, yaşadığım ilçenin belediye başkan adaylarından birinin seçim çalışmalarını yürüteceği ofisinin açılış kalabalığı içinde buldum kendimi. Hedefimdeki markete kalabalık dağılıncaya değin ulaşamayacağımı anlayınca, bari sayın aday ne diyecek onu dinleyeyim dedim. Serde gazetecilik var ne de olsa. O ara davulcu ile zurnacı başladı ortalığı inletmeye. Bir de kalabalığı dolanıyor, gözlerine kestirdikleri bazı vatandaşların önünde bahşiş alana değin çalmaya devam ediyorlar. Hayallah. Cebimde bozuk para da yok ki diye düşünmeye kalmadan beni es geçtiler neyse ki. Geçerken, zurnacının davulcu arkadaşının kulağına, “Filanca partinin toplantısına geç kaldık” dediğini duydum. Parti parti, aday aday dolanıp ortalığı ayağa kaldırıyorlar demek. Ekmek parası neticede, ama bu da kulak yani…

Az sonra aday bey kalabalığı yaran bir grup genç partilinin koruması altında sokağa giriş yaptı, kendisi için hazırlanan kürsüye doğru yürümeye başladı. Aday bir pop star edasında çevresine el sallayarak, etrafa gülücükler saçarak yürürken korucu gençler ortasına daldıkları kalabalığı geri itiyorlardı. Sanki kalabalık, fırsat bulsa, çok sevdikleri, hayran oldukları adayı birden karşılarında görmenin coşkusuyla sevgi şefkat manyağı yapacaklarmış gibi. Önümden geçerken gençler beni de itip kaktılar biraz. Oysa adama hamle yapmaya niyetim yoktu yani. Bana ne.

Sonra biraz düşününce bunun önceden üzerinde çalışılmış bir “senaryo” gereği olduğunu anladım tabii: “Adam sokağa girince millet bir etrafını sardı, adama dokunmak için birbirini çiğnediler valla.” Maksat bu “fotoğrafı” vermek

Adam kürsüye çıkarken ben de hafifleyen arka taraflara doğru yöneldim. Tamam serde gazetecilik var ama o da bir yere kadar. Beş dakikada kafam şişti. Az önce aday beyi vatandaşın yoğun ilgisinden güçlükle (!) kürsüye ulaştıran gençlerden birkaçı da benimle beraber arka tarafa doğru yürüyordu. Aralarında geçen diyalog aynen şuydu:

-İyi ki paramızı peşin aldık abi ya!

-Tabii oğlum, iş bittikten sonra dediler ama salak mıyız biz?

Anladığım kadarıyla seçim zamanlarında canlanan bir “sektör” bu. Bir “tarifesi” de vardır belki. Üç kuruşa davul zurna çalınır, beş kuruşa cazgırlık yapılır, on kuruşa iki saat slogan atılır, filan.

Teşbihte hata olmaz denir, aklıma nedense 28 Şubat döneminin popüler “mürtecisi” Ali Kalkancı geldi. (Yok, “şeyhler” arasında mekik dokuyan sulu göz Fadime bakımından değil, muzırlık yapmayınız sayın okur.) O zaman medyanın paylaştığı bir videosu vardı bunun. Uyduruk şeyh yüksekçe bir yerde oturuyor ve çevresini saran müritleri kafalarını sağa sola sallayarak zikir çekiyor. Bir ara kafasını en can hıraş saallayan müritlerden biri, yorulmuş olacak ki durdu ve uyduruk şeyh öyle bir bakış fırlattı ki ona adam tekrar ve daha çılgınca devam etti sallanmaya. Sonradan açığa çıktı; o çılgın zikirci pavyonda çalışan biriymiş ve parayla yapıyormuş o zikir işlerini… Yorucu bir iş.

Bir de Cem Uzan vardı. Hatırlayanlar bilir. Bu “iş bilir” iş adamı ve medya patronu Genç Parti adında bir parti kurmuştu. Mitingleri hayli kalabalık ve “canlı” geçiyordu. Zira her mitinge müzisyenler getiriyor ve insanlara köfte ekmek filan dağıtıyordu. Kuruluşunun üzerinden üç ay geçtikten sonra katıldığı seçimlerde (2002) yüzde 7,5 oy aldı. “Millet” adamın milliyetçi demagojilerinden, hamasetinden mi etkilendi, yoksa bol keseden memleketin ezilen kesimlerine verdiği sözlerden, vaatlerden mi (işsizlere aylık bağlayacak, gıda ürünlerinden KDV’yi kaldıracak, ÖSS’yi kaldıracak, emekli maaşlarını ikiye katlayacak, vd.), bilemem. Köfte ekmek işi de var tabii.

***

Seçim vaatleri demişken, sözü de oraya bağlayacaktım zaten. İstanbul için “Türkiye’nin özeti” denir. Öyledir sahiden de. Buradan hareketle İstanbul seçimleri için var olan manzaranın Türkiye’nin umumi halini yansıttığı da söylenebilir rahatlıkla…

Malum, İstanbul Büyükşehir Belediyesi yarışı, mevcut belediye başkanı ve CHP’nin adayı Ekrem İmamoğlu ile AKP’nin adayı Murat Kurum isimleri arasında geçecek. Peki bu sayın adaylar seçmenlere ne vaat ediyorlar? Biraz yakından bakınca gördüğüm, ikisi de doğrudan hayat pahalılığı, yoksulluk sorunlarımızla bağlantılı vaatler sıralayarak oy istiyorlar.

Mesela Murat Kurum gençlere “Müjde!” anonslarıyla birlikte çorba çeşitleri, pilav vaat etti (9 Ocak). Her mahalleye 7/24 kreş hizmeti, yeni evlenecek çiftlere beyaz eşya yardımı, doğal gaz yardımı, öğrencilere ulaşımda indirim, İmamoğlu’nun başlattığı “Anne Kart” uygulamasına yeni boyut getirerek “Baba Kart” uygulaması başlatacaklarını, babaların da çocuklarıyla ücretsiz seyahat edecekleri sözü verdi (25 Ocak).

Ekrem İmamoğlu’nun söz ve vaatleri de benzer içerikte. Özetle; “Kızlar okusun” projesi kapsamında ihtiyaç sahibi annelere para yardımı (3 bin TL) yapılacak. Okullara “beslenme paketleri” dağıtılacak, “Halk Süt” uygulaması sürdürülecek. Yeni kreşler açılacak. Yeni İBB Kadın Merkezleri açılacak, ücretsiz mamografi ve ultrason çekimi yapılacak. 0-2 yaş bebek sahibi yoksul ailelere bebek bezi ve bebek maması yardımı yapılacak. İBB Çamaşırhaneleri kurulacak. 600 bin haneye “nakdi” destek verilecek. Emekli vatandaşlara yılda 10 bin lira “pazar” desteği sağlanacak. Emeklilere günde bir bedava ekmek verilecek, her ilçede “kent lokantaları” açılacak. Şehit ve gazi yakınlarına nakit destekte bulunulacak. Üniversiteli gençlere maddi destek verilecek, vd. (21 Şubat)

Uzatmayayım ve hemen söyleyeyim, her kim kazanırsa umarım ve dilerim burada özetlediğim vaatlerini yerine getirir. Vaatlerde “ihtiyaç sahipleri” diye tarif edilen yoksulları bir parça da olsa sevindirir. Ama mesele şu; Bunların hiçbiri doğrudan belediye hizmeti veya belediyelerin doğrudan görevi değil… Vaatlere konu olan sorunların “çaresi” de olmadığı gibi…

Peki bu tablo ne anlatıyor bize, diye soracak olursanız… Memleketin hal-i pür melalini, hayat pahalılığı, yoksulluk ve işsizliğin boyutlarını, insanların çaresizliğini…

Elazığ’da çokça dillendirilen bir sözdür, maksat düşündürsün: “Aç gorsan ğırhız olur, çok sölersen arsuz olur.”

22 Şubat 2024

https://platform24.org/vaatlerde-dile-gelen-memleketin-hal-i-pur-melali/ 



Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

"Murat öldü Cafer"

“Murat çok hasta” diye haber vermişti Fatma. İki gün geçmeden, olsun, yine de gideyim hastaneye, belki bir mucize olur diye düşünürken, “Murat öldü Cafer” haberi geldi bu kez... Önce “Murat çok hasta, hastanede” haberini aldım. Nesi var ki? Kanser... “Ne kanseri?” bile diyemedim. Alacağım cevaptan korktum. En kötüsü olmasından.  En kötüsüymüş... Hangi hastanede? Geleyim, göreyim, moral olur, iyi gelir belki, ne bileyim. “Gelsen de göremezsin ki. Yoğun bakımda. Entübe edildi. Belki bir mucize olur diye bekliyoruz işte.” Bir mucize olur belki. Bir mucize olsa. Bir mucize olsun... Daha çok genç yahu! Ölecek değil ya!  Öldü... “Murat çok hasta” diye haber vermişti Fatma. İki gün geçmeden, olsun, yine de gideyim hastaneye, belki bir mucize olur diye düşünürken, “Murat öldü Cafer” haberi geldi bu kez... İnsan evladı tuhaf bir varlık. Telefon ekranındaki “Murat öldü Cafer” mesajına bir süre bakakaldım öylece. Nasıl olduysa, bir üzüntü emojisi ile yanıt vermeyi akıl edebildim. Bir şey...

İlla da İzmir...

 Hep siyasi gündemin iç karartıcı sorunlarına dair yazacak, konuşacak değiliz ya... Dedim ve İzmir’deki imza buluşmasını paylaşayım sizinle istedim. Buyurun: Geçtiğimiz 16 Aralık cumartesi günü İzmir’de imza günüm vardı, Yakın Kitabevinde. Ne zamandır İzmir’e gitmek için “bahane” lazımdı; bundan âlâ bahane mi olur :) Fakat bir şanssızlıktır tuttu yakamdan ve bir türlü bırakmadı. Bakın nasıl... İzmir’de aile çevremden insanların yanı sıra birçok da arkadaşım var. Bir arkadaşım da yeni eve taşındı ve bizim “Kaptan” Mithat ayda birkaç kez gidiyor İzmir’e ve dönüşte Erhan’ın yeni evinin manzarasını öve öve bitiremiyor. Kaptan zevk sahibi adamdır, beğeni ölçüleri vardır, estetik duygusu gelişkindir; Siirtlidir ama bizim gibi (“bizim” derken kendimi kastediyorum, yanlış anlaşılmasın) köylü de değildir yani. O övüyorsa demek ki harbiden güzel manzarası var evin. Velhasıl bu da bizim arkadaş grubu için imza etkinliğinin yanında bir başka “bahane” idi. (Belki de asıl “bahane.”) Yakın Kitabe...

'Kontrol'lü mü? 'Tiyatro' mu? 'Darbe' mi?

Belki biraz uzun bir yazı olacak, ama mevzu önemli ve doğru anlaşılması gerek... 15 Temmuz darbe girişiminin yıldönümünde bu alçakça girişimi kınayan birkaç tivit attım ve çok "ilginç" ve düşündürücü tepkiler aldım. Darbe girişiminin ilk saatlerinde ve izleyen günlerde de darbeye karşı demokrasiyi savunmanın "ilkesel" bir anlamı, değeri olduğuna dair görüşlerimi yazmış, paylaşmıştım. Darbeye karşı demokrasiyi savunmak, ideolojik, siyasi görüşlerimiz, tercihlerimiz ne olursa olsun, hepimiz için bir "ortak payda" anlamı taşır; en azından, naçizane, yıllardır nefesim, kalemim yettiğince böyle olması gerektiğini savunuyorum. "İyi darbe-kötü darbe"? Bunu önemsemem boşuna değil. Zira biliyorum ve biliyoruz ki, toplumda öteden beri "iyi darbe, kötü darbe" şeklinde bir kötü yaklaşım tarzı var. "Düşman" bellediğine "karşı" ise o "iyi" darbedir ve kendisine karşı ise, "kötü." Bu, sadece kötü değ...