Ana içeriğe atla

Bayram ve barış

 Barış, bir anda gerçekleşmesi mümkün bir şey değil; bir süreç sorunu. Bu sürecin işlemesi de, ciddi bir yüzleşmeye ve zihniyet devrimi gerçekleştirmeye doğrudan bağlı. Bu sürecin neresinde olduğumuz konusunda bazen iyimser, bazen kötümser demeyeyim de karamsar oluyorum doğrusu…

Bayramdır, güzel, anlamlı, kıymetli bir gelenektir; nicedir sadece “tatil” ile özdeşleştirilmiş olsa da.

Ölmüşlerimizi anar, mezarlarını ziyaret ederiz. Büyüklerimizin ellerinden küçüklerimizin gözlerinden öperiz. Bayramdır deyip daha temiz, düzgün ve mümkünse “bayramlık” niyetine alınmış yeni giysilerimizi giyeriz. Belki çocuklar çalar kapımızı ve onlara şeker, çikolata tutar, harçlık veririz.

“Nerede eski bayramlar” diye hayıflansak da, bayramdır işte ve her zamankinden daha iyimser, daha olumlu, güzel, barışçıl, insancıl duygular vardır içimizde.

Devir devran ve bayramlar çok değişti elbet, ama hiç değilse bu bayram hissiyatını yitirmesek hiç… Artık bayram kutlamaları sosyal medya, SMS ve whatssap mesajları ile yapılıyor. En çok barış diliyor insanlar birbirlerine, huzur ve sağlık diliyor, bayram gibi bayramlara dair özlemlerini paylaşıyor…

Hemen her vesileyle ne çok barış diliyoruz, ülkemiz için, dünya için, insanlık için. Bunun üzerine çok düşündüm bayram tatili niyetine bu tür günlerde hep yaptığım gibi “şehir nöbetini” bu kez geride kalanlara bırakıp yollara düşmüşken.

Kim, barıştan ne anlıyor acaba? Maalesef barış gibi evrensel bir kavramı bile herkes kendi ideolojik hassasiyetlerine göre anlamlandırıyor. Misal, “cihanda sulh” temennisinde aşağı yukarı bir beraberlik sağlayabiliriz sanırım; Gazze’deki vahşet son bulsun, Ortadoğu’da savaş ve çatışmalar bitsin, Rusya Ukrayna’ya saldırmaktan vazgeçsin… Peki “yurtta sulh” derken anladığımız nedir acaba?

Bu kadar çileli bir evveliyatı olmasına karşın, ırkçı faşist çevreler bir yana, hala Kürt sorunu konusunda, “Ben Kürtmüş, Türkmüş ayırt etmem arkadaş, benim için insan olmak önemli” türü anlamsız laflar edenler var ve “yurtta sulh” temenni ederken meramlarının ne olduğunu kendileri de bilmiyor. Bazılarına anlatabiliyorsunuz ama bazılarına ne deseniz, nafile; “Benim askerde en iyi arkadaşım Kürttü kardeşim sen ne anlatıyorsun?”

Meseleye bakış açısı bu minvalde olanların “yurtta sulh”ten anladıkları, sanırım “Türkçe konuş çok konuş” kampanyaları düzenleyen inkar ideolojisi militanlarının zihniyetiyle aynı nitelikte; “Herkes Türk olsa, Türkçe konuşsa sorun filan da kalmaz. İsterse Kürt olsun.” Peki Kürtlüğünü nasıl yaşayacak, Kürtçe okumadan, yazmadan, siyaset yapmadan, velhasıl hayatın her alanında kendi gibi yaşayamadan?

Ya inanç ve ibadetleri resmiyette hala tanınmayan Aleviler? “Azınlık” statüsündeki yurttaşlar? Kaldığı kadarıyla Ermeniler, Rumlar mesela? “Azınlık” bile kabul edilmeyen Süryaniler? “Yurtta sulh” dilek ve temennilerinin kapsama alanına giriyorlar mı? Biliyoruz ki “onlar” için de bazılarının temennisi, “olmasalar ne güzel olurdu” şeklinde. Bir zamanlar, “eski” denilen Türkiye’de mütedeyyin yurttaşlar için böyle düşünenler vardı… Memleket çok değişti, çok…

Bu örnekler de açıklıkla ortaya koyuyor ki barış, bir anda gerçekleşmesi mümkün bir şey değil; bir süreç sorunu. Bu sürecin işlemesi de, ciddi bir yüzleşmeye ve zihniyet devrimi gerçekleştirmeye doğrudan bağlı. Bu sürecin neresinde olduğumuz konusunda bazen iyimser, bazen kötümser demeyeyim de karamsar oluyorum doğrusu. Ruh halimiz memleket gibi nicedir. Ama bayramdır ve bayram duygusuna gölge etmeyelim, hiç değilse bu günlerde…

Bayramdır; klişe ezberlerin tutsağı olmayalım, aklımızı, mantığımızı, zekamızı kullanmaktan çekinmeyelim. Birbirimize barış ve huzur dilerken bu hissiyatın kıymetini, sahici sorunlarımız olduğunu unutmadan, bilelim. Bu dileğin gerçekleşmesinin bir değişim-dönüşüm, bir gayret, bir sorumluluk sahibi olmayı gerektirdiğini de…

Bayramdır; içi karanlıkla, nefretle, lanetle kararmış insanlardan olmayalım. Büyüklerimizin nasihat ettiğince, kalbimiz temiz, içimiz ferah ve vicdanımız canlı olsun…

***

Yakında “Dersim… Dersim… Yüzleşmezsek Hiçbir Şey Geçmiş Olmuyor” adlı kitabımın (2010) yeni belge ve bilgilerle gözden geçirilmiş yeni baskısı yayınlanacak. Bu yazının ana fikri, Dersim kitabımdan olsun: “…‪Bu coğrafyada birlikte yaşıyorsak ve yaşayacaksak, ancak birbirimizin derdini, davasını, acısını, sevincini kendimizde hissedebildiğimiz ölçüde ‘biz’ olabiliriz. ‘Biz’ olabilmek tek başına kimseyi değil, her rengi ve değeriyle hepimizi anlatır ve anlatmalıdır.‬”

12 Nisan 2024

https://platform24.org/bayram-ve-baris/ 




Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

"Murat öldü Cafer"

“Murat çok hasta” diye haber vermişti Fatma. İki gün geçmeden, olsun, yine de gideyim hastaneye, belki bir mucize olur diye düşünürken, “Murat öldü Cafer” haberi geldi bu kez... Önce “Murat çok hasta, hastanede” haberini aldım. Nesi var ki? Kanser... “Ne kanseri?” bile diyemedim. Alacağım cevaptan korktum. En kötüsü olmasından.  En kötüsüymüş... Hangi hastanede? Geleyim, göreyim, moral olur, iyi gelir belki, ne bileyim. “Gelsen de göremezsin ki. Yoğun bakımda. Entübe edildi. Belki bir mucize olur diye bekliyoruz işte.” Bir mucize olur belki. Bir mucize olsa. Bir mucize olsun... Daha çok genç yahu! Ölecek değil ya!  Öldü... “Murat çok hasta” diye haber vermişti Fatma. İki gün geçmeden, olsun, yine de gideyim hastaneye, belki bir mucize olur diye düşünürken, “Murat öldü Cafer” haberi geldi bu kez... İnsan evladı tuhaf bir varlık. Telefon ekranındaki “Murat öldü Cafer” mesajına bir süre bakakaldım öylece. Nasıl olduysa, bir üzüntü emojisi ile yanıt vermeyi akıl edebildim. Bir şey...

İlla da İzmir...

 Hep siyasi gündemin iç karartıcı sorunlarına dair yazacak, konuşacak değiliz ya... Dedim ve İzmir’deki imza buluşmasını paylaşayım sizinle istedim. Buyurun: Geçtiğimiz 16 Aralık cumartesi günü İzmir’de imza günüm vardı, Yakın Kitabevinde. Ne zamandır İzmir’e gitmek için “bahane” lazımdı; bundan âlâ bahane mi olur :) Fakat bir şanssızlıktır tuttu yakamdan ve bir türlü bırakmadı. Bakın nasıl... İzmir’de aile çevremden insanların yanı sıra birçok da arkadaşım var. Bir arkadaşım da yeni eve taşındı ve bizim “Kaptan” Mithat ayda birkaç kez gidiyor İzmir’e ve dönüşte Erhan’ın yeni evinin manzarasını öve öve bitiremiyor. Kaptan zevk sahibi adamdır, beğeni ölçüleri vardır, estetik duygusu gelişkindir; Siirtlidir ama bizim gibi (“bizim” derken kendimi kastediyorum, yanlış anlaşılmasın) köylü de değildir yani. O övüyorsa demek ki harbiden güzel manzarası var evin. Velhasıl bu da bizim arkadaş grubu için imza etkinliğinin yanında bir başka “bahane” idi. (Belki de asıl “bahane.”) Yakın Kitabe...

'Kontrol'lü mü? 'Tiyatro' mu? 'Darbe' mi?

Belki biraz uzun bir yazı olacak, ama mevzu önemli ve doğru anlaşılması gerek... 15 Temmuz darbe girişiminin yıldönümünde bu alçakça girişimi kınayan birkaç tivit attım ve çok "ilginç" ve düşündürücü tepkiler aldım. Darbe girişiminin ilk saatlerinde ve izleyen günlerde de darbeye karşı demokrasiyi savunmanın "ilkesel" bir anlamı, değeri olduğuna dair görüşlerimi yazmış, paylaşmıştım. Darbeye karşı demokrasiyi savunmak, ideolojik, siyasi görüşlerimiz, tercihlerimiz ne olursa olsun, hepimiz için bir "ortak payda" anlamı taşır; en azından, naçizane, yıllardır nefesim, kalemim yettiğince böyle olması gerektiğini savunuyorum. "İyi darbe-kötü darbe"? Bunu önemsemem boşuna değil. Zira biliyorum ve biliyoruz ki, toplumda öteden beri "iyi darbe, kötü darbe" şeklinde bir kötü yaklaşım tarzı var. "Düşman" bellediğine "karşı" ise o "iyi" darbedir ve kendisine karşı ise, "kötü." Bu, sadece kötü değ...