Ana içeriğe atla

Alevi Bektaşi Kültür ve Cemevi Başkanlığı ne iş yapar?

 “Başkanlık” Alevilerin birbirinden ciddi ve haklı talep ve beklentileriyle ilgili hiçbir “iş” yapmıyor. “Başvuran cemevlerinin elektrik faturalarını ödüyoruz ya!” diyebilirler, dalga geçercesine; cemevlerinin asıl sorunlarını bilmiyorlarmış gibi…

Cehennem acı çektiğimiz yer değil; acı çektiğimizi kimsenin bilmediği yerdir… -Hallac-ı Mansur.

Konuyla ilgili olanlar bilir; önceki yıl 9 Kasım 2022’de 112 nolu cumhurbaşkanlığı kararnamesiyle Kültür ve Turizm Bakanlığı bünyesinde “Alevi-Bektaşi Kültür ve Cemevi Başkanlığı” adı altında bir “şey” kuruldu. 

Nihayet devlet Alevileri tanımış, cemevlerinin statüsü başta olmak üzere taleplerini Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) kararlarının baskısıyla da olsa yerine getirmiş işte demeyin hemen. Çünkü alakası yok. Misal, AİHM’in çok net ve bağlayıcı kararına rağmen devlet cemevlerini Alevilerin ibadet mekanı olarak hala tanımıyor… Yine ilgili bağlayıcı nitelikteki AİHM kararına rağmen zorunlu din derslerinin “zorunlu” olmaktan çıkarılmasına yönelik hiçbir niyet veya hazırlık yok (tam aksi bu derslerin daha da “etkili” kılınması için neler yapabiliriz gayreti var)… Diyanet İşleri Başkanlığı’nın (DİB) statüsü ve ayrımcı faaliyetleriyle ilgili olarak da herhangi bir tartışma yürütülmediği gibi, bu kurumun adeta bir “paralel devlet” şeklinde etki ve nüfuz alanı her yıl biraz daha artırılıyor, genişletiliyor… Vb. 

Olsun, yine de adı “Alevi-Bektaşi Kültür ve Cemevi Başkanlığı” olan bir devlet kurumu var işte; yüzünüze gözünüze dürsün, bir şeyi de beğenin, neticede bir adımdır, gerisi gelir zamanla diye düşünebilirsiniz…

Açıkçası, bu “adım” ile ilgili ciddi eleştirilerim olmakla beraber biraz iyi niyetli davranmaya, “bir bakmak lazım, ne yapıyorlar, ne yapacaklar” diye düşünmeye gayret ettim. (“Nahlet gelsin bendeki bu iyimserliğe!”) Neticede söz konusu olan, AKP kurmayları ne denli farkındalar bilmiyorum ama, bir “ilk” idi… 

Gelgelelim, birincisi, olay neresinden tutsan elinde kalıyor. İkincisi de, bu “Başkanlık” Alevilerin birbirinden ciddi ve haklı talep ve beklentileriyle ilgili hiçbir “iş” yapmıyor. “Başvuran cemevlerinin elektrik faturalarını ödüyoruz ya!” diyebilirler, dalga geçercesine; cemevlerinin asıl sorunlarını bilmiyorlarmış gibi…

Hiçbir iş yapmıyorlar derken, tekraren altını çizmiş olayım: Alevilerin sorunlarıyla, talep ve beklentileriyle ilgili hiçbir iş yapmıyorlar… Peki ne yapıyorlar? Başvuran cemevlerinin elektirik faturalarını ödemekten başka yani. 

Kültür ve Turizm Bakanlığı bütçesinden azımsanamayacak bir rakam bu “başkanlığın” çalışmalarına ayrılmış; 2023 bütçesi itibarıyla 71 milyon 621 bin 893 TL. Bu parayla cemevi ziyaretleri yapıyorlar, Alevi köylerine gidiyorlar, paneller, konserler düzenliyorlar. Duyduğum (ve şaşırmadığım) kadarıyla, Alevilere, Aleviliğin son derece Türk, gayet Türk, en has ve de en öz Türk inancı olduğunun propagandasını yapıyorlar. Hızlarını alamadıklarında Aleviliğin en öz, en has, en mühim İslam olduğunu da ekliyorlar…

(Merak işte: Yusuf Hallaçoğlu’nun incisi, “Kürtler öz be öz Türktür, Kürt Aleviler de Ermenidir” lafını acemice montajlayıp arsızca, edepsizce bana mal ettikleri o 4-5 saniyelik görüntüyü kim finanse etmiş ve kaça mal olmuştur acaba?)

Bu kuruma boşuna “şey” demiyorum; çünkü hangi alanda ne işler görmek üzere kurulduğu müphem. 

Adına bakıp dini bir kuruluş desen, değil. Kültür ve Turizm Bakanlığı bünyesinde olmasından belli her şeyden önce. 

Kültürel, folklorik, turistik bir kuruluş desen, o da gayet zorlama olur, çünkü sitelerinde “Hakkımızda”, “Misyonumuz”, “Vizyonumuz” başlıkları altında yazdıkları klişe laflara bakılacak olursa, Aleviliği-Bektaşiliği gelecek kuşaklara tanıtmak, taşımak, bu amaçla “bilimsel” çalışmalar yapmak üzere oluşturulmuş. (Bknz. https://alevibektasi.ktb.gov.tr/ )

“Sahada” yürüttükleri çalışmalar ise, daha çok Türk milliyetçiliğini körüklemek şeklinde öne çıkıyor. “Yerli ve milli” olmayı direkt Türk milliyetçisi olmak sanıyorlar demek ki. 

Bu durumda, Türküyle Kürdüyle, hatta Arabıyla, Arnavutuyla bütün renkleri ve yorumlarıyla Alevileri Türk milliyetçiliği bayrağı altında toplaşmaya davet eden bir yapı ile karşı karşıyayız. 

O zaman bu çabanın sahiplerinin organize oldukları devlet kurumunun adı neden “Alevi Bektaşi Kültür ve Cemevi Başkanlığı”? Daha “milli” bir isim bulsalardı? Boşuna “şey” demiyorum yani. 

O kadar milliyetçi parti var, bunlardan herhangi birinin gençlik kolları türünden Alevi İşleri Kolu olarak örgütlenselerdi ya? Ama yok, illa maaşlarını “millet” ödeyecek…

Bu satırları kaleme aldığım esnada öğrendim; net tarihini açıklamamışlar ama temmuz ayı içerisinde Alevi Bektaşi Kültür ve Cemevi Başkanlığı, bir “çalıştay” düzenleyecekmiş. Sen misin “Bir şey yapmıyorlar” diyen, dercesine… 

Ne çalıştayı olacak bu? 

2009-2010 yılları arasında, aradaki başka toplantılar hariç 7 Alevi Çalıştayı düzenlenmişti zaten. Çalıştay oturumları tutanak altına alınmış sonra da tuğla kalınlığında kitaplar olarak basılmıştı. Çalıştayların koordinatörü akademisyen Necdet Subaşı idi; siyaseten sorumlusu ise Devlet Bakanı Faruk Çelik. Ankara’dan temin edebilirler. Olmadı ben yollayayım hayrına…

Eskiden parlamentoda gündeme gelen bir sorun ile ilgili bir şey yapılmayacaksa eğer, bir “alt komisyon” oluşturup meseleyi oraya havale ederlerdi. Böylece bir şey yapmasalar bile seçmenlerine, kamuoyuna bir şey yapıyor görüntüsü vermiş olurlardı.

Bunlarınki de o hesap. İki senede “bir şey yapıyor görünmek” adına bula bula buldukları, “çalıştay yapalım” fikri olmuş. Hem de temmuz ayı içinde…

*** 

Alevi Bektaşi Kültür ve Cemevi Başkanlığı’nın gündeminde ve umurlarında olmayabilir (değil zaten); ama biz unutmuyoruz ve unutturmayacağız: 2 Temmuz 1993 günü Sivas Madımak katliamında yitirdiğimiz canların anısına saygı, barış, demokrasi, adalet ve eşit yurttaşlık için mücadeleyi azalmayan artan bir sorumlulukla, azim ve kararlılıkla yürütmek demektir…

27 Haziran 2024

https://platform24.org/alevi-bektasi-kultur-ve-cemevi-baskanligi-ne-is-yapar/ 



Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

"Murat öldü Cafer"

“Murat çok hasta” diye haber vermişti Fatma. İki gün geçmeden, olsun, yine de gideyim hastaneye, belki bir mucize olur diye düşünürken, “Murat öldü Cafer” haberi geldi bu kez... Önce “Murat çok hasta, hastanede” haberini aldım. Nesi var ki? Kanser... “Ne kanseri?” bile diyemedim. Alacağım cevaptan korktum. En kötüsü olmasından.  En kötüsüymüş... Hangi hastanede? Geleyim, göreyim, moral olur, iyi gelir belki, ne bileyim. “Gelsen de göremezsin ki. Yoğun bakımda. Entübe edildi. Belki bir mucize olur diye bekliyoruz işte.” Bir mucize olur belki. Bir mucize olsa. Bir mucize olsun... Daha çok genç yahu! Ölecek değil ya!  Öldü... “Murat çok hasta” diye haber vermişti Fatma. İki gün geçmeden, olsun, yine de gideyim hastaneye, belki bir mucize olur diye düşünürken, “Murat öldü Cafer” haberi geldi bu kez... İnsan evladı tuhaf bir varlık. Telefon ekranındaki “Murat öldü Cafer” mesajına bir süre bakakaldım öylece. Nasıl olduysa, bir üzüntü emojisi ile yanıt vermeyi akıl edebildim. Bir şey...

İlla da İzmir...

 Hep siyasi gündemin iç karartıcı sorunlarına dair yazacak, konuşacak değiliz ya... Dedim ve İzmir’deki imza buluşmasını paylaşayım sizinle istedim. Buyurun: Geçtiğimiz 16 Aralık cumartesi günü İzmir’de imza günüm vardı, Yakın Kitabevinde. Ne zamandır İzmir’e gitmek için “bahane” lazımdı; bundan âlâ bahane mi olur :) Fakat bir şanssızlıktır tuttu yakamdan ve bir türlü bırakmadı. Bakın nasıl... İzmir’de aile çevremden insanların yanı sıra birçok da arkadaşım var. Bir arkadaşım da yeni eve taşındı ve bizim “Kaptan” Mithat ayda birkaç kez gidiyor İzmir’e ve dönüşte Erhan’ın yeni evinin manzarasını öve öve bitiremiyor. Kaptan zevk sahibi adamdır, beğeni ölçüleri vardır, estetik duygusu gelişkindir; Siirtlidir ama bizim gibi (“bizim” derken kendimi kastediyorum, yanlış anlaşılmasın) köylü de değildir yani. O övüyorsa demek ki harbiden güzel manzarası var evin. Velhasıl bu da bizim arkadaş grubu için imza etkinliğinin yanında bir başka “bahane” idi. (Belki de asıl “bahane.”) Yakın Kitabe...

'Kontrol'lü mü? 'Tiyatro' mu? 'Darbe' mi?

Belki biraz uzun bir yazı olacak, ama mevzu önemli ve doğru anlaşılması gerek... 15 Temmuz darbe girişiminin yıldönümünde bu alçakça girişimi kınayan birkaç tivit attım ve çok "ilginç" ve düşündürücü tepkiler aldım. Darbe girişiminin ilk saatlerinde ve izleyen günlerde de darbeye karşı demokrasiyi savunmanın "ilkesel" bir anlamı, değeri olduğuna dair görüşlerimi yazmış, paylaşmıştım. Darbeye karşı demokrasiyi savunmak, ideolojik, siyasi görüşlerimiz, tercihlerimiz ne olursa olsun, hepimiz için bir "ortak payda" anlamı taşır; en azından, naçizane, yıllardır nefesim, kalemim yettiğince böyle olması gerektiğini savunuyorum. "İyi darbe-kötü darbe"? Bunu önemsemem boşuna değil. Zira biliyorum ve biliyoruz ki, toplumda öteden beri "iyi darbe, kötü darbe" şeklinde bir kötü yaklaşım tarzı var. "Düşman" bellediğine "karşı" ise o "iyi" darbedir ve kendisine karşı ise, "kötü." Bu, sadece kötü değ...