Ana içeriğe atla

Hakkari’ye kayyum, halkın iradesine darbe

 Kayyum meselesinin Kürt camiasında, “Hala demokrasicilik oynamaya devam edecek misiniz? Çekilin parlamentodan, belediyelerden, sıranızı beklemeyin, sine-i millete dönün!” şeklindeki tepkileri de çoğalttığını arada söylemeden geçmeyeyim

Üçüncü “kayyum” dalgası Hakkari’den başladı; DEM Partili Hakkari Belediyesi Eş Başkanı Mehmet Sıddık Akış, Van’da gözaltına alındı. Hakkari Valisi, İçişleri Bakanı tarafından belediyeye kayyum atandı. 

Devletten kaçmaz tabii; Akış meğerse 2014 yılında hakkında açılmış olan 14 sanıklı bir davada, “örgüt üyesi, örgüt üst düzey yöneticisi, örgüt propagandası, örgüte eleman kazandırma, örgüt adına haraç toplama” gibi suçlamalar nedeniyle yargılanıyormuş! 

Nasıl olmuşsa gözden kaçmış, unutulmuş; ama geç de olsa devlet harekete geçti ve önce Akış gözaltına alındı, ardından belediyeye kayyum atandı (yoksa tersi miydi?). “Adalet” bu, bir kez harekete geçti mi durdurabilene aşk olsun. O derece. Nitekim kayyum atandıktan sonra, Sayın Vali belediyedeki makam koltuğuna bile henüz oturmamışken, dava jet hızıyla sonuçlandırıldı ve mahkeme Alkış’a 19 yıl 6 ay ceza verdi. 

Yalnız bu ceza, yukarıda özetlediğim suçlamaların hangisine istinaden verildi, onu tam anlamadım. 

İçişleri Bakanlığının kayyum atamasını gerekçelendirmek için yaptığı açıklamada Akış için yapılan suçlamalar hayli çeşitli! Akış nasıl hem “üst düzey örgüt yöneticisi” oluyor hem de “örgüt üyesi” ve “propagandacısı”, yardım-yatakçısı filan, ilginç geldi bana. Zira bunlar TCK’da ayrı ayrı birer “suç” maddesi olarak yer alıyor ve dolayısıyla öngörülen cezaları da birbirinden farklı. 

Acaba örgüt Hakkari’de eleman sıkıntısı çektiği için bir kişiye birden fazla “sözde” görev mi veriyor? 

Bu durumda Akış’ın tutuklanması örgütü hayli sıkıntıya sokmuş olmalıdır. Kolay mı, hem bir üst düzey yönetici, hem üye, hem eleman kazandırma sorumlusu, hem vergici, hem halkla ilişkiler müdürü, pardon, sözde sorumlusu… “Sözde” de olsa adamın sırtına her türlü görevi yüklemişler! 

Dikkatimi çeken bir başka şey de, Sayın Akış’ın “yurt dışına kaçmak” için Van’ı tercih etmiş olması. Oradan İran’a kaçacakmış. Bir TV kanalının Ankara Temsilcisi sıfatı taşıyan birinin gündeme getirdiği iddia buydu…

Çolemêrg, yani Hakkari, malum, yolun bittiği yer. Türkiye, Irak ve İran sınırlarının kesiştiği bir bölge. Yöre insanı için “yurt dışına” çıkmak, yaşadığın coğrafyayı biliyorsan, pek zor sayılmaz. Irak da, İran da yolu biliyorsan, yürüyüş mesafesinde. Akış neden “zoru” tercih etmiş “yurt dışına kaçmak” için acaba? Gerçi adam mahkeme savunmasında bu iddiayı reddetmiş ama “güvenlik kaynakları” yalan söyleyecek değil herhalde!

*** 

Bu kayyum işi, AKP’de de rahatsızlık yaratmış görünüyor. TBMM Kadın Erkek Fırsat Eşitliği Komisyonunda bu konuda bir tartışma çıkmış ve AKP Diyarbakır Milletvekili Suna Kepolu Ataman, DEM Partililere çıkışmış, “Başka aday mı bulamadınız? Hiç hakkında dava açılmamış, ceza yememiş kimse yok mu partinizde yani?” 

Bu sadece Sayın Kepolu Ataman’ın görüşü de değil bu arada. Farklı siyasi tandanslardan birçok kişi, aynı kanaatte. Hatta, “DEM Parti de bilerek böyle kişileri aday gösteriyor! Amaçları olay çıkarmak, devleti vatandaşla karşı karşıya getirmek, sıkıntıya yol açmak! Mahsus yapıyorlar!” şeklinde komplo teorileri yapanlar bile var!

Hmm… Olabilir mi acaba? Gerçi şu da var ki, DEM Parti’de ve evveliyatı olan partilerde hakkında soruşturma açılmamış birilerini bulmak zor iş…

Bilenler biliyor da, iyi niyetle, “Ama yani…” diye düşünenler için kaydetmekte yarar var: Hakkınızda yürüyen bir dava veya soruşturma olması, “hükümlü” olmadığınız müddetçe seçme seçilme hakkınız önünde engel değil. “Hüküm” giymiş olmanız veya bir başka nedenle belediye başkanlığınız düşse veyahut istifa etmiş olsanız dahi, belediye meclisi toplanır ve seçim yapılana değin kendi bünyesinden başkanlık görevini yürütecek birini seçer. “Kayyum” atamak “mecburen” başvurulan bir hukuki usul değil yani; tamamen siyasi bir tercih. Üstelik atanan kayyumlar, “kayyum” oldukları süre boyunca belediye meclisini de toplamıyorlar, fiilen belediye meclisini fesh ediyorlar, yok sayıyorlar. 

Kayyum uygulamasının “milli iradeye darbe” olduğunu söyleyenler çok da boş konuşmuyorlar yani; benden duymuş olun…

Kayyum meselesinin Kürt camiasında, “Hala demokrasicilik oynamaya devam edecek misiniz? Çekilin parlamentodan, belediyelerden, sıranızı beklemeyin, sine-i millete dönün!” şeklindeki tepkileri de çoğalttığını arada söylemeden geçmeyeyim. Devletin derinliklerinde bazılarının beklentisi sahiden de budur belki de. 

*** 

“Üçüncü kayyum dalgası” dedim ama, dilerim devamı gelmez ve kayyum zorbalığından tamamen vazgeçilir…

Bir zamanlar “milli irade” övgüsünde sınır tanımayanlar, seçim sandığı ve sonuçlarını “namus” olarak değerlendirenler, nice zamandır Kürtler söz konusu olunca seçimi de, halk iradesini de, demokrasiyi de, hukukun en asgari gereklerini de yok saymakta hiç beis görmüyorlar. 

Sonra da zorbalıklarını, hukuksuz uygulamalarını “birlik-beraberlik” ile gerekçelendiriyorlar… 

Oysa bu demagojik devlet ağzının hayli zamandır inandırıcılık adına hiçbir kıymet-i harbiyesi kalmadı…

Platon’un şu sözü de burada dursun, üzerinde düşünelim diye: Adaletsizliği işleyen, çekenden daha sefildir…

7 Haziran 2024

https://platform24.org/hakkariye-kayyum-halkin-iradesine-darbe/ 



Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

"Murat öldü Cafer"

“Murat çok hasta” diye haber vermişti Fatma. İki gün geçmeden, olsun, yine de gideyim hastaneye, belki bir mucize olur diye düşünürken, “Murat öldü Cafer” haberi geldi bu kez... Önce “Murat çok hasta, hastanede” haberini aldım. Nesi var ki? Kanser... “Ne kanseri?” bile diyemedim. Alacağım cevaptan korktum. En kötüsü olmasından.  En kötüsüymüş... Hangi hastanede? Geleyim, göreyim, moral olur, iyi gelir belki, ne bileyim. “Gelsen de göremezsin ki. Yoğun bakımda. Entübe edildi. Belki bir mucize olur diye bekliyoruz işte.” Bir mucize olur belki. Bir mucize olsa. Bir mucize olsun... Daha çok genç yahu! Ölecek değil ya!  Öldü... “Murat çok hasta” diye haber vermişti Fatma. İki gün geçmeden, olsun, yine de gideyim hastaneye, belki bir mucize olur diye düşünürken, “Murat öldü Cafer” haberi geldi bu kez... İnsan evladı tuhaf bir varlık. Telefon ekranındaki “Murat öldü Cafer” mesajına bir süre bakakaldım öylece. Nasıl olduysa, bir üzüntü emojisi ile yanıt vermeyi akıl edebildim. Bir şey...

İlla da İzmir...

 Hep siyasi gündemin iç karartıcı sorunlarına dair yazacak, konuşacak değiliz ya... Dedim ve İzmir’deki imza buluşmasını paylaşayım sizinle istedim. Buyurun: Geçtiğimiz 16 Aralık cumartesi günü İzmir’de imza günüm vardı, Yakın Kitabevinde. Ne zamandır İzmir’e gitmek için “bahane” lazımdı; bundan âlâ bahane mi olur :) Fakat bir şanssızlıktır tuttu yakamdan ve bir türlü bırakmadı. Bakın nasıl... İzmir’de aile çevremden insanların yanı sıra birçok da arkadaşım var. Bir arkadaşım da yeni eve taşındı ve bizim “Kaptan” Mithat ayda birkaç kez gidiyor İzmir’e ve dönüşte Erhan’ın yeni evinin manzarasını öve öve bitiremiyor. Kaptan zevk sahibi adamdır, beğeni ölçüleri vardır, estetik duygusu gelişkindir; Siirtlidir ama bizim gibi (“bizim” derken kendimi kastediyorum, yanlış anlaşılmasın) köylü de değildir yani. O övüyorsa demek ki harbiden güzel manzarası var evin. Velhasıl bu da bizim arkadaş grubu için imza etkinliğinin yanında bir başka “bahane” idi. (Belki de asıl “bahane.”) Yakın Kitabe...

'Kontrol'lü mü? 'Tiyatro' mu? 'Darbe' mi?

Belki biraz uzun bir yazı olacak, ama mevzu önemli ve doğru anlaşılması gerek... 15 Temmuz darbe girişiminin yıldönümünde bu alçakça girişimi kınayan birkaç tivit attım ve çok "ilginç" ve düşündürücü tepkiler aldım. Darbe girişiminin ilk saatlerinde ve izleyen günlerde de darbeye karşı demokrasiyi savunmanın "ilkesel" bir anlamı, değeri olduğuna dair görüşlerimi yazmış, paylaşmıştım. Darbeye karşı demokrasiyi savunmak, ideolojik, siyasi görüşlerimiz, tercihlerimiz ne olursa olsun, hepimiz için bir "ortak payda" anlamı taşır; en azından, naçizane, yıllardır nefesim, kalemim yettiğince böyle olması gerektiğini savunuyorum. "İyi darbe-kötü darbe"? Bunu önemsemem boşuna değil. Zira biliyorum ve biliyoruz ki, toplumda öteden beri "iyi darbe, kötü darbe" şeklinde bir kötü yaklaşım tarzı var. "Düşman" bellediğine "karşı" ise o "iyi" darbedir ve kendisine karşı ise, "kötü." Bu, sadece kötü değ...