Ana içeriğe atla

"Apo'yu bilmem, önce Selahattin'i bıraksınlar görem"

 Kitap Fuarı vesilesiyle bulunduğum Diyarbakır’dan “son siyasal gelişmelere” dair konuştuğum insanlarla sohbetlerimden derlediğim görüşleri paylaşacağım sizinle…

Madem söz verdim önceki yazımda, sözümü tutacağım mecbur ve Kitap Fuarı vesilesiyle bulunduğum Diyarbakır’dan “son siyasal gelişmelere” dair konuştuğum insanlarla sohbetlerimden derlediğim görüşleri paylaşacağım sizinle, özetleyerek. Değişik meslek gruplarından (“eski mahpus” hariç, “eski mahpus” olmak meslek sayılmıyor tabii ki) Amedlilerin malum “Devlet açılımı” ile ilgili görüşleri şöyle:

> Devlet bu yaw! Hem bildiğimiz devlet, hem de MHP lideri Devlet. Bugüne değin her iki devletten de bir “hayır” görmüşlüğümüz var mı? Üstüne üstlük “terörün belini şöyle kırdık, böyle kırdık” diye konuşup durdukları bir zamanda, yani “bayram değil seyran değil devlet bizi niye öpmek istiyor” gibi bir durum var.

> Kapalı kapılar arkasında bir şeyler çeviriyorlar. Tabii isteriz barış olsun, çözüm olsun, acılar son bulsun, yepyeni ve beyaz bir sayfa açalım. Büyüklerimiz gün yüzü görmedi, biz gün yüzü görmedik; hiç değilse çocuklarımız görsün. Hani “normalleşme” filan deniyor ya, “siyasette normalleşme, gerginliklere, seviyesiz polemiklere son verme” şu, bu… Gerçekten normalleşme mi istiyorsunuz? O halde Kürt sorununu çözeceksiniz! Öbür türlü normalleşme dedikleri, artistlikten başka nedir yani?

> Gerçekten aklımızla fikrimizle alay ediyorlar! O taraftan bakınca çok mu “aptal” görünüyoruz? Hayret bir şey! Hala, “Kürtler ne istiyor?” diye soranlar oluyor. “Kürtlerin neyi eksik?” diyenler var. “Kürtler ne istiyorlar da olamıyorlar?” diyorlar. En sözüm ona “duyarlı” olanları solcular değil mi? Onların da çoğu, “Ne var yani, sadece Kürtlerin mi sorunları var? Türklerin sorunları yok mu?” diyorlar… Nerede yaşıyor bu lafların sahipleri? Neyin kafası bu? Ne içiyorlar da kafaları böylesine “hoş” ve “boş” oluyor? Kürtlerin ne “sorunları” var, ne “dertleri” var, gerçekten bilmiyor olabilirler mi? Demagoji mi yapıyorlar yoksa söylediklerine cidden inanıyorlar, gerçekten böyle mi düşünüyorlar? 

> Bazen mecburi hizmet veya ataması dilediği yere değil de buralara çıkan insanlara rastlıyoruz; korkuyla yaşıyorlar. Çevrelerine korkuyla, endişeyle bakıyorlar. Insanlardan ürküyorlar. Mecbur olmasalar “buralara” hayatta adımlarını atmazlar. Gün sayarak yaşıyorlar, çalışıyorlar. Günlerini ne yapıp ne edip “buralardan” gitmek için uğraş vermekle geçiriyorlar; dilekçeler yazıp duruyorlar, raporlar alıp geldikleri yerlere gidiyorlar, mazeretler icat ediyorlar, torpil arıyorlar “buralardan” bir an önce çekip gidebilmek için… Gelgelelim, “buralardan” en hafif tabirle hiç mi hiç hazzetmeyen bu insanlar, istisnalar olsa bile genellikle çok “milliyetçi” oluyorlar bir de! “Çakıl taşımızı bile vermeyiz” kafasındalar. Acayip bir “memleketimizi böldürtmeyiz” hassasiyetler var. Ne kadar ilginç, tuhaf ve tutarsız olduklarını anlat anlatabilirsen. Ama söylemeden geçmek olmaz: Bazıları sonradan ilk zamanlardaki bu hissiyatları nedeniyle utanç duyuyor, pişmanlıklarını dile getiriyorlar. Korkarak, ürkerek, endişe yüklü geldikleri “buraları” ve insanlarını çok seviyorlar, benimsiyorlar, hatta “buralara” yerleşenler de çok.

> "Tecrit kalksın, Öcalan konuşsun, hatta gelsin mecliste DEM Parti grubunda konuşsun, e biz de ‘umut hakkı’nı değerlendiririz elbet, bakarsınız ev hapsine çeviririz cezasını” diyorlar ama bir yandan da belediyelerimize kayyum atıyorlar! Kamuoyunu hazırlıyorlar ve bilemiyoruz sırada hangi belediyeler var? Gerçi kamuoyunu taktıkları da yok ya, neyse! “Açılım”, “çözüm” deniyor ama bir yandan da Rojava’yı işgal etmeye hazırlanıyorlar! Neyin açılımı, neyin çözümü bu? Ma heval sen bunların açılımına inanmıyorsun herhalde, değil?

> Sen şimdi ben ne desem yazacaksın? Ama ben küfürlü konuşurum, yalan yok, o yüzden adımı yazma. Durduk yere mahkemelik olmayak. (Ben “olur ama küfürlerini de yazmam” dedim.) O zaman konuşmuyorum. Sen anla işte…

*** 

Diyarbakır’dan sonra geldiğim Elazığ’da çarşıda dolaşırken dükkanının önünden geçtiğim tütüncü seslendi arkamdan sempatik Elazığ şivesiyle, “Artık bizi tanimisin, he?” Hayallah, mahçup oldum adama. 7 Haziran 2015 seçimleri öncesinde seçmenin nabzını tutmak amacıyla buraya geldiğim zaman tanışmıştım, Baskil’li, Zaza ve Selahattin Demirtaş hayranı esnafla. “Kusura bakma” dedim, “sigarayı bıraktım, o yüzden fark etmedim senin dükkanı.” Sigarayı bırakmama sevindi. Bir şeyler alma ihtiyacı duydum, mahcubiyetimi gidermek için. Tütün, nargile ürünleri yanı sıra tesbih, incik boncuk ve kemer de satılıyor dükkanında. Bir kemer aldım, kendince bir indirim de yaptı. 

Adam Demirtaş hayranı dediysem, önceden AKP seçmeni, namazında niyazında, muhafazakar biri. Abartmış olmayayım, bir saat kadar pahalılıktan şikayet etti, ekonomik gidişatın berbatlığını anlattı, laf aramızda çokça da küfürlü laflar eşliğinde… Halkla ilgili görüşleri de pek iç açıcı değildi; kendini de katarak “müstehak bize!” dedi. “Bahçeli açılımı” ile ilgili görüşünü sorduğumda ise, “Ne açılımı?” dedi, “açılım yapacaklarsa önce Selahattin’i bıraksınlar, görem!”

Haftaya da Dersim’den bildireceğim 🙂

6 Aralık 2024

https://platform24.org/apoyu-bilmem-once-selahattini-biraksinlar-gorem/ 



Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

"Murat öldü Cafer"

“Murat çok hasta” diye haber vermişti Fatma. İki gün geçmeden, olsun, yine de gideyim hastaneye, belki bir mucize olur diye düşünürken, “Murat öldü Cafer” haberi geldi bu kez... Önce “Murat çok hasta, hastanede” haberini aldım. Nesi var ki? Kanser... “Ne kanseri?” bile diyemedim. Alacağım cevaptan korktum. En kötüsü olmasından.  En kötüsüymüş... Hangi hastanede? Geleyim, göreyim, moral olur, iyi gelir belki, ne bileyim. “Gelsen de göremezsin ki. Yoğun bakımda. Entübe edildi. Belki bir mucize olur diye bekliyoruz işte.” Bir mucize olur belki. Bir mucize olsa. Bir mucize olsun... Daha çok genç yahu! Ölecek değil ya!  Öldü... “Murat çok hasta” diye haber vermişti Fatma. İki gün geçmeden, olsun, yine de gideyim hastaneye, belki bir mucize olur diye düşünürken, “Murat öldü Cafer” haberi geldi bu kez... İnsan evladı tuhaf bir varlık. Telefon ekranındaki “Murat öldü Cafer” mesajına bir süre bakakaldım öylece. Nasıl olduysa, bir üzüntü emojisi ile yanıt vermeyi akıl edebildim. Bir şey...

İlla da İzmir...

 Hep siyasi gündemin iç karartıcı sorunlarına dair yazacak, konuşacak değiliz ya... Dedim ve İzmir’deki imza buluşmasını paylaşayım sizinle istedim. Buyurun: Geçtiğimiz 16 Aralık cumartesi günü İzmir’de imza günüm vardı, Yakın Kitabevinde. Ne zamandır İzmir’e gitmek için “bahane” lazımdı; bundan âlâ bahane mi olur :) Fakat bir şanssızlıktır tuttu yakamdan ve bir türlü bırakmadı. Bakın nasıl... İzmir’de aile çevremden insanların yanı sıra birçok da arkadaşım var. Bir arkadaşım da yeni eve taşındı ve bizim “Kaptan” Mithat ayda birkaç kez gidiyor İzmir’e ve dönüşte Erhan’ın yeni evinin manzarasını öve öve bitiremiyor. Kaptan zevk sahibi adamdır, beğeni ölçüleri vardır, estetik duygusu gelişkindir; Siirtlidir ama bizim gibi (“bizim” derken kendimi kastediyorum, yanlış anlaşılmasın) köylü de değildir yani. O övüyorsa demek ki harbiden güzel manzarası var evin. Velhasıl bu da bizim arkadaş grubu için imza etkinliğinin yanında bir başka “bahane” idi. (Belki de asıl “bahane.”) Yakın Kitabe...

'Kontrol'lü mü? 'Tiyatro' mu? 'Darbe' mi?

Belki biraz uzun bir yazı olacak, ama mevzu önemli ve doğru anlaşılması gerek... 15 Temmuz darbe girişiminin yıldönümünde bu alçakça girişimi kınayan birkaç tivit attım ve çok "ilginç" ve düşündürücü tepkiler aldım. Darbe girişiminin ilk saatlerinde ve izleyen günlerde de darbeye karşı demokrasiyi savunmanın "ilkesel" bir anlamı, değeri olduğuna dair görüşlerimi yazmış, paylaşmıştım. Darbeye karşı demokrasiyi savunmak, ideolojik, siyasi görüşlerimiz, tercihlerimiz ne olursa olsun, hepimiz için bir "ortak payda" anlamı taşır; en azından, naçizane, yıllardır nefesim, kalemim yettiğince böyle olması gerektiğini savunuyorum. "İyi darbe-kötü darbe"? Bunu önemsemem boşuna değil. Zira biliyorum ve biliyoruz ki, toplumda öteden beri "iyi darbe, kötü darbe" şeklinde bir kötü yaklaşım tarzı var. "Düşman" bellediğine "karşı" ise o "iyi" darbedir ve kendisine karşı ise, "kötü." Bu, sadece kötü değ...