Ana içeriğe atla

Özlem. Aşk gibi bir şey…

 İyilik, güzellik hatırına yaşanmış hikâyelerdir birbirine seslenen, sığınan; bir ağacın sesine ve bir suyun gölgesine sığınır gibi… Güzel ve güneşli günler, mavi bir ufuk, illa da özgürlük…

Olur bazen, hikâyesine kapanır insan ve menkıbesinin, hayatın uçlarında baharla özdeşleştirdiği geleceği zorlarken, akıp giden zamanın hışmına uğramış bulur kendini; neler gördün, neler yaşadın, nereye akıyor zaman… “Yaşıyoruz işte” kırılganlığının girdabında yönünü şaşırmadan yürümek çabasıyla.

Yönünü şaşırmak, kaybolmak demek ve kaybolmak, hayatın anlamlı bildiğin değerlerinin muğlaklaşması…

Hani, “Sadece yaşamak yetmez” demiş ya kelebek, “gün ışığı, özgürlük ve küçük bir çiçek de gerek.” (H. Christian Andersen).

Sadece yaşamak yetmez sahiden de; ona verdiğin anlam ve değer kadardır yaşadığın…

İnsan evladı işte, mutlak ve sürekli bir mutluluk arayışı, beklentisi içindedir hep; bunun mümkün olmadığını bile bile hem de. Oysa, düşünsenize, herkes mutlu, her şey toz pembe; yok öyle bir dünya ve hayat. Çünkü her şey kendi zıddıyla birlikte anlamlıdır. İnsanları mutsuz eden şeyler olmasa mutluluk, böylesine kıymetli ve aranan, istenen, beklenen olur muydu?

Adına diyalektik deniyor…

“İyi” bildiğimiz, “kötü” dediğimiz şeylerden dolayı iyidir. “Özgürlük” dediğimiz, insanı ezen, baskı altına alan, köleleştirmek isteyen kötülerin çabasına karşı durmak irademizdir.  “Adalet” dediğimiz, varlığımıza, değerlerimize, haklarımıza sahiplenmek mücadelemizdir…

Umut var bir de, yüreğimizden eksik olsun istemediğimiz, bir bahar ışıltısı gibi, yüreğimizi kabartan. Bakmayın Nietzsche’nin umut için “Umut en büyük kötülüktür, işkenceyi uzatır” demesine; hayat devam ettiği müddetçe insanın iyilik, güzellik ve özgürlüğe dair umutları da hep olacaktır. Umutları, özlemleri, düşleri olmayan insan, acınası bir biyolojik varlık olmaktan başka nedir ki? Ama umut, kuşkusuz ki, onu gerçekleştirecek bir çabanın sahibi olmakla değer kazanır; aksi, bildiğiniz kadercilik…

John Berger, “Dünya, ancak onu dönüştürmek umudu var olduğu ama bu umudu gerçekleştirme olanağı bulunmadığı zaman katlanılmaz hale gelir” derken çok haklıdır. Umutsuz olmak, katlanılamaz bir sefalete dönüştürür, yaşıyor olmak halini…

İyi olmak da mutlak değildir, evet; iyi olmak için sürekli bir çaba ve mücadele içinde olmalısınız. Son tahlilde iyi ve kötünün mücadelesinde kazandığı anlamdır, insanın uygarlaşma serüveninde, “değer” bildiğimiz ne varsa…

“Bir duruşu olmalı insanın” demiş Cahit Zarifoğlu, “Bir anlayışı, bir aşkı, bir davası olmalı.” Hayata karşı duruşunuz, sözünüz, anlayışınız, sizi harekete geçiren davanız, yüreğinizi ayaklandıran aşk… Yoksa nasıl insan olunur ki başka?

Sonuçta herkesin bir şekilde bir parçası olduğu toplumsal hallerimize bakıp, Gregor Samsa’yı, “devcileyin bir böceğe” dönüşmüş olarak öldüren kaygısızlıktan, güdülerine indirgenmiş bir yaşam burgacında öğütülmekten, korkmak gerekir.

Hayat, göründüğü kadar veya bizim yaşadığımız kadar ile sınırlı olan bir süreç değil; durduğumuz, gördüğümüz, yaşadığımız yerden farklı ve başka boyutları da var.

Her şey, bir büyük “evrensel birlik” gerçeğinin parçasıdır, çeşitliliğiyle anlamlı. Bu büyük birliğin kendini gerçekleştirmesinde, kimse “merkez” değil.

Kızılderili Siouxların bilge reislerinden Dinelen Ayı’nın (yerli dilinde Maⁿchú-Naⁿzhíⁿ; İngilizce Standing Bear) söylediği de budur işte: “Çadırında oturup yaşam ve onun anlamı üzerine düşünen, tüm yaratıkların akrabalıklarını kabul ederek evrenle birlik içinde olduğunu onaylayan kişi, benliğine uygarlığın özünü aşılardı. Yerli adam, kendini bu şekilde geliştirmeyi unuttuğunda, insanlığın gelişmesi de geride kaldı.”

Hayat, belki de ak ile kara arasındaki renklerde saklı anlamların sırrına ermek bilinciyle zengin ve doğru yaşanabilir; nasıl ki yegâne bir doğru yoksa ve insan, bilumum ideolojik dayatmalara inat, tek tipleştirilemezse…

***

Yıllar olabilir arada, yollar, uzaklıklar olabilir, geceler ve gündüzler arasında, mevsimler birbirine karışırken, zaman, kendi yasalarına isyan edercesine ayaklanır; kabına sığmaz olursun. Özlemdir ve bazen aşk gibi bir şeydir, yaşamak…

İyilik, güzellik hatırına yaşanmış hikâyelerdir birbirine seslenen, sığınan; bir ağacın sesine ve bir suyun gölgesine sığınır gibi… Güzel ve güneşli günler, mavi bir ufuk, illa da özgürlük... 

7 Şubat 2025

https://platform24.org/ozlem-ask-gibi-bir-sey/

Foto: Cafer Solgun



Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

"Murat öldü Cafer"

“Murat çok hasta” diye haber vermişti Fatma. İki gün geçmeden, olsun, yine de gideyim hastaneye, belki bir mucize olur diye düşünürken, “Murat öldü Cafer” haberi geldi bu kez... Önce “Murat çok hasta, hastanede” haberini aldım. Nesi var ki? Kanser... “Ne kanseri?” bile diyemedim. Alacağım cevaptan korktum. En kötüsü olmasından.  En kötüsüymüş... Hangi hastanede? Geleyim, göreyim, moral olur, iyi gelir belki, ne bileyim. “Gelsen de göremezsin ki. Yoğun bakımda. Entübe edildi. Belki bir mucize olur diye bekliyoruz işte.” Bir mucize olur belki. Bir mucize olsa. Bir mucize olsun... Daha çok genç yahu! Ölecek değil ya!  Öldü... “Murat çok hasta” diye haber vermişti Fatma. İki gün geçmeden, olsun, yine de gideyim hastaneye, belki bir mucize olur diye düşünürken, “Murat öldü Cafer” haberi geldi bu kez... İnsan evladı tuhaf bir varlık. Telefon ekranındaki “Murat öldü Cafer” mesajına bir süre bakakaldım öylece. Nasıl olduysa, bir üzüntü emojisi ile yanıt vermeyi akıl edebildim. Bir şey...

İlla da İzmir...

 Hep siyasi gündemin iç karartıcı sorunlarına dair yazacak, konuşacak değiliz ya... Dedim ve İzmir’deki imza buluşmasını paylaşayım sizinle istedim. Buyurun: Geçtiğimiz 16 Aralık cumartesi günü İzmir’de imza günüm vardı, Yakın Kitabevinde. Ne zamandır İzmir’e gitmek için “bahane” lazımdı; bundan âlâ bahane mi olur :) Fakat bir şanssızlıktır tuttu yakamdan ve bir türlü bırakmadı. Bakın nasıl... İzmir’de aile çevremden insanların yanı sıra birçok da arkadaşım var. Bir arkadaşım da yeni eve taşındı ve bizim “Kaptan” Mithat ayda birkaç kez gidiyor İzmir’e ve dönüşte Erhan’ın yeni evinin manzarasını öve öve bitiremiyor. Kaptan zevk sahibi adamdır, beğeni ölçüleri vardır, estetik duygusu gelişkindir; Siirtlidir ama bizim gibi (“bizim” derken kendimi kastediyorum, yanlış anlaşılmasın) köylü de değildir yani. O övüyorsa demek ki harbiden güzel manzarası var evin. Velhasıl bu da bizim arkadaş grubu için imza etkinliğinin yanında bir başka “bahane” idi. (Belki de asıl “bahane.”) Yakın Kitabe...

'Kontrol'lü mü? 'Tiyatro' mu? 'Darbe' mi?

Belki biraz uzun bir yazı olacak, ama mevzu önemli ve doğru anlaşılması gerek... 15 Temmuz darbe girişiminin yıldönümünde bu alçakça girişimi kınayan birkaç tivit attım ve çok "ilginç" ve düşündürücü tepkiler aldım. Darbe girişiminin ilk saatlerinde ve izleyen günlerde de darbeye karşı demokrasiyi savunmanın "ilkesel" bir anlamı, değeri olduğuna dair görüşlerimi yazmış, paylaşmıştım. Darbeye karşı demokrasiyi savunmak, ideolojik, siyasi görüşlerimiz, tercihlerimiz ne olursa olsun, hepimiz için bir "ortak payda" anlamı taşır; en azından, naçizane, yıllardır nefesim, kalemim yettiğince böyle olması gerektiğini savunuyorum. "İyi darbe-kötü darbe"? Bunu önemsemem boşuna değil. Zira biliyorum ve biliyoruz ki, toplumda öteden beri "iyi darbe, kötü darbe" şeklinde bir kötü yaklaşım tarzı var. "Düşman" bellediğine "karşı" ise o "iyi" darbedir ve kendisine karşı ise, "kötü." Bu, sadece kötü değ...