Ana içeriğe atla

Umudumuz, umutsuzluk adına inadımızdır

 Ne zaman umutsuzluk ile kararırsa yüreğiniz, aklınızda olsun: Umutsuzluk, daha fazla umutlu, daha fazla dirençli ve daha büyük inatçı, inançlı olmak gerekçesidir…

İlk bakışta basit gibi görünse de aslında anlamı büyük ve derinlikli hayat dersleri vardır. Adı üzerinde, ders, yani deney ve deneyimler sonucunda edinilmiş bir bilgi ve hem, bazen de ağır bedeller göğüslemek gerektirmiştir.

Misal, “üç günlük dünya” derdi büyüklerimiz. Genellikle ve herhangi bir nedenle yersiz hırs yaptığımızda, incir çekirdeğini doldurmayacak gerekçelerle bazen en yakın arkadaşlarımızla küstüğümüzde, kavga ettiğimizde, “üç günlük dünya” diye başlayan nasihatler dinlerdik onlardan. Bir kulağımızdan girip diğer kulağımızdan çıksa da…

Malum, belli bir yaşa gelince “ruhumuz genç” türü teselli klişeleri düşmez oluyor insanın dilinden. Uzun zaman sonra karşılaştığımız arkadaşlar oluyor ve “kilo almışsın, saçların dökülmüş, hiç değişmemişsin valla” babında bir hasbihalin ardından, sözü bağladığımız cümle oluyor bu; “ama ruhumuz genç.” Solculuk zamanlarından arkadaşlarla konuşurken ise, duruma göre bu klişe, “ruhumuz Dev-Gençli” de oluyor…

Galiba, istisnalar vardır elbet ama yaş “kemale” ermeden “üç günlük dünya” cümlesindeki derinliğin sırrına ermek mümkün olamıyor.

Oysa, daha önce de bir yazımda üzerinde durmuştum, çıkar, bencillik, düşkünlük; insanlığımızdan, insanîliğimizden eksilişimizdir, hayattan yana bozulduğumuz ve değerlerimize sırt çevirmemizdir…

Üç günlük dünya, bir “her şey gelir, geçer” dersidir hayatın; baki olan, hayata dair geride bıraktığın insanların hafızasındaki izler…

Her şey gelir, geçer… Sende kalan, iyiliğe, güzelliğe, insanlığa dair yaşadıkların, bundan sebep kendini iyi hissettiğin, insanlığını hissettiğin, yaşadığını hissettiğin anlar duygusudur; gayrısı, hikâyenin çarnaçar iç çekerek hayıflandığın beyhude kısmı…

Yaşadığını hissettiğin, insanlığını hissettiğin; insanlığımızı tutsak eden baskı ve zulüm düzenlerine, zorbalığa karşı direndiğin, boyun eğmediğindir…

Yaşadığını hissettiğin, insanlığını hissettiğin; yıllar, yollar, uzaklıklar tanımayan duyguların akışında, umutların özlem, özlemlerin hayal ve hayallerin gerçeğe galebe çaldığı bir kalp çarpıntısıdır…

İnsanlığından ve yaşıyor olmaktan yana biriktirdiğin iyiliklerdir, bu uğurdaki çabandır, terk-i diyar ederken yüzünde belirecek gülümsemenin sırrı. Nâzım’ın dediğince, “yaşadım” diyebilmek için…

Ve aşktır evet, insan olmanın en güzel hali… Aşktan anladığın, bir büyük “yaşadım” diyebilmek destanı ise eğer…

“Herkesin bedeni aynı toprağa karışacak”

Toprağı bol olsun, uzun boylu, heybetli, uzun beyaz sakallı, nur yüzlü, boynunda 38’den kalma bir mermi taşıyan ve yaz kış başında sarığı, sırtında Rus harbinden kalma rengi solmuş kalın paltosu eksik olmayan rahmetli dedem de Türkçe, Kirmançki karışık, “Bir gün” derdi, “herkesin bedeni aynı toprağa karışacak.”

Herkesin bedeni, aynı toprağa karışacak… Bu cümledeki bilgeliğin sırrına ermek, hayatın inişli çıkışlı, sarp engebeli, dolambaçlı yollarında sınanmış ömürler bedelidir…

Umutlu olmak…

Adorno, Minima Moralia’da, “İdealin hemen arkasında hayat durur” der. Değil midir ki ideallere can veren, kan veren, hayat veren o ideallerin gerçekleşmesine adanmış ömürlerdir. Hiçbir ideal, hiçbir iddia, söz veya dava yoktur ki kendi başına bir anlamı, değeri olsun; söz, uğruna yaşanası  bir dava demek ise eğer…

Bilen bilir, Munzur’dan bir tas su içmek, bir kavl-i karar eylemek biçimidir Dersim’de; sözdür, arınmak, kavilleşmek ve ikrar…

Tarih, sözünün sahibi olanların eylemidir; sözünü çiğneyenlerin, sözünün üzerinde oynaşanların değil. Tarihe karşı bir sorumluluk hissediyorsanız eğer…

Bu yazının özlü sözü Frankfurt Okulunun Adorno gibi bir diğer çilekeş kuramcısı, Nazi faşizmine teslim olmaktansa ölümü yeğleyen Walter Benjamin’den: “Eğer elimizde umut diye bir şey hala kalmışsa, bu, umutsuzluk adınadır.”

Ne zaman umutsuzluk ile kararırsa yüreğiniz, aklınızda olsun: Umutsuzluk, daha fazla umutlu, daha fazla dirençli ve daha büyük inatçı, inançlı olmak gerekçesidir…

14 Şubat 2025

https://platform24.org/umudumuz-umutsuzluk-adina-inadimizdir/ 




Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

"Murat öldü Cafer"

“Murat çok hasta” diye haber vermişti Fatma. İki gün geçmeden, olsun, yine de gideyim hastaneye, belki bir mucize olur diye düşünürken, “Murat öldü Cafer” haberi geldi bu kez... Önce “Murat çok hasta, hastanede” haberini aldım. Nesi var ki? Kanser... “Ne kanseri?” bile diyemedim. Alacağım cevaptan korktum. En kötüsü olmasından.  En kötüsüymüş... Hangi hastanede? Geleyim, göreyim, moral olur, iyi gelir belki, ne bileyim. “Gelsen de göremezsin ki. Yoğun bakımda. Entübe edildi. Belki bir mucize olur diye bekliyoruz işte.” Bir mucize olur belki. Bir mucize olsa. Bir mucize olsun... Daha çok genç yahu! Ölecek değil ya!  Öldü... “Murat çok hasta” diye haber vermişti Fatma. İki gün geçmeden, olsun, yine de gideyim hastaneye, belki bir mucize olur diye düşünürken, “Murat öldü Cafer” haberi geldi bu kez... İnsan evladı tuhaf bir varlık. Telefon ekranındaki “Murat öldü Cafer” mesajına bir süre bakakaldım öylece. Nasıl olduysa, bir üzüntü emojisi ile yanıt vermeyi akıl edebildim. Bir şey...

İlla da İzmir...

 Hep siyasi gündemin iç karartıcı sorunlarına dair yazacak, konuşacak değiliz ya... Dedim ve İzmir’deki imza buluşmasını paylaşayım sizinle istedim. Buyurun: Geçtiğimiz 16 Aralık cumartesi günü İzmir’de imza günüm vardı, Yakın Kitabevinde. Ne zamandır İzmir’e gitmek için “bahane” lazımdı; bundan âlâ bahane mi olur :) Fakat bir şanssızlıktır tuttu yakamdan ve bir türlü bırakmadı. Bakın nasıl... İzmir’de aile çevremden insanların yanı sıra birçok da arkadaşım var. Bir arkadaşım da yeni eve taşındı ve bizim “Kaptan” Mithat ayda birkaç kez gidiyor İzmir’e ve dönüşte Erhan’ın yeni evinin manzarasını öve öve bitiremiyor. Kaptan zevk sahibi adamdır, beğeni ölçüleri vardır, estetik duygusu gelişkindir; Siirtlidir ama bizim gibi (“bizim” derken kendimi kastediyorum, yanlış anlaşılmasın) köylü de değildir yani. O övüyorsa demek ki harbiden güzel manzarası var evin. Velhasıl bu da bizim arkadaş grubu için imza etkinliğinin yanında bir başka “bahane” idi. (Belki de asıl “bahane.”) Yakın Kitabe...

'Kontrol'lü mü? 'Tiyatro' mu? 'Darbe' mi?

Belki biraz uzun bir yazı olacak, ama mevzu önemli ve doğru anlaşılması gerek... 15 Temmuz darbe girişiminin yıldönümünde bu alçakça girişimi kınayan birkaç tivit attım ve çok "ilginç" ve düşündürücü tepkiler aldım. Darbe girişiminin ilk saatlerinde ve izleyen günlerde de darbeye karşı demokrasiyi savunmanın "ilkesel" bir anlamı, değeri olduğuna dair görüşlerimi yazmış, paylaşmıştım. Darbeye karşı demokrasiyi savunmak, ideolojik, siyasi görüşlerimiz, tercihlerimiz ne olursa olsun, hepimiz için bir "ortak payda" anlamı taşır; en azından, naçizane, yıllardır nefesim, kalemim yettiğince böyle olması gerektiğini savunuyorum. "İyi darbe-kötü darbe"? Bunu önemsemem boşuna değil. Zira biliyorum ve biliyoruz ki, toplumda öteden beri "iyi darbe, kötü darbe" şeklinde bir kötü yaklaşım tarzı var. "Düşman" bellediğine "karşı" ise o "iyi" darbedir ve kendisine karşı ise, "kötü." Bu, sadece kötü değ...