Ana içeriğe atla

Demeyin o kadar da değil, oluyor

 Biz nicedir şaşırmayı unuttuk, memleket meseleleriyle ilgili hiçbir olumsuz olasılık için, “Yok, o kadar da değil!” demiyoruz, diyemiyoruz artık. “O kadar da değil” deyip de sonradan mahcup olmak var; zira, bakıyorsun, olmaz dediğin oluyor

Ekrem İmamoğlu operasyonu görünen köy idi aslında; özellikle Cumhurbaşkanı ve AKP Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın, İstanbul’da CHP’li belediyelere yönelik soruşturmalarla ilgili “Bu daha ne ki?” dercesine sarf ettiği o cümleden sonra; “Turpun büyüğü heybede.”

Gerçi hala “turpun büyüğü” lafları ediliyor ama İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu ve birinci dereceden çalışma arkadaşlarının “şafak operasyonu” ile gözaltına alınması, ardından da tutuklanması, memleketin hal-i pür melalini bilmeyenler için “O kadar da değil!” dedirten bir gelişmeydi.

Biz nicedir şaşırmayı unuttuk, memleket meseleleriyle ilgili hiçbir olumsuz olasılık için, “Yok, o kadar da değil!” demiyoruz, diyemiyoruz artık. “O kadar da değil” deyip de sonradan mahcup olmak var; zira, bakıyorsun, olmaz dediğin oluyor… Bu da oldu işte; Türkiye’nin en büyük belediyesini adeta hallaç pamuğu gibi savurdular…

(Bu tür durumlarda hemen “gamlı baykuş” yurttaşlar türüyor ve akla hayale gelmeyecek felaket senaryoları yaymaya başlıyorlar. Anladığım kadarıyla özellikle yurtdışında yaşayanlar etkileniyor “bu daha ne ki?” içerikli felaket senaryolarından. Bunlardan biri, inanılır gibi değil, “maaşlara el konulacak” şeklindeydi. Duyunca gülmekle ağlamak arasında kaldım doğrusu. Buna “o kadar da değil!” denir herhalde. Türkiye’de yaşamayınca anlamaları zor tabii. Bizde her gün yeni bir heyecan, adrenalin, olay ve ama hayat devam ediyor işte; yine de seviyoruz bu ülkede yaşamayı. Başka türlü bir yaşamak da bilmiyoruz zaten. Neyse. Olup bitenler şaka kaldırır cinsten değil tabii, fazla zorlamayayım.)

“Kent uzlaşısı”

Ekrem İmamoğlu ve arkadaşlarının maruz kaldıkları mali, ticari konularla ilgili soruşturma hakkında “uzmanlık” alanım olmadığı için köşeli bir laf etmek durumunda değilim. Ama şu “terör soruşturması” için söylenmeden geçilemeyecek çok şey var.

Öncelikle, belki bilmeyenler vardır diye vurgulamak lazım: “Kent uzlaşısı” adında bir “terör örgütü” veya “örgüt” yok. Bu, geçtiğimiz yerel seçimlerde DEM partinin yürüttüğü seçim kampanyasının sloganlarından biriydi. “Sır” filan değil: Başka şehirleri bilmem, DEM Parti seçmeni bu seçim politikası kapsamında İstanbul’da Ekrem İmamoğlu’nu destekledi. Buna karşılık CHP de muhtemelen bazı belediyelerde meclis üyesi olarak DEM Partililere yer verdi.

Yerel seçimlerde CHP’nin de “Türkiye ittifakı” şeklinde bir söylemi vardı, İstanbul’da da “İstanbul ittifakı” diyorlardı. Farklı siyasi eğilimleri olan vatandaşların da oylarına talip olduklarını bu şekilde ifade etmişlerdi ve başarılı da oldular.

Bunda bir “terör faaliyeti” var mı? Ya da bir tuhaflık, bir acayiplik, bir olmayacak şey?

İki veya daha çok partinin seçimlerde değişik biçimlerde işbirliği yapması ilk defa olan bir şey değil. Ama bu soruşturmaları yürüten sayın savcılar ne hikmetse belediyelere yönelik yürüttükleri soruşturmalarda, “Kent uzlaşısı adı altında terör örgütüyle işbirliği yapıp…” türü suçlamalarda bulunuyorlar. Tuhaf!

Esenyurt Belediye Başkanı Ahmet Özer’in tutuklanması bir ilk adım idi ve sonrasında birçok DEM Partili belediye meclisi üyesi tutuklandı; “terör örgütü üyesi” olmakla suçlanıyorlar. Ortada bir “terör” kuşkusu varsa bu insanlar nasıl seçimlerde aday olabildiler peki? İmamoğlu’nun görevleri arasında GBT kontrolü yapmak da mı var? Bu ve benzer sorular çok ama cevap veren yok…

İmamoğlu ve Özer

Sayın İmamoğlu ve CHP kurmayları, çemberin giderek İmamoğlu’nu hedefleyecek biçimde daraldığını fark edince Ekrem Beyi cumhurbaşkanı adayı ilan ederek olacakları önleyebileceklerini düşündüler. Ana muhalefet partisinin cumhurbaşkanı adayı olarak ilan ettiği bir kişiyi alıp da içeri atacak değillerdi herhalde; hesap ve öngörüleri buydu. Düşündükleri gibi olmadı.

AKP kadar CHP’yi de şaşırtan, İBB’ye yönelik operasyonun gençlik başta olmak üzere toplumu ayağa kaldırma düzeyiydi. İBB binasının bulunduğu Saraçhane’de binlerce kişi günlerce bir araya geldi, polisin gaza boğduğu alanı terk etmedi, gözaltı ve tutuklanma pahasına protesto hakkını kullandı. Protestolar diğer şehirlere de yayıldı.

“Gezi gibi” dedirten bu süreci, yiğidi öldür hakkını yeme, CHP Genel Başkanı Özgür Özel iyi yönetti. Ekrem İmamoğlu da gerek sorgu sürecinde sergilediği tavır ve gerekse de Silivri’den ilettiği mesajlarla dik durdu.

Bu tür durumlarda hep olduğu gibi, Saray iktidarının ilk yaptığı şey, interneti kısıtlamak, sosyal medya mecralarına erişimi engellemek oldu. Sonrasında da işlerini yapan gazetecileri tutukladılar. (Neyse ki avukatların itirazı sonucunda erkenden bırakıldılar.)

Çok sayıda gösterici tutuklandı. Yandaş medyanın duyurduğuna göre gözaltı furyası devam edecek. Erdoğan ve ilgili bakanlarının açıklamaları da bu yönde. (Şu ana değin, “Gezi’yi finanse etmek” isnadıyla içeride olan Osman Kavala’yı “Gençleri sen sokağa döktün!” diye suçlayan olmadı. İyi bari…)

“Ne yani hırsızlık soruşturulmasın mı?”

İBB’ye yönelik yürütülen soruşturmayla ilgili, “Ne yani hırsızlık, yolsuzluk soruşturulmasın mı?” diyenler de var, “hırsızları mı savunuyorsunuz?” Genellikle Saray yanlısı sosyal medya hesaplarından yükseliyor bu sesler. Uzun süredir TV izlemediğim için bilmiyorum ama muhtemelen yandaş medya kanallarının yorumcuları da bu tür yorumlar yapıyorlardır.

Hırsızlık, arsızlık, yolsuzluk, söz konusu olan kim veya hangi kurum olursa olsun elbette ki dikkatle, ciddiyetle, tarafsızlıkla soruşturulmalıdır. Fakat işte bu iktidarın bir inandırıcılık sorunu var. Neden derseniz…

Yakın zamana değin İstanbul ve Ankara belediyeleri AKP’deydi. CHP’ye geçtikten sonra önceki dönemlere ilişkin çok sayıda yolsuzluk iddiası ve suç duyuruları gündeme geldi. Bunların hiçbiri dava ve soruşturma konusu olmadı…

Misal, İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun talimatıyla AKP dönemine ilişkin soruşturma başlatılmış, 47 yolsuzluk dosyası hazırlanmıştı. Ancak dönemin İçişleri Bakanlığı, müfettiş atayarak 35 dosyaya el koymuş, sadece 12 dosya inceleyebilen İBB Teftiş Kurulu’nu devreden çıkarmıştı. Dosyalarla ilgili bazı haberlere de erişim engeli getirilmişti. (2021) ABB Başkanı Mansur Yavaş’ın açıklamalarından öğreniyoruz ki, Melih Gökçek hakkında da yaklaşık 100 suç ve yolsuzluk dosyası hazırlanmış ama bugüne değin adı geçen “iş bitirici” ve ağzı bozuk şahıs ifadeye bile çağrılmamış…

Biraz daha geriye gidersek Rıza Sarraf olayı var bir de. Hani dönemin bakanlarından birinin oğlu yaşındaki bu kişiye, “gerekirse ayaklarının altında halı olurum Rıza” dediği Rıza… Dolar taşan ayakkabı kutuları, çikolata kutuları, yüz binlerce dolar değerinde saatler, para sayma makineleri ve daha neler neler… O zaman dönemin hükümeti tarafından “hayırsever işadamı” olarak lanse edilen, çıkarıldığı TV kanalında (AHaber) Türk bayrağı önünde “kapıyı çaldıklarında darbe olduğunu anladım” gibi açıklamalar yapan Rıza… Amerika’ya kaçıp itirafçı olduktan sonra bu kez “vatan haini” ilan edilen Rıza…

Bu Rıza’nın rüşvet iddialarına konu olan ve istifa eden dört bakanı, mahkemeye çıkmadı ve hesap vermediler. Yüce Divan’a yollanmaları AKP tarafından engellendi. Yargı önünde aklanmadıkları için yaşamlarını ve işlerini alınlarına yapışmış “şüpheli” sıfatıyla birlikte sürdürüyorlar…

Böyle olunca, “Ne yani hırsızlık, yolsuzluk soruşturulmasın mı?” diyenler insanların suratlarında müstehzi bir gülümsemeye neden olmanın ötesinde bir etki yaratmıyorlar; gördüğüm bu…

Demeyin o kadar da değil, oluyor. Sayın hükümetimiz yolsuzluk iddialarıyla mücadele ediyor işte; beğenemediniz mi? Sizi gidi çapulcular, açlar, fakirler ve de gençler sizi…

— Bu ara pek bayram kutlayacak halimiz olmasa da… İyi bayramlar.

28 Mart 2025

https://platform24.org/demeyin-o-kadar-da-degil-oluyor/ 




Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

"Murat öldü Cafer"

“Murat çok hasta” diye haber vermişti Fatma. İki gün geçmeden, olsun, yine de gideyim hastaneye, belki bir mucize olur diye düşünürken, “Murat öldü Cafer” haberi geldi bu kez... Önce “Murat çok hasta, hastanede” haberini aldım. Nesi var ki? Kanser... “Ne kanseri?” bile diyemedim. Alacağım cevaptan korktum. En kötüsü olmasından.  En kötüsüymüş... Hangi hastanede? Geleyim, göreyim, moral olur, iyi gelir belki, ne bileyim. “Gelsen de göremezsin ki. Yoğun bakımda. Entübe edildi. Belki bir mucize olur diye bekliyoruz işte.” Bir mucize olur belki. Bir mucize olsa. Bir mucize olsun... Daha çok genç yahu! Ölecek değil ya!  Öldü... “Murat çok hasta” diye haber vermişti Fatma. İki gün geçmeden, olsun, yine de gideyim hastaneye, belki bir mucize olur diye düşünürken, “Murat öldü Cafer” haberi geldi bu kez... İnsan evladı tuhaf bir varlık. Telefon ekranındaki “Murat öldü Cafer” mesajına bir süre bakakaldım öylece. Nasıl olduysa, bir üzüntü emojisi ile yanıt vermeyi akıl edebildim. Bir şey...

İlla da İzmir...

 Hep siyasi gündemin iç karartıcı sorunlarına dair yazacak, konuşacak değiliz ya... Dedim ve İzmir’deki imza buluşmasını paylaşayım sizinle istedim. Buyurun: Geçtiğimiz 16 Aralık cumartesi günü İzmir’de imza günüm vardı, Yakın Kitabevinde. Ne zamandır İzmir’e gitmek için “bahane” lazımdı; bundan âlâ bahane mi olur :) Fakat bir şanssızlıktır tuttu yakamdan ve bir türlü bırakmadı. Bakın nasıl... İzmir’de aile çevremden insanların yanı sıra birçok da arkadaşım var. Bir arkadaşım da yeni eve taşındı ve bizim “Kaptan” Mithat ayda birkaç kez gidiyor İzmir’e ve dönüşte Erhan’ın yeni evinin manzarasını öve öve bitiremiyor. Kaptan zevk sahibi adamdır, beğeni ölçüleri vardır, estetik duygusu gelişkindir; Siirtlidir ama bizim gibi (“bizim” derken kendimi kastediyorum, yanlış anlaşılmasın) köylü de değildir yani. O övüyorsa demek ki harbiden güzel manzarası var evin. Velhasıl bu da bizim arkadaş grubu için imza etkinliğinin yanında bir başka “bahane” idi. (Belki de asıl “bahane.”) Yakın Kitabe...

'Kontrol'lü mü? 'Tiyatro' mu? 'Darbe' mi?

Belki biraz uzun bir yazı olacak, ama mevzu önemli ve doğru anlaşılması gerek... 15 Temmuz darbe girişiminin yıldönümünde bu alçakça girişimi kınayan birkaç tivit attım ve çok "ilginç" ve düşündürücü tepkiler aldım. Darbe girişiminin ilk saatlerinde ve izleyen günlerde de darbeye karşı demokrasiyi savunmanın "ilkesel" bir anlamı, değeri olduğuna dair görüşlerimi yazmış, paylaşmıştım. Darbeye karşı demokrasiyi savunmak, ideolojik, siyasi görüşlerimiz, tercihlerimiz ne olursa olsun, hepimiz için bir "ortak payda" anlamı taşır; en azından, naçizane, yıllardır nefesim, kalemim yettiğince böyle olması gerektiğini savunuyorum. "İyi darbe-kötü darbe"? Bunu önemsemem boşuna değil. Zira biliyorum ve biliyoruz ki, toplumda öteden beri "iyi darbe, kötü darbe" şeklinde bir kötü yaklaşım tarzı var. "Düşman" bellediğine "karşı" ise o "iyi" darbedir ve kendisine karşı ise, "kötü." Bu, sadece kötü değ...