Ana içeriğe atla

“Felaket arkadaşlarım” diyor ki…

 Önüne gelen konuşuyor, olumlu veya olumsuz yorumlar yapıyor, ama ömürlerinin gençlik zamanlarını hapishanelerde direnerek yaşayan insanların konuyla ilgili görüşlerini pek az kişi merak ediyor. Egemen medya açısından kuşkusuz sürpriz değil bu durum ama renkleri ve hassasiyetleri ile “muhalif” medya, “özgür” medya açısından naçizane bir eleştiri olsun bu da…

Epeydir dilimden düşmüyor bu: Eski ama eskimeyen arkadaşlıklar, dostluklar, yoldaşlıklar kıymetlidir. Yıllar sonra, yollar sonra, bitmek tükenmek bilmeyecekmiş gibi görünen hapislik zamanları, hasretlik zamanları sonra; çoğunlukla zor zamanlar paylaştığınız arkadaşlarınızla bir gün gelip de yeniden bir araya gelince, birbirinin yüzüne, gözlerinin içine bakacak durumda olmak, birbirine yılların hasretiyle sarılırken hissettiğiniz duygular, yaşadığınız zamanların, göğüslediğiniz çileli zamanların kalbinizi ayaklandıran ödülüdür. Bu, paha biçilmez bir ödüldür ve size insanlığınızı hissettirir…

Mümkündür ki bazılarıyla, bugünlerin deneyiminden o günlere baktığınızda, birbirinizle aslında incir çekirdeğini doldurmayacak basitlikte sorunlar yaşamışsınızdır. Belki üzmüşsünüzdür birbirinizi, kırmışsınızdır, küsmüşsünüzdür içten içe… O incir çekirdeğini doldurmayacak basitlikte sorunları aradan geçen zamana karşın hâlâ içinde canlı tutanlar da olabiliyor; kendi adıma öylesi “arkadaşlardan” uzak duruyorum. Eskiden biraz çaba gösteriyordum ama epeydir buna değmeyeceğini düşünüyorum, belki yaşlanıyorum, yorucu geliyor bana artık. İçinde karanlıklar biriktirmiş olarak yaşamaktan yana memnun ise hayatından, bizim arkadaşlığımız eksik kalsa da olur demek ki…

Ama “dönem” gereği, “süreç” gereği yaşadığınız, paylaştığınız zamanların size “görev” ve “sorumluluk” olarak yüklediği roller gereği karşı karşıya geldiğiniz arkadaşlarınızla yıllar sonra karşılaştığınızda o zamanlardaki hallerinizi gülerek, gülümseyerek hatırlıyorsanız, aslında birbirinizin arkadaşlığından, yoldaşlığından asla kuşku duymamışsanız, zamana dayanıklı, “eski ama eskimeyen” bir yoldaşlık anlayış ve deneyimine sahip olmuşsunuzdur demektir bu ve kendinizle gurur duymak hakkınızdır…

“Tarz, üslup” sorunları bağlamında karşı karşıya gelmelerimiz bir yana, hapislik şartları işte, bazen açlığı, yokluğu, hasreti, iyi haberi kötü haberi, bunalımlı dönemlerimizi, çileli zamanları, zorlukları, velhasıl hayata dair ne varsa yoldaşça paylaştığımız arkadaşlıklar edindik hapishane süreçlerimizde; kuşkusuz ki değeri büyüktür, bilen bilir…

Konuya neden hapishane arkadaşlıklarından girdim, hemen söyleyeyim.

Malum; yeni bir “süreç” söz konusu ve ister istemez bu “süreci” anlamak, anlamlandırmak diye bir sorunumuz var. En çok da Kürtlerin…

Son birkaç senedir 90’lı yılların ilk yarısında hapse düşen, müebbet hapis cezası alan (ve bu da 30 yıl demek!) çok sayıda “felaket arkadaşım” hapishaneden tek parça halinde çıktı. Bazısı çeşitli hastalıklar edinmiş olarak, bazısı da sapasağlam. Tabii fiziksel olarak olduğu gibi psikolojik olarak da sağlam, sağlıklı çıkmak önemli. Yüz yüze görüşebildiklerim de oldu ama çoğuyla telefonla görüşebildim.

Bence “yeni süreç” konusunda en çok halk arasında şimdiden “30 yıllıklar” olarak adlandırılan bu arkadaşların görüşleri önemli; ne düşünüyor, ne hissediyor, ne öngörüyorlar?

Önüne gelen konuşuyor, olumlu veya olumsuz yorumlar yapıyor, ama ömürlerinin gençlik zamanlarını hapishanelerde direnerek yaşayan insanların konuyla ilgili görüşlerini pek az kişi merak ediyor… Egemen medya açısından kuşkusuz sürpriz değil bu durum ama bilumum renkleri ve hassasiyetleri ile “muhalif” medya, “özgür” medya açısından naçizane bir eleştiri olsun bu da…

Ulaşabildiğim arkadaşlarımla “süreci” konuştuk bir süredir bulunduğum Diyarbakır’da. Tespit ettiğim öne çıkan hususları, maksat kayda girsin kabilinden dikkatinize getirmiş olayım:

– PKK’nin örgütsel varlığını feshetmesine kimsenin itirazı yok. “Başkanlık Konseyine” yönelik çok ciddi eleştiriler var. (Geçen bir yazımda kullandığım “nomenklatura” nitelendirmem için bir arkadaşım iyi niyetle “yaw Cafer yürek mi yedin de böyle diyorsun?” demişti yarı şaka yarı ciddi. Ama benim eleştirimden daha açık ve sert eleştiriler var “bölgede”.)

– “E devlet bir adım atmadı ki?” diyenlerin sorunun yeni süreçte bir demokrasi mücadelesi sorunu olarak gündemdeki önem ve ağırlığını koruyacağını anlayamamasına hayret ediliyor… Umut da umutsuzluk da demokrasi mücadelesine dairdir neticede…

– PKK lideri Öcalan’ın açıklamasında yaklaşık 50 yıllık süreçte Kürt tarafının acılarına, kayıplarına, son nefesinde kendi adını anarak hayatını kaybedenlere ilişkin ortalama veya yuvarlak bir ifade bile olsa herhangi bir mesaj vermemesi, açıklamanın hayal kırıklığına neden olan boyutlarından biri olmuş. Bunu ben de çok yoğun hissettim. Başka hayal kırıklığı duygusuna neden olan şeyler de var tabii ama onları “esaret şartları” ile izah etmek tercih ediliyor…

– “PKK miadını doldurdu ama işte…” diyerek gözlerimizin nemlendiği anlar oldu elbette. Sorunun duygusal bir tarafı da var; ama bu duyguya sahip olmayanlardan anlamasını beklemek nafile…

***

Rojava’daki son gelişme de İmralı’dan Mazlum Abdi’ye ulaştırılan mektupla ilgili görülüyor. Salih Müslüm de öyle bir açıklama yaptı zaten.

Mazlum Abdi ile Ahmet Şara’nın el sıkışarak imzaladığı anlaşmanın maddeleri genel olarak oldukça “muğlak”. Bu nedenle esas olarak “uygulamada” neyin nasıl şekilleneceğine bakmak gereği var. Mevcut durum itibarıyla “savaş” olasılıklarının gündemden düşmesi, söz konusu anlaşmanın belki de en önemli “sıcak” sonucu. Tabii ki bir de Alevilere yönelik katliamların durması ve sözlerini tutup tutmayacaklarını izlemek gereken sorumlulardan hesap sorulacağı sözü…

Bu gelişmeyi üzüntüyle karşılayanlar var. “Kürtler bizi satıyor” filan diyenler gördüm. Genel olarak Kürt sorunu, özel olarak ise Rojava ile ilgili herhangi bir duyarlılıklarına tanık olmadığımız halde nasıl oluyor bu “satış” işi? “Emperyalistlerle işbirliği, emperyalizmin oyunu” diye desteksiz sallayanlara bu kez, “Cihatçılarla anlaştılar, Aleviler umurlarında mı?” diyenler eklendi. En ufak bir iyi niyetleri olmadığı için, Rojava’da Kürtlerin Lazkiye ve çevresindeki katliamlara karşı protesto gösterileri yaptığını, Mazlum Abdi’nin Şara ile görüşmesinde bu konuya özellikle önem verdiğini hatırlatmak faydasız…

Bir garson arkadaşım, “Kemalistler bunalımda” dedi bu gelişmeyle ilgili görüşünü söylerken. “TKP de eleştiriyor” diyecek oldum, “Ma bilmiyorsun, en hakiki Kemalistler senin komünistlerdir!” dedi. “Nereden benim oluyor?” dedim tabii. O da “kızma” dedi gülerek. Devamını anlatmayayım, çünkü durumu toparlamak isterken bu kez de “Sen Kürt milliyetçisisin” dedi. Bu kez cidden kızdım: “Ne alakası var la!”

Sahi, Diyarbakır’da önünden geçtiğim TKP Diyarbakır İl Örgütü kapalıydı, yoksa bir çay içimi uğrayacaktım. Arkadaşlara sordum, açıyorlar mı hiç diye. Açık görmemişler hiç. “Uğraşma şunlarla ya, değmez” dediler, “Bir çeşittir işte onlar da.” Hak verdim. Çeşitliliğe saygı gereği.

14 Mart 2025

https://platform24.org/felaket-arkadaslarim-diyor-ki/ 

Foto: Cafer Solgun arşivi, Bursa Özel Tip Cezaevi, 1995 




Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

"Murat öldü Cafer"

“Murat çok hasta” diye haber vermişti Fatma. İki gün geçmeden, olsun, yine de gideyim hastaneye, belki bir mucize olur diye düşünürken, “Murat öldü Cafer” haberi geldi bu kez... Önce “Murat çok hasta, hastanede” haberini aldım. Nesi var ki? Kanser... “Ne kanseri?” bile diyemedim. Alacağım cevaptan korktum. En kötüsü olmasından.  En kötüsüymüş... Hangi hastanede? Geleyim, göreyim, moral olur, iyi gelir belki, ne bileyim. “Gelsen de göremezsin ki. Yoğun bakımda. Entübe edildi. Belki bir mucize olur diye bekliyoruz işte.” Bir mucize olur belki. Bir mucize olsa. Bir mucize olsun... Daha çok genç yahu! Ölecek değil ya!  Öldü... “Murat çok hasta” diye haber vermişti Fatma. İki gün geçmeden, olsun, yine de gideyim hastaneye, belki bir mucize olur diye düşünürken, “Murat öldü Cafer” haberi geldi bu kez... İnsan evladı tuhaf bir varlık. Telefon ekranındaki “Murat öldü Cafer” mesajına bir süre bakakaldım öylece. Nasıl olduysa, bir üzüntü emojisi ile yanıt vermeyi akıl edebildim. Bir şey...

İlla da İzmir...

 Hep siyasi gündemin iç karartıcı sorunlarına dair yazacak, konuşacak değiliz ya... Dedim ve İzmir’deki imza buluşmasını paylaşayım sizinle istedim. Buyurun: Geçtiğimiz 16 Aralık cumartesi günü İzmir’de imza günüm vardı, Yakın Kitabevinde. Ne zamandır İzmir’e gitmek için “bahane” lazımdı; bundan âlâ bahane mi olur :) Fakat bir şanssızlıktır tuttu yakamdan ve bir türlü bırakmadı. Bakın nasıl... İzmir’de aile çevremden insanların yanı sıra birçok da arkadaşım var. Bir arkadaşım da yeni eve taşındı ve bizim “Kaptan” Mithat ayda birkaç kez gidiyor İzmir’e ve dönüşte Erhan’ın yeni evinin manzarasını öve öve bitiremiyor. Kaptan zevk sahibi adamdır, beğeni ölçüleri vardır, estetik duygusu gelişkindir; Siirtlidir ama bizim gibi (“bizim” derken kendimi kastediyorum, yanlış anlaşılmasın) köylü de değildir yani. O övüyorsa demek ki harbiden güzel manzarası var evin. Velhasıl bu da bizim arkadaş grubu için imza etkinliğinin yanında bir başka “bahane” idi. (Belki de asıl “bahane.”) Yakın Kitabe...

'Kontrol'lü mü? 'Tiyatro' mu? 'Darbe' mi?

Belki biraz uzun bir yazı olacak, ama mevzu önemli ve doğru anlaşılması gerek... 15 Temmuz darbe girişiminin yıldönümünde bu alçakça girişimi kınayan birkaç tivit attım ve çok "ilginç" ve düşündürücü tepkiler aldım. Darbe girişiminin ilk saatlerinde ve izleyen günlerde de darbeye karşı demokrasiyi savunmanın "ilkesel" bir anlamı, değeri olduğuna dair görüşlerimi yazmış, paylaşmıştım. Darbeye karşı demokrasiyi savunmak, ideolojik, siyasi görüşlerimiz, tercihlerimiz ne olursa olsun, hepimiz için bir "ortak payda" anlamı taşır; en azından, naçizane, yıllardır nefesim, kalemim yettiğince böyle olması gerektiğini savunuyorum. "İyi darbe-kötü darbe"? Bunu önemsemem boşuna değil. Zira biliyorum ve biliyoruz ki, toplumda öteden beri "iyi darbe, kötü darbe" şeklinde bir kötü yaklaşım tarzı var. "Düşman" bellediğine "karşı" ise o "iyi" darbedir ve kendisine karşı ise, "kötü." Bu, sadece kötü değ...