Ana içeriğe atla

Devlet, nasıl “devletimiz” olur?

 Mevcut haliyle devletin “devletimiz” olmasına daha çok var demek ki. Unutmuyoruz; umutsuz olmaz. Umut dediğimiz bir hayat devam ediyor diyalektiğidir ve iyilik, güzellik, özgürlük adına mücadeleye dairdir…

Madem önceki yazımın sonunda, “Devlet hiç mi ‘devletimiz’ olmayacak peki?” diye sordum ve sonraki yazımda cevap vereceğimi deklare ettim, ağır basan gündemlerden izinle daha fazla “ötelemeden” cevabımı kayda geçireyim o halde…

Ülkenin, herkesin gayet içten biçimde desteklediği, desteklemekle kalmayıp uyulmasını ve uygulanmasını denetlemeyi görevi, sorumluluğu addettiği, insan hak ve özgürlüklerinin güvencesi olan, ilk maddesinde “Bu anayasa insan onur ve haysiyetine saygılı olmanın taahhüt belgesidir” yazan bir anayasası olsa…

Bu anayasa, toplumun hemen tüm kesimlerinin ortak mutabakatı ile hazırlanmış, oylanmış ve kabul edilmiş bir anayasa olsa…

Devlet, “ana, baba” veya “ulu, yüce, kutsal” olmayıp yurttaşlardan topladığı vergilerin karşılığı olarak vatandaşların yol, su, elektrik gibi ihtiyaçlarının yanı sıra güvenlik, sağlık, eğitim gereksinimlerini ücretsiz biçimde karşılayan bir aygıt olsa…

Hak, hukuk, adalet ve insanlık değerlerinin toplumun ortak değer yargıları olarak hayatiyet kazanmasını gözetmek, devletin güvenlik ve yargı ile ilgili birimlerinin birincil derecede hassasiyeti olsa…

Yargı, yasama ve yürütme erklerinin bağımsızlığı üzerinde herhangi bir askeri, siyasi, ideolojik vesayet gölgesi olmasa…

Siyaset ve iktidar odaklı görev alanlarına ilginin hiçbir ayrıcalıklı, özel veya çekici, cazip tarafı olmasa, seçimlere katılım oranını yüksek tutmak için partiler promosyon kampanyaları düzenlemeye ihtiyaç duysa…

Hiçbir etnik ve inançsal kimliğin diğer kimliklere karşı herhangi bir anlamda, herhangi bir bağlamda ve herhangi bir biçimde üstün veya aşağı olmadığı bir eşit yurttaşlar ülkesi olsak ve devlet, bu eşitlik düzeninin güvencesi olmayı en önemli varlık sebebi saymayı temel felsefesi addetse…

Demokrasisi, hak ve özgürlükleri ile örnek gösterilen bir ülke ve toplum olmak sürecinde, geçmişle yüzleşme konusunda tarihi bir model oluşturulabilse; Ermeni soykırımı, Kürt inkârı, bir bütün olarak inkâr ve toplumu tek tipleştirme dayatması niteliğindeki devlet zihniyeti tamamen aşılabilse; devlet, kimsenin kuşku duymayacağı netlikte bir devlet olarak köklü reformlarla yeniden yapılandırılabilse; devletin doğrudan veya dolaylı biçimde sorumluluğu olan kanlı, kirli, “derin” ve karanlık eylemler, darbeler mahkum edilse, varsa halen yaşayan sorumluları adil bir yargı önünde hesap verse; parlamentoda bütün siyasi partilerin mutabakatı ile tarihi bir özür ve telafi yasası kabul edilse…

Geçmiş yıllar boyunca açılan tip tip hapishaneler, marjinal adli suçlar için açık tutulan birkaçı hariç kapatılsa ve yerlerine sanat, kültür merkezleri, müzeler açılsa…

Herkes anadiliyle eğitim görebilse, siyaset yapabilse, ülkede konuşulan dillerin tamamının korunması, yaşaması ve gelişmesi devletin ve toplumun paylaştığı bir sorumluluk konusu olsa…

Din, inanç, vicdan özgürlüğünün en özgür ve hakkaniyetli hayata geçirildiği bir ülke olmaktan dolayı haklı bir gurur yaşasak…

***

Ucu açık bir liste bu… İlk elde aklıma gelenleri sıraladım sadece. Okur tabii ki başka eklemeler yapabilir, ister istemez “keşke” havasındaki bu listeyi daha da zenginleştirebilir elbette.

Bu durumda devlet, insanların “devletimiz” olarak sahiplenmekte tereddüt duymayacakları bir devlet olur mu? Olur sanırım.

Yine de devlet deyince aklına baskı, eziyet, zulüm, zorbalık, korku, endişe, inkâr, yasak gelen insanların bu köklü değişikliğe adapte olmaları, biraz zaman alabilir tabii.

Kabul etmek gerekir ki devletin insanların hafızalarında bıraktığı kanlı izler kolay kolay silinmez.

Naçizane devlet konusunda felsefi anarşist düşünceye yakın ve yatkın, Marksist yöntem ve terminolojiyi iyi kötü bilen, dünyanın adaletsiz düzenine ve gerçeklerine karşı hayata karşı duruşu bir ahlaki protesto biçimi olarak sol olan bu satırların yazarı, dilek ve temenniler kabilinden bu değişimler yaşansa, “devletimiz” noktasına gelir mi? Kim bilir, belki…

“Hayal işte” diyecek olursanız, kuşkusuz itiraz edemem; gerçekten de “hayal işte” çünkü. Fakat gerçekleşmesi mümkün olmayan türden imkânsız bir hayal de değil bence.

Ama zaten insan dediğin de doğada hayal kurabilen yegâne canlı değil midir ve insanlık adına devrimsel önemde değişimler öngören bütün ideolojik ülküler, somut gerekçeleri bir yana biraz da hayallerden hareket etmezler mi…

Mevcut haliyle devletin “devletimiz” olmasına daha çok var demek ki.

Unutmuyoruz; umutsuz olmaz. Umut dediğimiz bir hayat devam ediyor diyalektiğidir ve iyilik, güzellik, özgürlük adına mücadeleye dairdir…

27 Haziran 2025

https://platform24.org/devlet-nasil-devletimiz-olur/ 





Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

"Murat öldü Cafer"

“Murat çok hasta” diye haber vermişti Fatma. İki gün geçmeden, olsun, yine de gideyim hastaneye, belki bir mucize olur diye düşünürken, “Murat öldü Cafer” haberi geldi bu kez... Önce “Murat çok hasta, hastanede” haberini aldım. Nesi var ki? Kanser... “Ne kanseri?” bile diyemedim. Alacağım cevaptan korktum. En kötüsü olmasından.  En kötüsüymüş... Hangi hastanede? Geleyim, göreyim, moral olur, iyi gelir belki, ne bileyim. “Gelsen de göremezsin ki. Yoğun bakımda. Entübe edildi. Belki bir mucize olur diye bekliyoruz işte.” Bir mucize olur belki. Bir mucize olsa. Bir mucize olsun... Daha çok genç yahu! Ölecek değil ya!  Öldü... “Murat çok hasta” diye haber vermişti Fatma. İki gün geçmeden, olsun, yine de gideyim hastaneye, belki bir mucize olur diye düşünürken, “Murat öldü Cafer” haberi geldi bu kez... İnsan evladı tuhaf bir varlık. Telefon ekranındaki “Murat öldü Cafer” mesajına bir süre bakakaldım öylece. Nasıl olduysa, bir üzüntü emojisi ile yanıt vermeyi akıl edebildim. Bir şey...

İlla da İzmir...

 Hep siyasi gündemin iç karartıcı sorunlarına dair yazacak, konuşacak değiliz ya... Dedim ve İzmir’deki imza buluşmasını paylaşayım sizinle istedim. Buyurun: Geçtiğimiz 16 Aralık cumartesi günü İzmir’de imza günüm vardı, Yakın Kitabevinde. Ne zamandır İzmir’e gitmek için “bahane” lazımdı; bundan âlâ bahane mi olur :) Fakat bir şanssızlıktır tuttu yakamdan ve bir türlü bırakmadı. Bakın nasıl... İzmir’de aile çevremden insanların yanı sıra birçok da arkadaşım var. Bir arkadaşım da yeni eve taşındı ve bizim “Kaptan” Mithat ayda birkaç kez gidiyor İzmir’e ve dönüşte Erhan’ın yeni evinin manzarasını öve öve bitiremiyor. Kaptan zevk sahibi adamdır, beğeni ölçüleri vardır, estetik duygusu gelişkindir; Siirtlidir ama bizim gibi (“bizim” derken kendimi kastediyorum, yanlış anlaşılmasın) köylü de değildir yani. O övüyorsa demek ki harbiden güzel manzarası var evin. Velhasıl bu da bizim arkadaş grubu için imza etkinliğinin yanında bir başka “bahane” idi. (Belki de asıl “bahane.”) Yakın Kitabe...

'Kontrol'lü mü? 'Tiyatro' mu? 'Darbe' mi?

Belki biraz uzun bir yazı olacak, ama mevzu önemli ve doğru anlaşılması gerek... 15 Temmuz darbe girişiminin yıldönümünde bu alçakça girişimi kınayan birkaç tivit attım ve çok "ilginç" ve düşündürücü tepkiler aldım. Darbe girişiminin ilk saatlerinde ve izleyen günlerde de darbeye karşı demokrasiyi savunmanın "ilkesel" bir anlamı, değeri olduğuna dair görüşlerimi yazmış, paylaşmıştım. Darbeye karşı demokrasiyi savunmak, ideolojik, siyasi görüşlerimiz, tercihlerimiz ne olursa olsun, hepimiz için bir "ortak payda" anlamı taşır; en azından, naçizane, yıllardır nefesim, kalemim yettiğince böyle olması gerektiğini savunuyorum. "İyi darbe-kötü darbe"? Bunu önemsemem boşuna değil. Zira biliyorum ve biliyoruz ki, toplumda öteden beri "iyi darbe, kötü darbe" şeklinde bir kötü yaklaşım tarzı var. "Düşman" bellediğine "karşı" ise o "iyi" darbedir ve kendisine karşı ise, "kötü." Bu, sadece kötü değ...