Ana içeriğe atla

Suyun akışı ya da meramı barış olmak

 Bu bazısı “solcu”, bazısı “gazeteci”, bazısı entel-dantel görünümlü patolojik tiplerin gözünde Kürtler, AKP’ye karşı muhalefetin “kitlesi” olmalı. Kendi başına bir siyaseti, duruşu ve tavrı olmamalı. “Köprüyü” geçtikten sonra da bu zevat artık Kürtlere hak, hukuk adına ne lütfedecekse

Bazıları iktidar koalisyonunun “Terörsüz Türkiye” olarak adlandırdığı süreci destekler ve “süreci” başlatan MHP lideri Devlet Bahçeli’yi “Ulu, büyük, bilge” gibi ölçü, sınır tanımaz abartılı övgülere gark ederken, bilerek ya da bilmeyerek, bugüne değin sorunun adını dosdoğru telaffuz ederek tartışılması konusundaki çabaların adeta sıfırlanmasına hizmet ediyorlar.

“Bilerek ya da bilmeyerek” lafın gelişi; yoksa amiyane tabirle böyleleri her şeyi bilir, sadece işlerine gelmediğinde bilmezden gelirler; “Terörsüz Türkiye’yi desteklemeyen var mı? Olur mu öyle şey, aaa!”

İyi niyetle tereddütlerini ifade edecek olsan sanki “Terörlü Türkiye” istiyormuşsun muamelesi yapmaya hazır ve amadeler. Pespaye bir demagoji…

Oysa sorun geri kalmışlık sorunu, feodal ağalar-beyler sorunu, bölücülük sorunu, “düşünmezsen yoktur” sorunu olmadığı gibi “terör sorunu” da değildir. Adına isterseniz “terör” deyin, ama şiddet sorunun kendisi değildi. Öncesi bir yana 40 küsur yıl süren bir “terör sorunu” mu olur? Kadim bir halkın varlık-yokluk meselesiyle özdeşleşmiş bir sorunu “terör sorunu” olarak lanse etmek, sorunun “sorun” olarak sürüp gitmesinden şu veya bu şekilde çıkar elde edenlerin anlayışı ve yaklaşımıdır.

Hatırlayın; “süreç” başladığı zaman atılan adımın “çözüm süreci” olmadığı, ortada masa, pazarlık veya müzakere olmadığı ve olmayacağı, bunun bir “barış” süreci de olmadığı, aslında bu işe “süreç” de denilemeyeceği söylendi. Çokça söylendi hatta. Ama işte olup bitenleri ve olacakları bir şekilde isimlendirme gereği vardı, “Terörsüz Türkiye” lafını icat ettiler.

Denilebilir ki isimlere takılmamak, meselenin özünü esas almak lazım. Elbette, bu da bir bakış açısı. Ne var ki kalıcı, sahici, onurlu bir barıştan yana net ve ikirciksiz bir tavrın sahibi olmak, neyin ne olduğu ve olmadığı ile ilgili ortamı ve “süreci” bulandırmak isteyenlere karşı da lafını esirgememeyi gerektirir.

Zekâ ve anlayış yoksunları ile demagoglar için ara sıra özetlemekte yarar var:

— Kürt sorunu, bu coğrafyadaki Kürtlerin halk olarak varlıklarının inkâr edilmesi ile kaskatı kırım, katliam, asimilasyon politikalarının ortaya çıkardığı bir sorundur. Bu politikalar bir “resmi ideoloji” kalıbıyla devlet aklı haline getirilmiş ve gelen giden bütün iktidarlar ve resmi ideoloji bekçisi darbeciler tarafından savunulmuş, sürdürülmüştür.

— Ne PKK ne de bu ara “bebek katili, bölücü başı” olmaktan “örgütün kurucu önderi” sıfatıyla taltif edilen Abdullah Öcalan, sorunun “mucidi” değillerdir. PKK, inkâr zihniyetinin ortaya çıkardığı sonuçlardan biridir.

— Türkiye, çok ağır bedeller ödeyerek sorunu legal, yasal, siyasi ve demokratik zeminde tartışacak bir duruma gelmiştir. Dolayısıyla çift kutuplu dünyadan kalma ideolojik, siyasi manada fosil ve artık herhangi bir bağlamda sonuç üretmeyen silahlı mücadele, beraberinde örgüt anlayışının terk edilmesi, ziyadesiyle geç kalınmış bir karardır. (Bu geç kalma durumunun bütün taraflar açısından tarihe karşı vebali ve sorumlulukları olduğunu da vurgulamak gerekir.) Tarihin akışına, suyun akışına karşı durmak ancak buraya kadar…

— Barış, bir an değil, bir adımla varılacak bir durak değildir; tarafların liderlerinin inisiyatifleri, sorumlulukları elbette ki önemlidir ama barış onların ağızlarından çıkacak laflardan ibaret de değildir. Barış bir süreçtir. Sabır ve siyasal kararlılık, istikrar, tutarlılık gerektiren bir süreçtir. Ortaya konulan iradenin toplumsallaşmasıyla birlikte realize olacak bir süreçtir. Barış, siyasal ve toplumsal bir yeniden yapılanma sürecidir… İsteyen, bu ara herkesin “uzman” edalarında konuştuğu IRA (İrlanda-İngiltere), ETA (İspanya-Bask), ANC (Güney Afrika) ve Güney ve Orta Amerika’daki çatışma süreçlerinin nasıl demokratik, barışçıl uzlaşma politikalarıyla çözüldüğüne dönüp tekrar bakabilir.

—Bu bağlamda PKK’nin örgütsel varlığını feshetmesi, silahlı mücadeleden vazgeçmesi, silahlarını yakması bir adımdır ama beraberinde devletin de kendi adımlarıyla sürecin ilerlemesini sağlamak yükümlülüğü vardır. Çünkü barış, taraflardan birinin silah bırakmasından ibaret bir gelişme de değildir… Parlamentoda hazırlıkları süren meclis komisyonunun çalışmalarını dikkatle takip etmek gerekecektir.

Açık olmalı; süreçten anladığı, “silah bıraksınlar, terörden vazgeçsinler, mümkünse teslim olsunlar, devlet de af değilse bile infaz düzenlemesi filan yapar elbet” şeklinde olanların meramı gerçekten “barış” değil yani.

Sorunu bilenler açısından malumun ilamı olan bu hususları yinelemek, yarın öbür gün “E, PKK kendini feshetti, silahları yaktı, Öcalan bu defteri kapattı, hâlâ ne diye Kürt sorunu diye konuşmaya devam ediyorsunuz?” demeye hazır kişi ve çevrelerin kamuoyunu aldatma çabalarına meydanın boş olmadığını hatırlatmak sorumluluğunun gereğidir.

***

Bir de barış ihtimalinden bile tüyleri diken diken olanlar var. Onların durumu, “Allah akıl fikir versin” kabilinden iflah olmaz bir sefillik.

Cezasının infazı bitip de tahliye olan, bazısı infaz sürelerinden daha fazla hapiste tutulan insanların tahliyesini, “Yetişin a dostlar! PeKaKa’lıları bırakıyorlar, CHP’li belediye başkanlarını içeri atıyorlar!” şeklinde feryat ederek karşılıyor ve hitap ettikleri kesimleri ajite etmeye çalışıyorlar.

Böylelerine ne desen boş, mesela yüzlerce ölümcül hastalıklarla boğuşan siyasi mahpusları bile hâlâ serbest bırakmaktan uzak durduklarını… İdari Gözlem Kurullarının kendilerini mahkeme yerine koyup cezasının infazı tamamlanan mahpusları keyfi şekilde içeride tutmaya devam ettiklerini…

Ne desen boş, çünkü bu bazısı “solcu”, bazısı “gazeteci”, bazısı entel-dantel görünümlü patolojik tiplerin gözünde Kürtler, AKP’ye karşı muhalefetin “kitlesi” olmalı. Kendi başına bir siyaseti, duruşu ve tavrı olmamalı. “Köprüyü” geçtikten sonra da bu zevat artık Kürtlere hak, hukuk adına ne lütfedecekse…

***

Dersim’deyim. Ata yurdu. Kirmanciye Beleke. Jar û diyar. Munzur… Acayip anekdotlar, ders yüklü fıkralar, hikmet dolu sözler biriktiriyorum; bilahare yazacağım.

Aklınızda olsun; “Sular yükseldikçe balıklar karıncaları yer; sular çekildikçe de karıncalar balıkları yer. Kimse bugünkü üstünlüğüne, gücüne güvenmemeli. Çünkü kimin kimi yiyeceğine, suyun akışı karar verir.” (Kızılderili atasözü)

1 Ağustos 2025

https://platform24.org/suyun-akisi-ya-da-merami-baris-olmak/



Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

"Murat öldü Cafer"

“Murat çok hasta” diye haber vermişti Fatma. İki gün geçmeden, olsun, yine de gideyim hastaneye, belki bir mucize olur diye düşünürken, “Murat öldü Cafer” haberi geldi bu kez... Önce “Murat çok hasta, hastanede” haberini aldım. Nesi var ki? Kanser... “Ne kanseri?” bile diyemedim. Alacağım cevaptan korktum. En kötüsü olmasından.  En kötüsüymüş... Hangi hastanede? Geleyim, göreyim, moral olur, iyi gelir belki, ne bileyim. “Gelsen de göremezsin ki. Yoğun bakımda. Entübe edildi. Belki bir mucize olur diye bekliyoruz işte.” Bir mucize olur belki. Bir mucize olsa. Bir mucize olsun... Daha çok genç yahu! Ölecek değil ya!  Öldü... “Murat çok hasta” diye haber vermişti Fatma. İki gün geçmeden, olsun, yine de gideyim hastaneye, belki bir mucize olur diye düşünürken, “Murat öldü Cafer” haberi geldi bu kez... İnsan evladı tuhaf bir varlık. Telefon ekranındaki “Murat öldü Cafer” mesajına bir süre bakakaldım öylece. Nasıl olduysa, bir üzüntü emojisi ile yanıt vermeyi akıl edebildim. Bir şey...

İlla da İzmir...

 Hep siyasi gündemin iç karartıcı sorunlarına dair yazacak, konuşacak değiliz ya... Dedim ve İzmir’deki imza buluşmasını paylaşayım sizinle istedim. Buyurun: Geçtiğimiz 16 Aralık cumartesi günü İzmir’de imza günüm vardı, Yakın Kitabevinde. Ne zamandır İzmir’e gitmek için “bahane” lazımdı; bundan âlâ bahane mi olur :) Fakat bir şanssızlıktır tuttu yakamdan ve bir türlü bırakmadı. Bakın nasıl... İzmir’de aile çevremden insanların yanı sıra birçok da arkadaşım var. Bir arkadaşım da yeni eve taşındı ve bizim “Kaptan” Mithat ayda birkaç kez gidiyor İzmir’e ve dönüşte Erhan’ın yeni evinin manzarasını öve öve bitiremiyor. Kaptan zevk sahibi adamdır, beğeni ölçüleri vardır, estetik duygusu gelişkindir; Siirtlidir ama bizim gibi (“bizim” derken kendimi kastediyorum, yanlış anlaşılmasın) köylü de değildir yani. O övüyorsa demek ki harbiden güzel manzarası var evin. Velhasıl bu da bizim arkadaş grubu için imza etkinliğinin yanında bir başka “bahane” idi. (Belki de asıl “bahane.”) Yakın Kitabe...

'Kontrol'lü mü? 'Tiyatro' mu? 'Darbe' mi?

Belki biraz uzun bir yazı olacak, ama mevzu önemli ve doğru anlaşılması gerek... 15 Temmuz darbe girişiminin yıldönümünde bu alçakça girişimi kınayan birkaç tivit attım ve çok "ilginç" ve düşündürücü tepkiler aldım. Darbe girişiminin ilk saatlerinde ve izleyen günlerde de darbeye karşı demokrasiyi savunmanın "ilkesel" bir anlamı, değeri olduğuna dair görüşlerimi yazmış, paylaşmıştım. Darbeye karşı demokrasiyi savunmak, ideolojik, siyasi görüşlerimiz, tercihlerimiz ne olursa olsun, hepimiz için bir "ortak payda" anlamı taşır; en azından, naçizane, yıllardır nefesim, kalemim yettiğince böyle olması gerektiğini savunuyorum. "İyi darbe-kötü darbe"? Bunu önemsemem boşuna değil. Zira biliyorum ve biliyoruz ki, toplumda öteden beri "iyi darbe, kötü darbe" şeklinde bir kötü yaklaşım tarzı var. "Düşman" bellediğine "karşı" ise o "iyi" darbedir ve kendisine karşı ise, "kötü." Bu, sadece kötü değ...